Banner

Mutluluk hikayesi


Sabahın erken saatleriydi. Güneş gökyüzünde yükselmeye başlamış havadaki serinlik bir parça olsun azalmıştı. Güneş ışınlarının zemine ulaşması ile birlikte doğa yeniden canlanmıştı. Kuşlar şarkı söylemeye başladığında hayvanlarda dolaşıyordu özgürce. Kanatları siyah bir çizgiyle çevrili mavi bir kelebek zarif bir şekilde uçuyordu. Siyah çizginin hemen içinde beyaz bir çizgi daha vardı ve kanatlarının iç kısımlarında aynı beyaz tonda çeşitli şekiller vardı. Kanatlarının mavisi güneş batmaya yaklaşırken gökyüzünün aldığı renkteydi.

Kelebek çiçeklerin arasında gezinirken şiirsel bir görüntü sergiliyordu. Hareketlerinde naiflik vardı sanki bir çeşit aracıydı. Dokunduğu hiçbir çiçeğe zarar vermiyordu. Hatta çoğunlukla çiçekler hareket bile etmiyordu. Kelebeğin gidişini seyrederken onun amacını merak etti adam. Gerçekten onun bir amacı var mıydı hayatta yoksa doğası gereği mi yaşıyordu? Genlerinin ona söylediğini yapıyor ve sadece bedeninin emirlerine mi uyuyordu? Kelebeğin uçuşunda bir özgürlüğün olduğunu düşünmek ona bir parça da olsun rahatlık veriyordu. Hayatta özgür olunabilir dedirtiyordu ona ama bunun zıddını düşünmek onu üzüyordu.

Bu iki düşünce arasında dolaşırken kelebek uzaklara gitti ve o oturdu çime biraz daha gömüldü. Sırtını büyükçe bir ağaca yaslayıp dizlerini karnına doğru çekti. Sol elini toprağın üzerine sağ elini ise karnının üzerine koydu. Çimlerin tenine dokunması farklı bir duygu uyandırmıştı onda. Hele bu esnada parmaklarının ucunda toprağı hissetmek o duyguya farklı boyutlar katıyordu. Aslında düşünceleri ona ağır geliyordu. Bu sebeple sırtını ağaca yaslamıştı. Yoksa düşüncelerinin ağırlığı yüzünden toprağa gömüleceğine inanıyordu.

Bazen gereğinden fazla düşünürdü. Ancak gerekli düşünme ölçeğini bilmediği için sınırları ayarlamakta güçlük çekerdi. Aslında zihnine gelen her yeni düşünce ile toprağın derinliklerine daha fazla yaklaşıyordu. Bazen beyninin asla dolmayacağını düşünürdü ve bu düşünce onu korkuturdu. İşin ilginç tarafı ise zihnindeki düşüncelerin sayısı hiçbir zaman azalmazdı. Düşündüğü her cümle ile bir fikir daha gelir ve bir daha gitmezdi.

Zaten bu sebeple toprağa gömüleceğini düşünüyordu. Onun hayatı sorunlar üzerine inşa edilmişti. Öyle sorunlardı ki hiçbirinin bir çözümü yoktu ve onları çözemedikçe de zihni rahatlayamıyordu. Hayatın neden bu kadar anlamsız olduğu belki de en büyük sorunuydu onun. Sebepleri ve nedenleri sorguladıkça daha fazla anlamsızlaşıyordu her şey. Bu nedenle kendine onları sorgulamayacağına dair kendine söz vermişti. Ancak kendine verilen her söz gibi parçalamıştı en kısa zaman içinde. Anlamsız hayatına bir anlam aramakla meşguldü. Hatta o kadar meşguldü çimlerin üzerinde ne kadar oturduğunu bilmiyordu. Nasıl olsa yapacak daha önemli bir işi yoktu.

Bazen anlamsız bir hayatı neden yaşadığı soruyordu kendine. Bazı zamanlar da hayatta anlam bulamadığı için kendini suçluyordu. Aslında her şeyin suçlusu oydu. Hayatın anlamını bulamamıştı, değer verebileceği bir insan bulamamış, hiçbir şeye bağlanamamıştı. Belki de hatalı bir üretimdi o. Defolu ürünler gibi düşük fiyattan pazara sunulmuştu ve her defolu ürün gibi bir kenara atılmıştı. Bütün bunların arasında yaşamanın bir önemi yoktu gerçekten.

Derin nefes alarak kendini rahatlatmaya çabaladı yumruklarını sıktığını fark ettiğinde. Eğer yumruklarını sıkmaya devam ederse bir süre sonra tırnakları avuç içine gömülecekti ve bunu yapmak istemiyordu. Canının yanmasından korktuğundan değil de kanayacaktı avuç içi ve o kan kokusunu sevmezdi. Hissettiği duygunun literatürdeki karşılığı çaresizlikti. Yapacak hiçbir şey yoktu. Acısını hafifletmenin bir yolunu bilmiyordu evet düşünceleri ona acı veriyordu ve acısının bir merhemi yoktu.

Başka şeyler düşünmeye çabaladığı sırada etrafına bakıyordu. Bol renkli bir kuş ve küçük bir kelebek görmek istiyordu aslında. Onlara bakıp bir parça uzaklaşmak niyetindeydi ama onları görse bile düşünceleri yine her yeri sarıyordu. Etrafa bakarken deniz kenarında bir adam ve kadın gördü. Birbirlerine doğru bakıyorlardı. Ancak sanki aralarında bir evren kadar mesafe vardı. Adam siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Kadın ise kırmızı bir elbisenin içerisindeydi.

Bir süre boyunca seyretti onları. Kıpırdamıyorlardı, konuşmuyorlardı ve sebepleri merak etti. Kimdi onlar? Neden birbirlerine bakıyorlardı? Ve aralarında neden bu kadar fazla mesafe vardı gibi sorular zihninde dolaştı. Onların yaptığı en ufak bir hareketi bile tüm detayına kadar inceliyordu. Soluk alışverişlerindeki hızı veya hangisinin gözlerini kaçırdığını hesapladı.

Eğer uzun zamandır birbirini görmeyen bir çift olsalardı aralarındaki bu mesafe normal karşılanabilirdi. Ancak az da olsa konuşmaları gerekirdi. Hatta birbirine “benim hayatım güzel gidiyor, her şey yolunda” gibi yalanlar da söylemeliydiler. Hatta gözlerinde bir tutam hüzün, kelimelerinde biraz gözyaşı olmalıydı. Ancak bunların ikisi de yoktu. Sadece birbirlerini seyrediyorlardı yeni tanışan iki yabancı gibi.

Demek ki onlar yeni tanışmıştı. Bu sebeple ne diyeceklerini bilemiyorlardı çünkü kelimeleri bile yabancıydı birbirine. Yüzündeki gülümseme birbirlerini görmekten memnun olduklarını gösteriyordu. Ancak tedirginliklerini de bu teori açıklıyordu. Fakat hala boşlukta kalan şeyler vardı. Yeni tanışan iki insan neden konuşmuyordu. Konuşamamak anlatılacak şey kelimelerden daha büyük olduğu zamanlarda ortaya çıkardı. Ancak yeni tanışan iki insanda bu kadar büyük duygular oluşmazdı genellikle. O halde onlar birbirini tanıyordu.

Belki de birbirini sevip hiç açılamamış iki arkadaştı onlar. O kadar seviyorlardı ki birbirini hissettiklerini söylemeye korkuyorlardı. Eğer söylerlerse diğerini kaybedeceklerinin endişesi vardı içlerinde. Bu sebeple susmak zordu, acı verirdi insana. Hele onu kaybedebileceğinin korkusu her şeyin üstüne çıktığı vakit acı en üst düzeye ulaşırdı. Aslında hayatın komik bir şakasıydı bu. İkisi de konuşamazlardı. Eğer konuşabilseydiler istediklerine ulaşabilirlerdi. Ancak susmayı seçmişti hissettikleri korkuya yenilerek.

Belki de birbirlerine hissettiklerini açıklamak için gelmişlerdi oraya. Bu düşünce birçok şeyi açıklıyordu. Hatta “evet bu yüzden” bile demişti sesli bir şekilde. Ancak iki insanın bu şekilde acı çekmesi fikri onun hoşuna gitmemişti. Biliyordu ki aradaki boşlukların yüzünden yürümeme ihtimali yüksekti ilişkilerinin ve birbirini bu kadar seven iki insanın ayrı kalmasını istemiyordu. Hele hayatı boyunca birini o derece sevmediği için buna izin veremezdi. Sevgi bir kenara atılabilecek bir şey değildi asla.

Onların hikâyeleri çok farklı olmalıydı. Belki de ikisi de şehirden sıkılmış bir şekilde yürüyordu. O kadar sıkılmışlardı ki hayattan kaçıp gitmek istiyorlardı. Bu yüzden zaten şehirden uzaklaşmak için, unutmak için yürümeye başlamışlardı. Yürürken beyaz tavşanlar görmüşleri. O an içlerindeki çocuk kontrolü ele geçirip tavşanları kovalamaya başlamışlardı. Sonu hüzünlü bir masalım başlangıcı gibi eğleniyorlardı tavşanları kovalarken. Hatta bir an bir kapı bulup başka bir gezegene gideceklerini bile düşünmüşlerdi.

Deniz kenarına vardıkları sırada başka gezegene gitme hayalleri de suya düşmüştü ama orada birbirlerini görmüşlerdi. Birlerini gördükleri andan beri hareket etmemişlerdi. Konuşmaya başladıklarında söyledikleri her kelimenin diğerinin yüreğinde bir kilidi açtıklarını gördüler. O bir duygu oluşmuştu ki içlerinde dünya üzerinde doğru bir yer varsa onun üzerindeydiler. Eğer doğru bir kişi varsa onun karşısındaydılar.

Bir süre boyunca havadan sudan konuştular. Söyledikleri anlamsızdı. Bulutlardan, kurbağalardan veya çevre kirliliğinden bahsettiler ama kelimelerin içinde bir şey vardı ve o şey ikisini birbirine bağlıyordu. Sanki birbirlerini yıllardır tanıyormuş gibiydiler. Sanki birbiri hakkındaki her şeyi biliyorlardı ve garip bir şekilde mutluluğun kelime anlamını o an öğrendiler ve sözlüklerde yazılanların yalan olduğunu anladılar.

Adam onlara doğru bakıp “ve ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşadılar” dediği sırada onlar el ele tutuştu. Hayatı boyunca asla sahip olamadığı bir mutluluk hikâyesini daha bitirmişti. Zaten mutluluğun hikâyelerin dışında var olduğuna inanmıyordu yine de tekrardan sordu kendine. Onlara son bir kez bakar ve ayağa kalkar. Onların yerinde olabilmek için her şeyini verebilirdi. Sırtını onlara doğru yürümeye başladığı sırada son mutluluk hikâyesinin bir süre boyuna yeteceğini düşünüyordu.

Mutluluğu hikâyelerden başka bir yerde bulamamıştı. Bu yüzden mutluluk hikâyeleri yazardı hep. Eğer geriye doğru baksa orada kimseyi göremezdi. Kimse gelmemişti çünkü oraya. Veya adam hiçbir zaman o ağacın altında oturmamıştı. Günlerdir evinden dışarıya çıkmamıştı hiç. Mutluluk hikâyeleri kurguluyordu hep ve mutluluk sadece hikâyelerde bulunurdu.

Ve aşk nefes almaya önce hayallerde başlardı.


Resim: Edgar Ramirez

Yorum Gönder

1 Yorumlar

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.