Dün Adıyaman’ın şirin ilçelerinde Tut’ta minik öğrencilerle sohbet imkânı buldum. Adıyaman İl Halk Kütüphanesi’nin Sodes projesiyle hayata geçirdiği Gezici Kütüphane, dağ-taş demeden, uzak-yakın olduğuna bakmadan Adıyaman’ın en ücra köşesine bilgi taşıma derdinde.
İl Halk Kütüphanesi Müdiresi Filiz Karabulut, kendisine emanet edilen ve mutlaka yenilenmesi lazım gelen binayı şirin hale getirmek için epey uğraş verdi. Yeni bina yapılmasa da, elindekini en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştı ve modern bir kütüphaneye büründü. Kitabı, okurlarla buluşturmak, kitaba ulaşamayanlara destek olmak için de Gezici Kütüphane’yi Sodes Projesiyle hayata geçirdi.
Dün, işte bu projenin yeni yüzüyle birlikte Tut ilçesindeydim.
Gezici Kütüphaneye olan ilgiyi arttırmaya dönük farklı bir projeydi bu. Öğrencilerle yazarı buluşturacak proje kapsamında, hem kütüphane tanıtılıyor, hem kitap, hem de yazarla öğrenciler buluşmuş oluyor.
Tut Kaymakamı Ramazan Kendüzler, kullanılamaz halde olan ilçe kütüphanesini onarmış, hoş bir görünüme kavuşturmuş. 4 bin nüfuslu ilçede, kitaba ulaşmayı kolaylaştırmak istemiş.
Gezici Kütüphane denilen, bir otobüsten ibaret. Ön tarafında şoför ve arkasında dört koltuğu var. Arka bölümü ise raflara dizilmiş kitaplar yer alıyor. Tut’a bu araçla gittik.
Kaptanımız kontağı çalıştırdığında aklıma Eşekli Kütüphaneci diye ünlenen merhum Mustafa Güzelgöz geldi.
Sadece kütüphanede kitap okunmayacağını, yurdun en ücra köşesine kitabın taşınması gerektiğini ve bunu bir eşeğin sırtında yıllarca yapan Mustafa Güzelgöz, bütün kütüphaneciler için çok güzel bir örnektir.
Bir kütüphaneci “yan gelip yatma” şansına sahipken, eşekle de olsa, Gezici Kütüphane’yele de olsa, dağ taş dinlemeden vatandaşı kitapla buluşturmayı amaç ediniyorsa, bunu alkışlamak gerekir.
***
Hepsi birbirinden zeki Tutlu öğrenciler, beklemediğim sorularla beni şaşırtmayı bildiler. Neden yazdığımı, neden yazmaya gerek duyduğumu, nasıl başladığımı, yazmanın ve okumanın faydalarını, kalemle mi yazdığımı, bilgisayarla mı yazdığımı sordu durdular.
Hepsine cevap vermeye çalıştım.
Genellikle hep merak edilense “ne okumalı”dır…
Sahi, bir sürü kitap var, her gün kitap sayısına yenileri ekleniyor. Peki, biz ne okuyacağız, nasıl okuyacağız, kimi okuyacağız.
Zaten toplumumuzda “okuma” dendiğinde genellikle “kitap okuma” anlaşılır ama pek de okuyan bulunmaz. Okumak, elbette öncelikle yazılı bir metni okumanın adıdır ama aynı zamanda okumak, bir şeyin anlamını çözmektir. İşte asıl okunması gereken, okudukça bir kazanım elde edebilmek için, okumayı bir şeyin manasını çözmeye dönük düşünmelidir.
Bazen insanları okursunuz; Bir bakışın, bir gülüşün, belki kızgınlığın ya da nefretin nasıl yansıtıldığını, neler anlattığını öğrenir, okursunuz tek tek insanları ve çözersiniz manasını…
Bazen hayvanları, kuşları, böcekleri, inekleri, koyunları, kazları, tavukları…
Bazen ağaçları okursunuz, bazen çiçekleri, çoğunlukla tabiatın tamamını…
Belki dağları, ovaları ve denizleri, sonsuzluğa uzanan gökyüzünü…
Okumak, öğrenmektir. Çünkü okumak tanımaktır, bilmektir.
Ve okumak, yazıyla, kitapla hemhal olmak demektir.
Peki ne okumalı, nasıl okumalı?
Her olayın bir görünen, bir de görünmeyen yüzünün olduğu aslında herkesçe çok iyi biliniyor.
Okumayan birisi, olayların sadece görünen yüzünü algıladığı, görünmeyen yüzünü tahayyül edemediği bilinir.
Ancak okuyan kişi olayın görünmeyen yüzü hakkında fikir sahibi olur.
Bu nedenle okumak, öncelikle insanlara geniş bir bakış açısı kazandırır, ufkunu açar, geçmişi iyi bilerek geleceğe dair sağlıklı bilgiler elde eder…
Peki ne okumalıyız?
Bunun için “şu kitap okunur, şu kitap okunmaz” diye bir tavsiye de bulunulmaz, kitaplar arasında ayrım yapılmaz ama seçici olunur…
Dünyada milyonlarca kitap var ve yayınlanan her kitabın bir tek kitabı anlatmaya çalıştığını da büyüklerimiz söyler. Her yayınlanan kitabı okuma şansını yakalayamayacağımıza göre seçici olmak zorundayız.
Bir başka deyişle her yemek damak tadımıza uymuyorsa eğer, her yazılan da dimağ tadımıza uymaya bilir.
Bu nedenle seçici olmalı ama okurken önyargılardan arınarak okumalıyız.
Ve en önemlisi okuduğumuz parçanın, kitabın veya küçücük bir yazının bizi etkisi altına alması için değil, bakış açımızı zenginleştirmesine katkı sunması için okumalı, değerlendirmelerimizi bu bakış açısının zenginliğiyle yapmalıyız.
Okumak, yemek yemek gibidir.
Oburluk, yemekte zararlıysa, kitap okuma da faydalı olduğunu kimse söyleyemez.
Bu nedenle seçici olmak, okumayı düzenli ve sürekli hale getirmek, ne okuduğunu bilmek gerek. Her gün bir sayfa da okunacaksa bu süreklilik arz etmeli…
Okurken not almak, okuduğunuz koca bir kitabın hafızanızda kalmasına katkı sağlar.
Kısaca söylemek gerekirse, okumak elbette iyidir ama iyi okumak çok daha güzeldir.
Bilerek, anlayarak, özümseyerek ve neden okumak gerektiğinin farkına vararak elinize kitabı alın, hayatı alın, insanları gözlemleyin, kuşları, börtü böcekleri, çiçekleri, dağları, ovaları ve denizleri…
Hepsini iyi okuyun.
İşte o zaman kendinizi okumuş olursunuz…
Twitimden Seçmeler
Susmak, bazen çok şey anlatmaktır ama suskunluğun dilini iyi bilmek gerekiyor.
www.twitter.com/naifkarabatak
1 Yorumlar
dilosunkayfesi@gmail.com
Sevgiler