Zincirler, rüya - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Zincirler, rüya


Tanımadığım ve gerçeği söylemek gerekirse tanımak istemediğim bir adamın hikayesi bu. Hiç bir özelliği olmayan dünyanın en sıradan adamının hikayesini anlatacağım size. İnanın bana yazmak nasıl bana hiçbir şey katmadıysa okumak da size katmayacak. Ancak ben anlatacağım çünkü yanlışlarını hepimiz yapıyoruz ve bir örnek olsun istedim bize, hayatımıza, geleceğimize. 

Hayata hiçbir katkısı olmamıştı şimdiye kadar. Sadece tüketme konusunda deneyimliydi ancak onu bile tam olarak beceremezdi. Yaşadığı her günün diğerinden bir farkı yoktu aslında. Uyanıyor bir şeyler yapıyor ve tekrar uyuyordu. Onunla ilk karşılaştığımızda bir otobüste yanımdaki koltuktaydı. Uzun bir yolculukta onunla birlikteydik, koltuğumu değiştirmeyi bile düşündüm defalarca. Ne dışarıya bakıyor, ne başka bir şeyle ilgileniyordu. Saçı veya sakalı o kadar kötü bir haldeydi ki ona acımıştım ilk gördüğümde. Hata bende tabi bir noktada konuşma açmak için birkaç soru sordum. Hani bazı temel soru kalıpları vardır ya ilk onları sorarsın veya sana sorulurlar. "yolculuk nereye" gibi veya "bugünde oldukça sıcak" gibi sadece birkaç cümle duymak için. Yol uzundu, inanın gerçekten çok uzundu. Ufaktan sohbet olmadan da çekilmiyordu fazla. Ancak o beni umursamadı bile "yolculuk nereye" soruma "umurumda değil" diye cevap verdi. Düşünüyorum da bir insan neden nereye gittiğini umursamaz, bilmez. Sonra bana dönmeden önümüzdeki koltuğun boyun yaslama yerine boş boş bakarak devam etti konuşmasına " neyi değiştirir ki nereden gelip nereye gittiğim." Kabul ediyorum yolculuk boyunca kurduğu en uzun cümleydi. "kusura bakmayın rahatsızlık verdim" diyerek işime geri döndüm.

Bir süre boyunca söylediği o uzun cümleyi düşündüm. "Nereden gelip nereye gittiğim neyi değiştirebilir?" düşündükçe daha da derinlerine indim bu cümlenin. O kadar büyük bir umursamazlık vardı ki sözcüklerinde o an için yaşamanın veya ölmenin onun için önemli olmadığına inandım. Biri gelip boğazına bıçağı dayasa sanki ona yalvarmazdı. Sonra onu izledim camdaki yansımasından. Ben cam taraftaydım o da koridor tarafında. Hiçbir tepki, hareket yoktu onda. Sadece oturmuş ve öndeki koltuğa bakıyordu. Bazen nefes almadığını bile düşündüm. "Nereden gelip nereye gittiğim neyi değiştirebilir?" benim geldiğim yer ve gittiğim yer önemliydi. Sonuçta ikisi de benim parçamdı. Doğduğum yer önemliydi mesela veya büyüdüğüm yer. Anlamıyordum onu. Sarhoş değildi, içki içtiğinden bile şüpheliyim. Peki neden? Peki neden?

Bir süre sonra dayanamadım kafamdaki düşüncelere ve bir soru  sordum saatlerce kurguladıktan sonra "geldiğiniz yerin veya gideceğiniz yerin önemli olmadığını söylemiştiniz. neden önemli değil? kaç saattir onu düşünüyordum ve hiçbir sonuca varamadım". Hiç kıpırdamadı, bir kez bile dönüp bakmadı bana sadece birkaç kelime söyledi ve tekrar sustu "isimlerin ne önemi var ki. topraktan geldim oraya gidiyorum." Başka bir konuda kilitlenmiştim yine. Topraktan gelip oraya gitme. Tamam evet bende benzer düşünürüm ama bunu onun gibi söylemem. Adam resmen sanki o an sen kimsin diye sorsam "toprağım" diyecekmiş gibiydi.  Hayatım boyunca onun kadar boş birisini görmemiştim. "Boş" burada bir hakaret gibi değilde daha çok onu betimlemek için kullanmıştım. Boş, hani içi boş bir kabuk gibi. Evet, bir kabuk gibiydi aynı. 

Aradan saatler geçmesine rağmen başka bir şey söyleyecek cesareti kendimde bulamıyordum. Gözlerini kapamış ve uyumuştu uyuduğuna dair en ufak bir iz bırakmadan. Sadece göz kapakları kapanmıştı ve o an uyumak ile uyumamak arasında onun için bir fark olmadığını gördüm. Bir süre sonra içecek servisi yapılırken bir içimde bir cesaret bulup uyandırdım onu. "Nereden gelip nereye gittiğin kim olduğunu değiştirir" dedim hafifçe gülümseyerek. Bir zafer kazanmış gibi hissediyordum taki o konuşup "peki kim olduğum neyi değiştirir" diyene kadar. Bu sefer uzun düşünmelere zaman tanımak istemiyordum ve hemen "kim olduğun senin hayatını değiştirir. dünya senin olduğun kişiye göre şekillenir" cevabını yapıştırdım. Bir an için bile duraksamadan "dünyanın nasıl şekillendiği neyi değiştirir?" diye sordu. "Dünyanın şekillenişi tarihi değiştirir" diye cevapladım duraksamadan. Bu oyun ise eğer ben kazanmalıydım. "Peki tarih neyi değiştirir?" dedi. "Hayatı" diye cevapladım artık tek kelimelik cevaplar verdiğimi ve kazandığımı düşünmeye başlamıştım. Fakat öyle bir şey söyledi ki ben oldukça uzun bir süre boyunca susmak zorunda kaldım. Dedi ki "ya hayat diye bir şey yoksa". O zaman biz neyi yaşıyoruzdan tutun da bütün deneyimlediğim onca şey neye kadar binlerce fikir geçti aklımdan. 

Bir ara uyumuşum bu düşüncelerin arasında. Çok yormuş olmalıyım ki kendimi bir ara uyuyakalmışım daha fazla dayanamayarak. Muavin son durağa geldiğimizde beni uyandırdı. Yanımda kimse yoktu, gitmişti. Sanki hiç var olmamış gibi. Gitmeden önce muavine bir kart bırakmış ve bana vermesini söylemiş. Kartı aldım tabi otobüsten inmeden ve hemen okumaya başladım. "Selamlar, benimle ilgili hatırladığın her şey bir düş. Aslında hiçbirisi gerçek değildi ve hiçbir zaman olmayacak. Senden bir şey yapmanı istiyorum sana verdiğim numarayı ara ve onlarla görüşmek istediğini söyle. Adresini ver onlara ve bekle."

Onun dediklerini yaptım ve numarayı aradım. Bir kadın açtı telefonu, sesi oldukça endişeli geliyordu. Adresimi verdim onlara ve kalacağım otelin ismini verecektim fakat bu konuda bir planım olmadığını fark ettim. Sonra kendime bir otel bulup tekrar aradım ve adresi verdim. Ertesi sabah beyaz önlüklü iki kişi beni almaya geldi. Geldiklerinde ikisini de tanımıyordum. Benim için çok endişelendiklerini ve kaç gündür sürekli olarak aradıklarını söylediler. Sonra beyaz bir önlük giydirip bana bir odaya tıktılar. Anlamıyordum olayları. O adam kimdi ve neden bana bir kart yazmıştı. Neden benim bir akıl hastanesini aramamı istemişti ve arayacağımı nereden biliyordum. Sonra bir gün yatağımın üzerinde bir not buldum onun el yazısı ile yazılmış olan ve okumaya başladım "buraya geldiğine göre emin ellerdesin artık. Bir daha kaçmaya çalışma sakın. Ben kim miyim? Sanırım kafana takılan en önemli soru bu. Sana daha öncede söylediğim gibi ben bir rüyayım senin uyurken gördüğün. Aslında daha önemli bir soru sorman gerek kendine ki onu da ben söyleyeyim sana. Sen kimsin? Hangi düşünsün sen? Yahut sadece bir başka rüyamı gördüklerin? Bir düşün."
Tekrardan düşünüyorum da hala onu tanımak istemiyorum. Yaşadığım onca şeye ve etrafımdaki farelere rağmen hala canımı yakan bir rüya o. Fareleri daha fazla sevmiştim ben. Rüya dediğin mutlu etmeli insanı değil mi? 

1 yorum:

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar