Terk edişler... - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

10 Eylül 2010 Cuma

Terk edişler...

Dirseklerini bacaklarına dayamış başını avuçlarının arasına almıştı adam. Kamburunu çıkartarak oturuyordu. Arkada hafif bir müzik çalıyor ve adam derin derin iç çekiyordu. Kısa tırnakları kafa derisine batıyor ve ona nerede olduğunu unutturmuyordu. Bir anda kaybolmayı çok isterdi, hiç gelmemiş gibi gitmeyi. Ancak bu yapabileceklerinin arasında değildi. Düşünüyor, düşündükçe daha da derinlere batıyordu. Dinlediği her şarkı, aldığı her nefes acısını bir üst noktaya çıkartıyordu. Ne tek kelime edebiliyor ne de kalkıp gidebiliyordu. Kalması için binlerce neden vardı ancak gitmesi için öyle bir sebep vardı ki hepsini bastırıyordu.

Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Ayağa kalkmaya gücü olsa gider ve duvar saatinin pillerini çıkarırdı. Ne geçen zamana ne de saatin çıldırtan tonuna dayanabiliyordu. Ancak ayağa kalkmayı bırakın kıpırdayacak kadar güçlü hissetmiyordu. Hava serindi ve üşüyordu. Kalorifer sönmüştü ve ev giderek daha fazla soğuyordu. Umursamadı ancak bedeninin titremesini. Yanaklarından süzülen yaşları düşünmedi bile. Elinde olsaydı giderdi hiç gelmemiş gibi. Her saniye bilincine yıldırım olup çakıyordu. Gitmesi gerekliydi ve her saniyede biraz daha geç kalıyordu. 

Tırnaklarını kafa derisinden çekmeden avuç içiyle gözlerini sildi. Yapabilseydi hiç gelmemiş gibi giderdi bu evden. Misafir olduğu bedenleri bırakır mutlu olmalarına fırsat tanırdı. O geç kalmıştı terk edişlere. Başını geriye doğru atıp koltuğa yaslandı. O kadar fazla alışmıştı ki bu hayata. Şimdi tekrardan en başa dönmeliydi. Hiç mutlu olmamış gibi davranmalı, hiç sevmemiş gibi yapmalıydı. Derin bir nefes daha aldı ve bir süre boyunca geri vermedi. Yanında bir şeyi götürme şansı olsa duvarların yalnızlığını alırdı. Canım kenarındaki çiçeklerin kokusunu küçük bir şişede saklardı. Asla tekrar bakmamak üzere bir fotoğraf alırdı yanına. Gittiği her yere götürür ama hiç bir zaman çıkarmazdı onu. Ne gidebilir ne de kalabilirdi bu yüzden.

Başını sağ tarafa çevirmeye cesaret edemiyordu. Biliyordu küçük bir yastığa sarılıp uyuduğunu. Üzerine örttüğü örtünün açıldığını ve bedenini ortaya çıkardığını. Teninden yansıyan ışıkta karanlığın nasıl yok olduğunu biliyordu görmese de. Teninin kokusunu, rüyalarının huzurunu o kadar iyi ezberlemişti ki asla unutamayacağını düşündü. Her anı fotoğraflamak istedi bir an. Uyuduğunda, uyandığında, acıktığında ve yüzündeki her bir ifadeyi yüzlerce farklı fotoğrafta saklamak istedi. Onu uyurken izledikçe insanın gidesi gelmiyordu. Bir cennet varsa hemen yanında yatıyordu. Dokunsa kırılacağından korktu, kendisi parçalara bölünüyor olsa da umursamadı. Dokunsa kırılacağından korktu onun. Ellerini yumruk yaptı ve öfkesini topladı. Acımasızca davranan hayata karşı şimdiye kadar ne hissettiyse kendisine yöneltti. 

Yavaşça yaklaştı yanında uyuyan kadına. Vücudunun bütün hatlarını ezberlemeye başladı asla unutmamak için. Tenine son bir kez dokunmayı arzuladı şimdiye kadar hiç yapmadığı gibi. Dokunmaktan korktu ama kırılmaması için. Soluk alış verişlerini dinledi uzunca bir süre. Şu hayatta saatlerin gürültüsünü bastıran bir şey varsa eğer onun soluğuydu. Dudaklarından dökülen tek bir harf hayatın bütün seslerini bastırır ve ona her şeyi unuttururdu. Eğer bir ses alabilseydi yanına bu kesinlikle onun kahkahası olurdu. Müzik çalarına atar ve sürekli olarak dinlerdi. Bilirdi o güldüğünde hayat susardı. İçindeki fırtınalar sona erer ve güneşli bir gün başlardı hangi zaman olursa olsun. Çok geç kalmıştı hiç gelmemiş gibi gitmeye. 

Düşüncelerinin onu terk ettiğini fark ettiğinde kıza biraz daha yaklaştı. Bir öpücüğü, ona son bir kez dokunmak. Yaparsa eğer asla ayrılamayacağını biliyordu ama bu kadar severken durmak çok güçtü. Dudaklarının haritasını yanına almayı isterdi. Ne zaman kaybolsa hayatta, yolunu şaşırsa o haritaya bakmak isterdi. Karanlık gecelerde, yitip gittiğinde ona sığınabilmeyi diledi. Dudaklarına biraz daha yaklaştığında sıcak nefesini yüzünde hissediyordu artık. Son bir kez öpmek, son kez dokunmak istiyordu. Bu anı beyninin gerçekler bölümüne koyacak ve kalanlara yalan diyecekti. Onu sevmek bir daha başka bir şeye güzel diyememekti. Lisanındaki kelimelerin anlamlarını değiştirebilmekti onu sevmek. Bütün bir dili yeni baştan yarattığında geriye sadece ayrılık ve bir sözcük daha kalmıştı. Ayrığın anlamı her zaman aynıydı ama ondan ayrılmak ölmekti. O zaman ölmek onsuz bir ömür demekti.

Parmakları kızın yanaklarına dokunduğunda hafifçe hareket etti kız. Gözlerini bir parça araladı ve dudaklarını ileriye doğru uzattı. Adamın geri çekilecek gücü yoktu ve cennete doğru yolculuğa çıktı. Alevler içerisinde kaldığını ve ona ait olan ne varsa hepsinin küle dönüştüğünü hissetti. Parmakları kızın bedeninde dolaşırken aşkın ne demek olduğunu yeniden tanımladı. Kalan her şeye yalan dedi sonra alevler kimliğini silerken. Dudakları dudaklarına değdiğinde unuttu hayatını ve kendini ateşin içine attı geçen zamanın yıldırımları bedenine düşerken.

Güneş gökyüzünde yükselirken kız tekrardan uykuya dalmıştı. Adam dirseklerini bacaklarına dayamış başını acuçlarının arasına almıştı. Bir kez daha geç kalmıştı gitmeye. Zaman bilincine yıldırımlar düşürürken  hafif bir şarkı çalıyordu. Sahi yarını olmayan bir adamın sevilmeye hakkı var mıydı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar