SENİN Kİ BENDE KARA - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

6 Ekim 2012 Cumartesi

SENİN Kİ BENDE KARA




Son günlerde bakıyorum sosyal paylaşım sitelerinde herkes kendi doğrusunu tutmuş, ötekininkini kötülemek için çeşitli yollar ve olmadık bahaneler ve aramaya koyulmuş görünüyor. Tabi bu daha çok siyaset arenasında, güya siyaset yapmıyor ama hakikatin o olduğunu ve ülkenin satıldığını falan, zaman zaman kırıcı olacak durumlara kadar götürüyorlar.

Tabi hemen söyleyelim biz onlara müdahil falan değiliz. Sadece takip ediyor, okuyor ve düşüncelerinin hangi menşeden geldiğini gözlemleye çalışıyoruz. Bizim de bu konularda en az onlar kadar fikir sahibi olduğumuzu bildiğimiz halde; bulunduğumuz görevinde bunu gerektirmesi dolayısıyla müdahil olmamayı akılcı buluyoruz.

Müdahil olmuyoruz ama bizimde bildiğimiz ve söylenmiş yerinde sözleri de; fikrimizde ve zikrimizde tefekkür ediyoruz. Nedir onlar diyecek olursak; ‘Güneş balçıkla sıvanmaz. Çamur atıp izi kalsa da, gerçek er veya geç ortaya çıkar. Bekâra karı boşamak kolaydır. Konuşmakla peynir gemisi yürümez, konuşmanın yanında konuştuğunu yapmak lazım. Oyunu kuralına göre oynamak lazım. Birilerine göre başarıya giden her yol mubah olabilir ama Allah korkusunu içinde barındıranlar için başarıya giden tek yol, hak yoldan hakkın razı olduğu şekilde başarıya koşmak mubahtır.’

Muhalifse konuşanlar yandın. Ne yapsan yaranamazsın zevatlara. İstersen ağzınla kuş tut. İstersen aylık 2000 tl değil de 10000 tl maaş ver. Satına yüzde 100 fiyat ver, aldığını da yüzde 100 ucuzlat. Dert o değil ki; senin ki benden kara demek. Öyle bir hal ki; sessiz kalıyorsun ya da çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar. Alttan alıyorsun tepene çıkardın diyorlar. Yaptıklarını anlatıyorsun amma da kendini övdün diyorlar. Bağırıyorsun sakin ol diyorlar. Sakin olup aklı başında hareket ediyorsun, bu kadar da sakin ve sessiz kalınmaz ki diyorlar.
Mazlumun maruz kaldığı zumlu dünyaya göstermek için bir şeyler yapmak, onlara insani yardım elini uzatmak istiyorsun, ne işimiz vardı bizim orada diyorlar. Yapmıyorsun hani o mazlumlar, garip gurabalar sizin kardeşinizdi, onlara yapılanları sadece seyrediyorsunuz diyorlar.

Dikine gidip herkese hak ettiği cevabı hak ettiği gibi vermeye çalışıyorsun, ona yakışmadı diyorlar. Verdiğin bir kararın yanlış olduğunu fark edip doğrusunu uygulamak istiyorsun, yalancı yine kıvırdı, onun yaşına başına yakışmadı diyorlar.

Zaten her şey onlara mubah, diğerlerine haramdır. İşte bu benim ülkemde yıllarca közlenmiş yaram. Bendensen ne ala, ne yapsan yerinde ve münasip; değilsen uzaya astronot göndersen la münasip, la mütenasiptir. Peki, ölünce ne diyecekler? Ölüm sana yakışmadı diyecekler. Aslında adam iyiydi be, zamansız öldü diyecekler. Hayatın kuralı mı bilmem ki; dünyadayken el üstünde tutulan çok kişiyi ölünce büyük çoğunluk unutur. Hatırlamak bile istemez. Dünyadayken değerini bilmediklerini de ölünce yaşatmaya çalışırlar.

Bu dünya ki; hakkın yolunu isteyenlere dar
‘Bu âlemde nur ile karanlığın kavgası var;
Dövüşüyor her yerde hayal ile hakikatler,
Boğuşuyor her zaman cinayetle faziletler.’ Mehmet Emin Yurdakul

Onun için âlim olmaya, bilgili ve kültürlü olmaya çalışmak gerekir. Çünkü Cahil insanlar davul gibidir. Sesi çok çıkar ama içi boştur.  Tolstoy: ‘Cahille tartışırken söyleyeceğin her söz ateşe atılmış birer odundur aslında.’diyor. Ateşe atılan odunun ateşi daha da alevlendirdiği gibi cahil olup söylenen sözü anlamak istemeyen kişiye verilecek cevabi söz, cahilin ateşini daha da alevlendirir.

Eğer bir yerde büyük insanların gölgeleri görmezden gelinip; küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir. Ama onlar bunu güneş battıktan sonra fark ederler muhtemelen. Önceden fark edebiliyor olsalar zaten, herkesin gölgesi hak ettiği kadar olurdu. Yani herkese hak ettiği değeri verirlerdi.

Konuşup yazmak bir ihtiyaçtır düşüncelerimizi başkalarına aktararak, birbirimizi uyararak güzelliklere yönlendirmek için. Ancak anlamayacaklarsa, anlamak istemiyorlarsa ve en önemlisi dinlemesini bilmiyorlarsa susmak bir sanattır. İlla söylediklerimizi kabul ettireceğiz diyerek kendimizi zorlayıp, bunu yaparken de sinirlenip kalp kırmaya hiç gerek yoktur. Çünkü kalp kırmak çok kolay, ancak tamir etmek ise gerçekten çok zordur.

Onun için akıllı hareket edip, ağzımızdan çıkacak her sözü iki tartıp bir söylememiz gerekir. Her ne kadar kırılan kalp tamir olmasa da, özür dilemeyi bilmemiz gerekir. ‘Akıllı insan, kendini sorgulayan ve ölüm ötesi için çalışandır. Aciz insan ise nefsine (çirkin arzularına) uyan ve Allah’tan olmadık şeyler umandır.’ (Tirmizi, Kıyamet, 25) Kibir ve büyüklük edip, özür dilemekten ve gönül almaya çalışmaktan kaçınmak ise daha büyük olumsuz sonuçlara götürebilir. Onun için güzel olanı tercih edip, hataları tamir etmeye çalışarak, pişmanlık duyarak, güzelliklere yol almaya çalışmak gerekir. ‘Şüphesiz ki Allah güzeldir; güzelliği sever! Kibir ise hakkın iptali, insanların tahkiridir.’ (Tirmizi, Birr, 61)

Ağaç hiçbir zaman çiçeğini bırakıp gitmez. Ağacı bırakıp giden her zaman çiçektir. Bedenimizi bir ağaç olarak nitelersek; ruh onda bir çiçektir. Çiçek onda güzel açarsa dünya kokusuyla dünyanın kokusu da güzelleşecektir. Bedendeki çiçek olan ruh açmazsa, buruşup çürürse dünyayı çürüksü bir koku saracaktır. İnsanlar bu bilinçle hareket ederse ve herkes imkânlar dâhilinde birbirini uyarmaya ve ruhları çiçek açtırmaya çalışırsa, dünya kendiliğinden güzelleşecektir.

Hani bir çocuk babasıyla oynamayı istermiş. Babası da yorgun argın eve geldiği için çocuğunu başından savmak için bir seferinde yapboz olarak düzenlenmiş dünya haritasını eline vererek; ‘git bu dünya haritasını yerleştirip düzelt, sonra gel oynamaya götüreceğim’ demiş. O da gitmiş 5 dk da haritayı yerleştirip gelmiş. Babası hayretle sormuş: ‘oğlum nasıl yaptın bu kadar kısacık sürede’ diye. O da; ‘baba arkasında insan resmi vardı. İnsanı düzelttim dünya kendiliğinden düzeldi’ demiş.

O halde kendimizden başlamak üzere önce insanı düzeltmeliyiz. Haksız yere can yakmamalıyız. Kalp kırmamalıyız. Benim dediğim, bizim dediğimiz diyerek tutturup azınlığın istediği değil. Çoğunluğun istediği olmalı. İstişareye önem vermeli ve her kesimin fikrini almalıyız. En doğruyu bulmaya çalışmalı, bu fikir bizimkilerden değil diyerek görmezden gelmeden, peygamberimizin istişare kuralına uygun olarak karar vermeliyiz. Karar verince de korkusuzca uygulamalıyız. O ki; toplumu ilgilendiren birçok konuda ve durumda yüce Allah’a ‘nasıl yapayım’ diyerek sorup, o şekilde hareket edebilirdi. Halkıyla, ashabıyla istişare etti ve karar verince de hiçbir şeyden korkmadan onu uyguladı.

Unutmayın! Haksız yere yaktığınız can kadar canınız yanacak ve başkalarını üzdüğünüz kadar sizde üzüleceksiniz. Önemli olan baktığın şeyin ne olduğu değil. Senin nasıl gördüğündür. Çünkü hangi niyetle bakarsan öyle görürsün…

Yüce Rabbim niyetlerimizi halis eylesin. Meseleleri at gözlüğüyle değil, hak gözlüğüyle görmemizi bizlere nasip eylesin. Senin ki benden kara değil; benim ki en akçası olmalıyı söyletmeyi ve yaptırtmayı cümlemize nasip eylesin.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar