Sen ağlayamazsın.
Kendin için bile hakkın yok buna. Onlar üzülecekler senin yerine. Sevebilirsin belki.
Hadi olsun, bizim dilediklerimizi sevmene izin verelim. İçinde isyan varmış, gözyaşların durmazmış boşuna...
-I’ ıh olmaz, sen ata yadigârı devralınmış bir sevgilisin. Ağlama!
Gül! Emanet bir çocukluk, yaşanmamış gençlik, adanmış bir ömür gibi ol ve gül.
Sirklerde palyaçolar gibi hissetsen de bazen, gül! Posası kalıp özü çalınmış bir ayçiçeğince, koklanıp atılmış, her gün açmak zorunda bir gül gülümsemesi boynuna ferman olup asılmış gibi.
Dışı seni, içi beni yakar; Taze yaprakların içine düşmüş ateş gibi duman duman, için için, tüte tüte yansan da gül! Alıştırmışsın bir kere böyle gelip böyle gidilmeye.
Dışı seni, içi beni yakar; Taze yaprakların içine düşmüş ateş gibi duman duman, için için, tüte tüte yansan da gül! Alıştırmışsın bir kere böyle gelip böyle gidilmeye.
Hani serde erkeklik var diyeceğim ama yengeçler dişi, şairler doğurgan ve ağlamak ne zamandan beri hak oldu, alındı, satıldı, lütfedildi. Ben bilmiyorum, senin haberin var mı?
Aynaya baktığımda benim içimde sönmeyen bir şeyler var. Senin de bastırılmış hıçkırıkların aşikar. Öyleyse yaslan göğsüme, omuz omuza ağlamak kadar güzel bir yağmur gördün mü sen yeryüzünde. Yüzümüze vuran ışıktan az sonra gökkuşağı doğacak, benimle güneşi bekle.
Biçilmiş kıyafetler gibi üzerimize dikilmiş kimliklerle yaşamak. Dar, hapsedilmiş küçük dairelerden kanat çırpışlar. Konduğumuz her sevda dalının ardında neden bir avcı yürek gizli?
Neden paylaşılan yalnızlıklar sonunda kanatlarımız kırık; ellerimiz, kalemimiz kelepçeli?
Ağlama haydi gül! Gülsün sen; açmadan, henüz tomurcukken çalınmış bir bahçeden. O yüzden ağlayamazsın. Sözde adanmış değilsin ya hani. Oysa ağlayamazsın işte. Evde, her zaman ve her yerde, nedensiz ağlamak gibi bir özgürlüğün hiç olmadı ki senin.
Her derde çözüm üretmek olmasa da yaptığın, dost yüreklere boyun eğmişliğin acısını yaşarsın, yalnız kaldığında kendinle. Oysa bilmediler, bilmezler içindeki kızgın köpekleri nasıl zincirlediğini. İnsafsızca, bencilce dokunurlar; dokunuldukça kızıl kanayan yerlerine.
Görmezler içindeki kavgayı. Görmezler boğuşmayı. Kederi, isyanı görmezler. Görmek istemezler aslında, kendi yaralarından dem vurmak varken bir de sen çıkma diye. Çaresizlik değildir seninki, kendini mahkûm etmek çaresizliğe. Sevdin ya bir kez işte. Susmak, diline domuz bağı...
Kendileri yok, Allah’ları var ama senin canını yakan onlar. Kimi tanımışsan, kimle yaşamışsan,
Dost bilmişsen hep böyle. Onlar kötü değiller, sen de şahitsin buna Tanrı katında. Egolarına boyun eğdin ya işte, belki de en büyük hatan bu. Sen alıştırdın. Sen sevdirdin. Sen hazır sundun her şeyi. Onlar şimdi hazır bir saltanatın keyfini sürmekteler. Sense çaresiz köleliğini yaşamaktasın kendinle.
Sil gözyaşlarını şimdi.
Sen ağlayamazsın. Yıka elini yüzünü ve gülümse aynalara. Kılık kıyafetine çeki düzen ver. Her zaman görmeye alışık oldukları şirinlik maskelerinden birini tak yüzüne ve son bir kez mutluluk servisi yap bu akşam yine.
Sen ağlayamazsın. Yıka elini yüzünü ve gülümse aynalara. Kılık kıyafetine çeki düzen ver. Her zaman görmeye alışık oldukları şirinlik maskelerinden birini tak yüzüne ve son bir kez mutluluk servisi yap bu akşam yine.
Sonrası...
Onlara verebileceğin tek bir şey var, seni biraz olsun anlamaları için.
Sensizlik...

3 Yorumlar
Üzerimize bol gelmiş, dar gelmiş o kıyafetler kimin umrunda...
Görüntüsü güzel ya, gerisi boş...