Banner

"Seven insan kıskanır (mı?)"


"Seven insan kıskanır."

Klişe bir cümledir, değil mi? "Kıskanç mısındır?" Sorusuna veyahut "Sen de ne kadar kıskançmışsın!?" çıkışına yerinde bir cevaptır: "Seviyoruz ki kıskanıyoruz, kızım!" Bu karşılık karşısındakini tatmin etmese de sadece o an için sözün bittiği yerdir.

Kıskançlık, kuşkunun var olduğu limanlarda gezinir. En ufak şüphe, kafalardaki bir anlık soru işaretleri oraya demir atmasına sebeptir. Kıskançlık, bir yandan da onu tanımadığını, birbirinizi anlamadığınızı veya ortada bir iletişimsizliğin var olduğunu gösterir. Ve hatta, sevginin ham olduğunu bile gösterir. Fakat sevgi, bir meyve değildir. Dışardan çok güzel gösterebilir kendini amma anlar mısın/anlayabilir misin onun ham olmadığını? 

"Ben sana güveniyorum; amma ve lâkin başkalarına güvenmiyorum." Bu da her ne kadar mantıklı bir cümle gibi gözükse de, içinde çelişki barındıran bir serzeniştir. Güven duyduğuna veya güven duyman gerekene,  güvenmediğin bir başkasının yapabileceği hiçbir şey olamaz. Karşılaşılacak -mantık çerçevesinde- herhangi bir olay, sonuç itibariyle bir başkası için hüsran olacaktır. Şu gerçeği de atlamamakta fayda var: Bahsettiğimiz olgu; aşk ve kıskançlık. Bunun içinde teknik ve mantık arıyorum, bunu da sizin affınıza sığınarak dillendiriyorum.

Elbette, naçizane bahsetmeye çalıştığım, günümüz menfaat -yaşanılanların aşk olduğu zannedilen- ilişkilerinde görülmesi muhtemel diyaloglar ve kurgulardı. Oysa, 'aşkı' böyle görmek, böyle bilmek çok acı.
 Aşk, sevenin gayretiyle ancak sevilen nezdinde zühur eder. Çaba, karşıklı güven telkini ve ortak noktalarda buluşabilmek.  Bunların aksinde aşklar, menfaate bağlanır ve en ufak gerilimde, ipler bir daha bağlanılmayacak şekilde kopar. Ve ayrıca hiçbir aşk, sevdiğinin kolundan tutup gözlerinin içine bakarak "Seni seviyorum!" denilecek kadar da basit değildir, olmamalıdır. Sevgiliye karşı sarf edilen en ufak çabanın meyveleri, aşka giden yolun birer yapı taşları ve o yolun süsleri olacaktır.

Kıskançlığın aşkta hiç mi yeri yok? Tabiî ki var ve olmaktadır da. 'Kıskançlık olan aşk, aşk değildir' gibi bir söylemde bulunmak da, o kanaate varmak da elbette ki talihsizliktir. 'Kitab-ı Aşk'ta geçen şu sözler: "Hiç şüphesiz ben gözlerimin sana bakmasını dahi kıskanırım. Öylesine ki sana doğru bakmak isteyince, gözlerimi yere çeviririm." Gerçek bir kıskançlığı gözler önüne seriyor.  Bu öylesine bir kıskançlık ki; âşık, sevdiğini kendi gözlerinden kıskanıyor. Kıskançlığı bir ihanet olarak görmüyor. Aşkın doruk noktalarında geziyor ve aşağılara inmeyi ise hiç istemiyor, böyle bir şeyi kafasından bile geçirmiyor. Daima daha yükseklere çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuyor. Yükseklere çıktıkça da aşağısıyla hiç ilgilenmiyor. Oysa aşka ulaşamayan, zirveyi dahi göremeyen, oraya kendinden önce ulaşacak birilerinin olması ihtimali ile hezeyanlara kapılıyor.

Şimdi söyleyin bana bu aşığın kıskançlığında; nerede kuşku, nerede şüphe? Gerçek aşkı  ve gerçek kıskançlığı öyle uzaklarda aramaya da lüzum yok. İşte bizden bir şarkı:

Saçın yüzüne değse, telini kıskanırım
Birine söz söylesen dilini kıskanırım

Yazımı İskender Pala'dan bir anekdotla sonlandırmak isterim. Bir zamanlar bir genç, mahallesinden bir kızı sevmiş. Bu iki genç birbirlerini çok sevmişler. Sonra genç, gurbete gitmek zorunda kalmış. Yıllar sonra aşkından zerre miktar eksilme olmadan geri dönmüş. Geri dönen gence sevgilisi sitem etmiş:

-A gönlüme hükmeden! Bunca yıl geçti, yolunu gözledim. Ne bir haber, ne bir mektup? Meğer ne kadar vefasızmışsın.

Hakiki âşık genç ise sevdiceğinden duyduğu bu söz karşısında başını yere eğmiş, gözlerinden yaşlar boşandığı sırada: 

-Ey sevgili! Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?

Canına sevgili isteyen ile sevgili için can isteyen arasındaki farkı anlamamız hasretiyle.

Esen kalın...

Halil İbrahim Öztürk

Yorum Gönder

3 Yorumlar

A-H dedi ki…
sondaki anektoda bayildim, keske tum sevgiler bu kadar icten, bu kadar derinlikli yasanabilse.
Nesrin dedi ki…
Gerçekten bu zamanda böyle aşklar kalmadı.
Tüketim toplumu oldukça beklentilerimiz arttı, aşk da hızımıza yetişmedi, ve onu da tükettik.
Aşkı arzulamamıza rağmen, bu kadar da karamsar olmamız üzüntü verici. Gerçeği yakalayamasak bile ona ne kadar yaklaşırsak, yakalama ihtimalimiz o kadar artar. Ne diyelim inşallah; keşkelerin, karamsarlıkların yerini arzular, umutlar alır.