Banner

Cem Adrian


Son anda yetişmiştim otobüse.Hiç erkenden gittiğimi hatırlamıyorum zaten.Soluk soluğa bindim.Beş on saniye kendime gelmekle meşguldüm gözüme tamamen dolu gelen otobüste oturacak yer var mı diye bakınmadım bile o süre içinde.Sonra nefes alışlarım bir düzene girdi.Kalp atışlarım normale döndü.Ve derin bir iç çekiş.Ardıma baktım arkalarda bir boşluk gördüm.Kısa adımlarla oraya ilerledim.Uzaktan tamamen boş gibi görünen ama tüm diğer koltukların dolu olduğunu düşününce orada birisinin olmamasının anlamsız geldiği çiftli koltuğa ulaştım.

Evet boş değildi.Başında gri örme şapkası olan siyaha yakın dalgalı kumral saçlı,yirmi yaşlarında bir kız cama yaslanmış uyuyordu.Avuç içi yukarıya gelecek şekilde tuttuğu müzik çalarından uzanan kulaklıklar daha şapkasına varmadan saçlarının arasında kaybolmuştu.Yanına oturmak için izin istemeliydim ama rahatsız etmek istemedim.Oturmamaya karar verdim.Ben bunları düşünürken.Gözlerini araladı ve dönüp bana baktı.Yanında dikilmiş birini görmüşe benziyordu yüz ifadesi.Toparlandı hafiften.Zaten çok dağıtmamıştı kendini.Daha ben müsade istemeden kafasıyla oturabileceğimi ima etti.Ben de mimiklerimle teşekkür edip oturdum yanına.

Gözleri dikkatimi çekmişti.Derin.İnsan.Canlılık.Enerji.Hoşgörü.Merhamet.Sevgi.Aşk. Anlatılmayacak bişey.Anlatılamayacak kadar basit bişey.Anlatılmadan durulamayacak kadar da hoş.Sonradan öğrenecektim bu duruma "Şibumi" dendiğini.Anlatılamayacak bişeyi anlatma çabası.Renkli değildi.Zaten mavi veya yeşil gözlerden çokta hoşlandığımı söyleyemem.Bilim kurgu filmlerinde ruhu ele geçirilmiş insanlara benzetiyorum onları.Bedenleri esir alınmış canlılar gibi.Hani bir şirketin askerleri olmuşlar sanki.Robot kısacası.En insancıl en merhametli bakışları kahverengi gözlerde buluyordum.Ses çıkarmadan da konuşabilirim diye düşünüyordum o gözler sayesinde.Dünyanın en güzel ve tatlı dilini konuşmaktan bahsediyorum.

Ve müthiş bir koku.Kaçamak bakışlar yapmaktan kendimi alamadım.Elleri terlemiş müzik çaları ıslanmıştı.Kurulamak için dizlerine sürdüğünde ellerinin ne kadar küçük olduğunu farkettim.Sonra bir kez daha kaçamak bakış.Göz göze geldik.Sanki ikimizin de pencere kadar büyük gözleri varmış da bir o köşesine bir bu köşesine bakıyormuşuz gibi kıpırdıyordu gözbebeklerimiz.Ama ayrılmıyordu bir türlü.Ayrılmasındı.Bembeyaz yüzü onu ne kadar cansız gösteriyorsa,gözleri o kadar canlı gösteriyordu.Sonra gözlerim dudaklarındaki harekete takıldı.Gülümsemeye başlamıştı.Yeniden gözlerinin içine baktım onlarda gülüyordu.Ben de katıldım ona.Sonra sanki herkes bize bakıyormuş gibi hissettim.Önümüze döndük.O da kafasını cama yaslayıp gülümsemeye devam etti.Her kaçamak bakışımda yüzündeki masum gülüşü görmek daha sık bakmaya yöneltiyordu beni.

Tüm bunlar olurken Önden ilerleye ilerleye yanımıza kadar gelmiş yaşlı çifti fark edememiştim bile.Kimsenin umurunda değildi yine.Ama bunu bile yer vermek için ayağa fırladıktan sonra düşünecektim.En azından yaşlı teyzeye yer vermeliydim.Bir adım öne çıktım.Kızı unutmuştum .Aman sanki unutulmayacak biriydi.Fazla mı abartmıştım.Derken o kokuyu çok daha yakından soludum.Huzur veriyordu.Etrafta bu kadar insan olduğunu unutabilsem belki bayıltılmak istendiğimi düşünecektim.Ama nasıl olmuştu.Nasıl bu kadar yoğun olmuştu onun yanından ayrılmama rağmen.Nasıl yanında otururken bile olmadığı kadar yoğun hissetmiştim o kokuyu.Nefesini ensemde hissediyordum.Arkama döndüm.Burun buruna geldim.Gözlerinin içinde kaybolmak istedim.Yaşlı amcaya yer vermişti.

Sol elimi bir başka elin kavradığını fark ettim.Ne zamandır tutmuştu o el ellerimi.Kimin diye baktım.Yaşlı teyzenin elleriydi.Bir eliyle benim diğer eliyle kızın ellerini kavramıştı.Gözlerinin içinde kuyuya düşmüştüm sanki.Bir yanım hala oradaydı.Yaşlı teyzenin teşekkürünün sonlarına ancak dönebildim gerçek zamana.Görüntüler birbirine karışıyor,zihnim ve duyularım arasında anlaşmazlıklar baş gösteriyordu.Teyze tam olarak ne söyledi bilmiyorum ama kızın tekrar yüzüme bakması ile onun söyledikleri arasında bağ olduğu şüphesizdi.Kız gülüyordu bana bakarak.Ne söylemişti acaba.Merak etmiştim,tebessüm ederken anlamaya da çalışıyordum.Ellerimizi serbest bırakınca bir adım daha ilerledim.O da geldi arkamdan.Ne olacaktı şimdi.Dönüp yüzüne mi bakmalıydım yoksa camdan dışarıyı mı seyretmeliydim.Omzuma dokunan küçük el bana farklı bir alternatif sunacaktı.

Kulaklığın tekini bana uzatıyordu.Bundan daha iyisi olmazdı.Büyük bir mutlulukla aldım elinden.Rüyada gibiydim.Gerçek miydi tüm bunlar? Ben bu kadar güzelliği hak edecek ne yapmıştım ki.Ayrıca hak ettiğimi de nerden çıkarıyordum.Böyle düşünmemeliydim.Alt tarafı dinlediği müziği paylaşmak istemişti benimle.Daha tanışalı 5 dakika olmasa bile.Tanışalı mı? Tanışmış mıydık biz.Kulaklığı kulağıma götürürken “Fatih” dedim.Ses çıkarmadan sadece dudak kıpırdatarak ismimi tekrar etti.Kafasının içinde kocaman bir salon vardı da çok değer verdiği bir tabloyu duvara asıp sonra da güzel durdu mu diye bir adım geri çekilip bakmış gibiydi ismimi hafızasına kaydederken.Sonra kendi salonumda birazdan alacağım nadide eseri asmak için yer arar gibi baktım yüzüne.O da ismini söyledi.Hediyemi aldığım gibi astım salonun en güzel yerine.

Rüyalarda olur ya hani hiç olmadık bir anda kendini bambaşka bir mekanda bulursun.İşte biz de artık otobüste ayakta seyahat eden iki kişi değil ,son derece ferah bir salonda hoş bir müzik eşliğinde konuşmadan yürüyorduk sanki.”Cem Adrian dinler misin sen de?” diye sordu.Konuştuğunda yüzüme çarpan nefesinin bile beni benden alması utandırdı beni.Nasıl bu hale gelmiştim.”Evet ama çok fazla değil.Hakkında birkaç şey biliyorum sadece” dedim.”Anladım” dedi üzülür gibi.”Adrian nerden geliyo.Yabancı mı diye merak edip araştırmıştım.Edirne’nin eski adıymış.Adrianapolis’ten geliyor".Şaşırdı."Biliyor musun?" dedi."Ben bunu bilmiyordum".Bunu söylerken kendinin de söyleyeceği şeyler olduğu belli oluyordu.Bekledim.O da devam etti."Uzmanlara göre bin yılda bir rastlanan bir sese ve normal bir insanın 3 katı uzunluğunda ses tellerine sahip". Bu kadar özel biri olduğunu bilmiyordum ama bildiğim bir şeyler yok değildi."7 oktav evet" dedim."3 oktav bile herkese nasip olmuyormuş" derken bir hayranlık sezdim gözlerinde.Kıskanmaya mı başlamıştım? Dalmıştım.Müzik dalmama izin vermişti adeta.Görüntü bulanıklaştı sabit bir noktaya bakmaktan.Ama nereye bakıyordum ki?En son gözlerine bakıyordum.Tekrar netleştirdiğimde tekrar o masum güzellik ve içi gülen gözler buldum karşımda."Bu şarkı sana gelsin" dedi.Aynı anda iki şeye odaklanamaz olduğumu farkettim.Ya müzik,ya da masum güzellik.İkisi de alıp götürüyor diğer herşeyi unutturuyordu bana.Bu şarkıyı göndermişti.Kulaklıktan ikimizi birbirimize bağlayan şarkılar.Konuşmadık yol boyunca.Daha doğrusu kimse konuştuğumuzu duymadı.Çünkü ben söyleyeceklerimi sağ kulağımdan ruhuma akan şarkıya döküyor,onun sol kulağına gönderiyordum.Şarkının, söylediklerimi onun da ruhuna zerkettiğinden emindim.


Sonra ne olduğunu sormayın bana.Eve gittim ve o şarkıyı defalarca kez dinledim.Cem Adrian'ı daha çok dinlemeye başlamıştım.Hakkında daha çok şey öğrendim.Sesi rengarenk bir sanatçıyı tanıdım.Ama o renkler tıpkı yağmur sırasında güneş açmasıyla oluşan gökkuşağının renkleri gibi şarkı söylerken ortaya çıkıyordu.Gökkuşaklarının altında hazine olduğu efsanesi ne kadar doğrudur bilinmez ama ben Cem Adrian'ın ses renklerinin altında masum yüzü,içi gülen gözleri,küçücük elleri aradım durdum.Tekrar görebilmek umuduyla o gökkuşağının altında gezindim.Buldum mu? Ararsan bulursun.Hele de doğru yerde arıyorsan.




Cem Adrian from Fatih on Vimeo.






Not : Bu hikaye çoğunlukla hayal ürünüdür.Bloğumda daha önce bahsetmiş olduğum birkaç sanatçı ve grup mevcut ama Cem Adrian'ı daha farklı ve özel olarak ele almak istedim.Aylar önce Cem Adrian'ı bana öneren Sezin arkadaşıma çok teşekkür ediyorum.Bir anlamda kulaklığını benimle paylaştı :) Sakarya'dan kalkıp Eskişehir'e Cem Adrian konserine gittiğinde "Cem'i anlatmak sana düşüyor" dedim.Hem bana o önermişti."Eğer bir yazı yazarsan ben de bir klip hazırlarım ve bunu blogda yayınlarız" dedim.Kabul etmesine rağmen daha sonra kendini onu yazmaya hazır hissetmediğini belirtti.Ben videoyu hazırlamıştım.İşte şimdi bir de böyle bir hikaye yazdım.Umarım beğenilmiştir.Cem Adrian hakkında daha çok bilgi verebilirdim.Ama hikayede o noktada spontaneolarak kıskanmam gerektiği için kısa kestim :) Fakat size Can Dündar'ın Cem Adrian hakkında güzel bir yazısını önerebilirim.Tık tık

Yorum Gönder

2 Yorumlar

Erkan Şen dedi ki…
Evren çok büyük kapasiteli bir radyo ya da televizyon vericisidir biliyor musun?

Neden mi?

Çünkü bir kaç küçük farklilikla bu hikayeyi gercekleyebilirim. Durak, hat ve koltuk yeri verebilirim. Hatta otobusteki farklı ve hoşlanmış gözlerle bakan yaşlıları dahi tarif edebilirim hala tam olarak.

Devamını da çözebilirim resmin hatta...

Ne garip...
pixis dedi ki…
cem adrian en sevdiğim sesdir benim..
bıkmadan defalarca dinleyebilirim onu..
onu dinlerken bolbol çizim yaparım...
ve en güzeli de ne biliyor musun?
kendisiyle koca bir günü birlikte geçirebilmiş olmak! öyle sıcakkanlı ve mütevazi ki... :)