Küçük bir çocuk varmış... Epey küçük; Öoyu herkesten kısa ve fakat herkesten uzunmuş... Anne baba varmış evde. Belki bir abisi.... Belki bir de kardeşi. Belkilerden oluşan bir aile imişler. Babanın gecesi gündüzü karma karışık, aç kalmamaları için çalışıyormuş ve fakat yeni bir yazlık da alabilirlermiş o yaz. Annesi öyle söylemiş.
Evde anne ile çocuk...
Çocuk, hayatı oyun bahçelerinden bir araya gelmiş büyükçe bir bahçe sanırken, bir gün okula götürmüş annesi, siyahlardan bir elbise giydirdikten sonra. Çocuk, okula başlamış...
Okul karanlık. Oysa O'nun sevdiği dizi Ay Üssü Alfa imiş. Okul ayda değil, iki sokak ötede imiş... Ağırlığının iki katı olup -o defter ve kitaplar yüzünden- giderken okula, dönüşte bir tek kendisini getirirmiş çocuk. Götürdüğü astronot elbisesi olmadığı halde, O astronot elbisesi olmasını istermiş aslında götürdüğünün.
Ve uykuyu da sevmezmiş çocuk. Her gece erkenden yatırdıklarında, yorganı kafasına kadar çekip, uzay gemisi sürüyormuş saatlerce yorganın altında. Yorganın kıvrımları kumanda tablosu oluyormuş. Elini mikrofon yapıp başka gemilerle konuşuyormuş... Saatlerce uzayda geziyormuş çocuk gemisi ile. Ama bir türlü Aydaki üsse uğrayamıyormuş. Zaten çocuk, oyuncaklarla oynamayı da sevmezmiş. Geceleri oyununu hazırlar, sonra gündüz oynarmış.
Mandallardan yarış arabası, halının çevresini pist yapıyormuş uzay gemisi sürmek istemediği zaman. Kibritleri ortaya döküp, her kutudan bir ordu yaratıyor, orduları karşılıklı savaştırıyormuş. Bir türlü uzay gemisi olacak oyuncak icat edememiş çocuk. Logo denen şey yokmuş o zamanlar.
Çocuk büyüdükçe ve okulda okuma yazmayı öğrendikçe kitap okumaya başlamış. Bir türlü gidemediği o Ay Üssü, sayfalara gelmiş kolaylıkla. Geceleri, uzayın derinliklerinde gezebilmek için yorganın altına sığınması gerekmiyormuş artık. Sayfaları çevirmesi yeterli imiş.
Evde herşey aynıymış. Baba hâlâ gecesi gündüzüne katılmış çalışıyormuş o zamanlar. Ve anne hâlâ evdeymiş çocuk ile birlikte.
Zaman, okula gidişi gibi ağır, dönüşü gibi hızlı geçerken, mahalledeki kızlardan birisi ile daha çok vakit geçirmeye başlamış. O'nunla oyunlar oynuyor, evde birlikte oturup film izliyormuş. Sıkılmıyor, tam tersi can atıyormuş O'nunla yanyana olmak için.
Bunun sevmek olduğunu öğrendiğinde ve tam kıza söyleyecekken; En yakın arkadaşının da aynı kızı sevdiğini ve kıza söylediğini öğrenmiş. Kız da aynı şeyi söylemiş arkadaşına. Çocuk, arkadaşını da seviyormuş... Susmuş o yüzden.
Yenilgiyi öğrenmiş çocuk. Reddedilmeyi de, kalp kırıklığını da... Ama kalp kırıklığı olduğunu bilmeden .
Yaşı büyüdükçe oyunun yerini daha çok kitaplar ve filmler almaya başlamış çocuğun dünyasında. Kitap okudukça, bu dünyanın dışında bir dünya olabileceğini fark etmiş çocuk. Sonra fark ettiği bu dünyanın gerçek olabileceğini düşünmeye başlamış. Ve o dünyaya gitmesi gerektiğini anlamış çocuk.
Ve anladığı anda artık genç adam olmaya başlamış küçük çocuk... Nasıl gidileceğini araştırmasına yardımcı olmuş kitaplar ve filmler. Filmler ve kitaplar karışmaya başlamış zihninde. Hangisi kitap, hangisi film anlayamaz olmuş.
Bir kitap bulmuş bir gün genç adam ama aslında çocuk olan. Kitapta bir kızın yaptığı büyülü bir yolculuktan bahsediliyormuş. Küçük kız, bir dünyaya gidip gelmiş ama gittiği dünyada öyle şeyler yaşamış ki büyülenmiş genç adam ama çocuk olan. Ve o dünyayı kurmak istemiş zihninde; Sokakları, evleri, ağaçları, denizi, gökyüzü ile tek tek... Her okuduğu cümleden, her izlediği kareden bulduklarını o dünyaya yerleştirmiş. Yeni hayvanlar yaratmış gördüklerinden... Çünkü yaşadığı dünyadan keyif almıyormuş genç adam ama aslında çocuk olan. Ülke karışık, herkes kavgalıymış birbirine ve kimse gülmüyormuş diğerinin yüzüne. Oysa genç adam ama aslında çocuk olan, kavga etmek istemiyormuş kimse ile.
"Eğer" demiş bir gün bir arkadaşına, "Ben bu dünyayı yaratabilirsem; gidebilirim de ve gittiğimde burada yanlış olan ne varsa düzeltebilirim..."
Dağları, gölleri, evleri, ağaçları, bitkileri, hayvanları, insanları -ama mutlu insanları- ile yarattığında dünyasını, ilk önce bir köy iken koca bir şehre, sonra da şehirlere ve en sonunda büyük bir dünyaya dönüşeceğini anlamış.
Önce geceleri izlemeye başlamış o küçük köyü uzaktan, yine yorganın altında ve kafasına kadar çekilmiş halde iken. Tüm gece sürüyormuş nerdeyse , sabahları zor uyanıyormuş... Ama mutsuz değil tam tersi tüm yorgunluğuna rağmen mutlu oluyormuş... Sabah olduğunda, O'nu gören herkes hem yorgun hem de neden bu kadar mutlu olduğunu garipsiyormuş anlayamadıkları için.
İlk günler ve tüm geceler boyunca, bu giderek büyüyen köyü sadece izliyormuş genç adam ama hala çocuk olan... Dünyası varmış artık ama O, orada değilmiş. Sadece izleyebiliyor, insanlarla konuşamıyor, sokaklarında dolaşamıyormuş...
İzlediği dünyada hiçbir şeye dokunamazmış. Sadece gezebilir ve insanları dinlerken, yaşadığı dünyada işler aynı tekdüzelikte sürüp gidiyormuş.
Bir gün bir kitap okumuş yine... Kitapta, bir nehir kenarında yaşayan çocuğun, bir gün kendisi için sal yapıp, o sal ile kıyısında yaşadığı büyük bir nehirde yaptığı yolculukları okumuş heyecan ile... Yarattığı dünyaya gidebilmesi için sal yapamayacağını, yapsa bile salın o yolculuk için yeterli olmayacağını da biliyormuş. Başka bir yol bulması gerektiğini anlayıp düşünmeye başlamış... Geceleri yattığında, gündüz gözlerini kapattığında ve sustuğu anda gidebildiği bir dünya imiş. Gözlerini kapatamayacağına ve sürekli uyuyamayacağına göre başka bir yol bulması gerekiyormuş. O da, daha çok okumaya karar vermiş. Belki başkalarının yolculuklarını okurken, o yolculukların yapılma yolu onun da işine yarayabilir diye düşünmüş.
"Bir yolu mutlaka olmalı" diyormuş sürekli kendi kendine, "Bir yolu olmalı."
Artık hiç durmadan kitap okumaya, film izlemeye başlamış.
Genç adam ama aslında çocuk olan, kitapları okur, filmleri izlerken bir gün
ninesi gelmiş köyden. Akıllı kadınmış ninesi... Genç adam ama hâlâ çocuk olanın suskunluğundan ve sürekli okuyor olmasından, yorgunluğundan, yatağının gıcırtılarından, odasından sızan ışıktan gece yattığı halde uyumadığını ve bir şeyler yaptığını anlamış.
Genç adam ama hâlâ çocuk olan bir gün okuldayken, odasına girmiş ninesi ve girer girmez anlamış.... Odası kitaptan geçilmemekteymiş genç adam ama hâlâ çocuk olanın.
Okuldan geldiğinde karşısına almış genç adam ama hâlâ genç olanı ve sormuş neden bu kadar çok okuduğunu ve neden geceleri okuduğunu.
Ninesine yolculuklardan, maceralardan ve o gezen insanların görüp aktardıkları tuhaf ülkelerden, dünyalardan bahsetmiş genç adam ama hâlâ çocuk olan. Anlatırken hissettiği heyecanı fark etmiş ninesi. "Sen de mi gezmek istiyorsun?" diye sormuş ninesi. Genç adam ama hâlâ çocuk olan, "Ben kendi dünyamı buldum. Sadece nasıl gidileceğini bilmiyorum." demiş.
"Nasılmış senin Dünyan?" diye sorduğunda ninesi, heyecanla anlatmış O'na dağlarını, göllerini, kuşlarını, bitkilerini ve insanlarını...
Bu defa ninesi "Hiç konuşabildin mi peki" diye sormuş. "Hayır" demiş üzüntü ile, "Sadece izliyorum, dinliyorum ve gezebiliyorum ama konuşamadım insanlarla"...
Ninesi gülümsemiş ve başını okşamış torununun;
-Peki ya ben sana, nasıl konuşabileceğini biliyorum desem...
Heyecanlanmış genç adam ama hâlâ çocuk olan;
-Nasıl biliyorsun? Nasıl bilebilirsin? Sen gitmedin ki hiç oralara....
Ninesi de O'na kendi dünyasını anlatmış; çiçekleri, kuşları ve dağları ve insanları ile... Hatta elinden tutup gezdirmiş bile...
İnsanları dinleyip, kuşları ve doğayı izlemişler birlikte. Yerlerde yatıp, gökyüzüne bakmışlar.
Geri döndüklerinde, ninesine sormuş genç adam ama hâlâ çocuk olan;
-Sen nasıl bilebilirsin ve böyle bir dünya yaratabilirsin nine? Bugüne kadar niye anlatmadın?
"Kuzum benim" demiş ninesi,
-Anlatsam anlamazdın ki. Herkes kendisi bulur o dünyaları ve kendisi yaratır. Bizler sadece yardımcı olabiliriz o dünyalara ulaşabilenlere. Sen benim nasıl bildiğimi, nasıl yapabildiğimi bırak.
-Onlarla konuşabiliyor musun peki? Diye sözünü kesmiş torunu heyecanla
"Elbette" demiş ninesi;
-Konuşmaz olur muyum? İstediğim gibi konuşuyorum. İstediğim kadar da kalıyorum. Ve çok kolay. Eğer sana söylersem, senin de bunu ancak isteyene, arayana anlatman lazım ama unutma. Söz ver bakalım bana, sadece sen bileceksin ve ancak isteyene anlatacaksın sırrı. Kabul ediyor musun?
Genç adam ama hâlâ çocuk olanın dili damağı kurumuş heyecandan;
-Anlat nine, nasıl yapacağım? Söz veriyorum sadece isteyene anlatacağım sırrımı...
-Nasıl yapacağını sen zaten biliyorsun. Ben sadece NE İLE YAPABİLECEĞİNİ SÖYLEYECEĞİM sana, demiş ninesi gülümseyerek...
Oturduğu divandan kalmış, genç adam ama hâlâ çocuk olanın odasına gitmiş.
Geri döndüğünde elleri arkasındaymış. Bir şeyler getirmiş odadan ama saklamaktaymış... Gözlerini kapatmasını istemiş genç adam ama hâlâ çocuk olandan. Genç adam, gözlerini kapatmış. Bir takım tıkırtılar duymuş sadece ve dizlerinin önüne bir şey konduğunu hissetmiş... Ninesi, "Tamam açabilirsin gözlerini" dediğinde hemen büyük bir heyecan ile açmış...Önünde bir sehpa ve sehpanın üstünde, kağıt ile bir kurşun kalem durmaktaymış... Anlayamamış genç adam ama hâlâ çocuk olan. Ninesine bakmış soran gözlerle.
Ninesi;
"İşte bunlarla gideceksin oraya" demiş.
-Önce dünyanı anlatacaksın; kuşları, doğayı, evleri, gölleri, denizleri, balıkları ve insanları... Sonra, konuşmaya başlayacaksın onlarla. Yazacaksın konuşmaları, çünkü sana fısıldayacaklar ve sadece sen duyacaksın... Her konuşmayı yazacaksın... Nasıl ki o dünya zihninde duruyorsa, insanların sözleri de zihnine düşecek ve o düşenleri sen toplayıp yazacaksın... Sonra söylemek istediklerini de yazacaksın... Böylece, kelimeler kağıtta canlanacak. Sen de o dünyada yaşamaya başlayacaksın.
Kağıt ve kalem olacak senin "sal"ın...
Hadi şimdi yazmaya başla. Bak duymuyor musun? Konuşmaya başladılar bile seninle... --
1/01/2011 04:03:00 PM tarihinde AVRAM USTA tarafından
1mk adresine gönderildi
1 Yorumlar