Öyle ertelendik ki sevgili, yakamızı bırakmadı hiç milletin cinsiyet kalıpları.
Bu
kez fazla bekletmedim. Tamam, biliyorum, yine kış ayına rastladı
gelişim. Kar, tufan, paçalarım çamur, kabanım ıslak, yüzüm ter içinde...
Sana
yıllar önce bugünün tarihini verip geleceğimi söylemiştim. Bak geldim!
Seni hiç bu kadar zayıf görmemiştim. Ellerini tutmaya kalkışsam un ufak
olacak, diye sevgilinin ödü koptu. Bizi bir saniye yalnız bıraksın diye
içimden bildiğim tüm duaları okudum hepsi yarım yamalak...
Belki de bu yüzden kabul olmadı. Beklenti işte!
Devrimci
gülüşümü getirdim uzaklardan. Öpüşürken daha iyi hissettiğin soluğumu
ve tüm arkası yarında son bulan aşklara inat, sol yanımı. Gözlerinde
kalan sarılık ve ay ışığında bir halta yaramayan gölgemin utancıyla
girdim o soğuk odaya. Çokça Oğuz Atay okudum sırf sen seviyorsun diye
tutunamayanlara tutundum. Olric ile albayın muhabbetlerinde ince belli
bardaktaki demli çay aroması oldum. Bir gün senden af dilemeye cesaretim
olursa diye saçma sapan otomobil posterleri biriktirdim. Yokluğunda
seninle tekrar hayata döneceğim günü bekledim. Sensiz geçen son beş
yılda,ipsiz sapsız biri olup çıktım ve anladım ki birinin yaşaması bazen
bir başkasına bağlıymış. Ne çok şey öğretti bana yokluğun; mesela
Özdemir Asaf sevmeyen ben; şiirlerini ilmek ilmek işledim dilimin tatlı
tarafına. Onun söylediği gibi yaptım. Düşlerin, sevi'nin ve saygının
giysilerini maviye boyadım. Ayrılığın gömleğini ise kara çizdim.
Tanıştığımız
mevsimi hatırlamıyorum, ama mutlaka güzdü ve sen güze inat, hafızamdan
asla silinmeyecek olan o ilk gülümseyişteki gamzelerini koydun avucuma.
Sonra üzerindeki paltonun parlement rengini, dudaklarının arasındaki
sigaranın filtreye yakın yerini, kirpiklerinin uzun bir yol gibi uzanan
eşsiz kıvrımını -ki onlar benim kasidemdi.-
Bir kahvaltıydı
sanırım masaya ilk oturuşumuza sebep olan ve kahvelerimizi
yudumlayışımız ilk öpüşmemizin hemen ertesiydi. Acelen vardı. Gitmek
zorundaydın. Otobüsün hangi saate rastlayan seferine yetişmeye
çalışıyordun kim bilir? Acemiydim. O gün durağa doğru birlikte
yürümedik, ama ben o günden sonra hep senden önce vardım bekleyeceğin
kaldırıma.
Uzaklaştım
ve yıllarca bir kitap kahramanıyla yaşadım. Nevi şahsına münhasır
kitapçı dükkânlarının içinde dolaşıp Olric'i aradım. Bulamadım. Bir
şansım daha olsaydı emin ol, durdururdum zamanı. Kadıköy'de hep
yazarların ve şairlerin mekânı olan o pastanede ellerime vuran heyecanla
beklerdim seni. Sen hiç saçların dökülmemiş,
kirpiklerin rüzgâra karışmamış, beyaz bez spor ayakkabılarını kapı
eşiğinde unutmamışsın gibi sarılırdın bana. Ben, saçma sapan hatalar
yapmamış, seni bir sonbahar akşamı kapı dışarı atmamış ve her şeye
rağmen merhametinin karşısında ezilmemiş gibi serilirdim çıplak sırtına.
Son
evrede olduğunu söylediler. Beş para etmez biri olduğum için bunu
başkalarından duydum. “Görsen tanıyamazsın,” dediler. “Soluğunu
hatırlarım,” dedim. O son nefes kesilmeden yetişirsem onu avuçlarımda
saklarım.
Sana gelene kadar kaç şehrin tuhaf yalnızlığından
geçtim? Kaç çocukluk eskittim? Kaç kere yaşlandım? Kaç kere öldüm? Kaç
kere dirildim? Dayak da yedim. Yere de serildim. Yine de kalktım. Kaç
tren çıktı raydan ve kaç otobüs otobandan? Kaç kere fırladım
otomobilden?
Geldim bak! Yüzüne yüzümü sürmeye geldim. Biri var
yanında. Bana çok yabancı, ama zor günlerinde benim aksime hep yanında
olmuş ve sen uyurken sürekli ağlıyor, ben ağlamaya bile utanıyorum.
Birileri buna aşk demiyor. Çünkü her şeyin belli kalıpları varmış gibi
yaşıyorlar.
Oysa benim hikâyem başkaydı. Kaçtım. Hep kendimden...
Sana karşı olan duygularımı yalanlayıp durdum. Sevişirken bile...
Gülümsüyordun.
Gülümseyince bırakamıyordum seni. Öyle ertelendik ki sevgili, yakamızı
bırakmadı hiç milletin cinsiyet kalıpları. Alnımızda bir etiketmiş gibi
taşıdık; bize dayatılan ne varsa. Annem, “askere gideceksin,” diye
tutturdu. Eğitimimi yarım bıraktım. Babam, hal ve hareketlerimden
rahatsızlık duydu; gelinlikli bir kadını koynuma soktular. Evlenmek
deniliyormuş buna. Kendi hayatımın başkaları tarafından nasıl yok
edildiğine tanık oldum. Sonra İstanbul'da sana aktım. İnanamadım. Hani
alışkın değilim ya ondan. Ailem seni öldürmekle tehdit etti; haberin
olacak diye ödüm koptu. Bir akşam işten eve geldiğin vakit o büyük
kavgayı çıkardım ve kovdum seni. Sırf ölme diye. Şimdi bir hastane
odasında o boş yatağa bakıyorum. Kimse inanmayacak biliyorum son solukta
beni öptüğüne...
Sevgilin ıslak toprağın üzerine hercai menekşesi
ekerken, arada bir onun bana yönelen bakışlarına aldırış etmeden,
düştüğüm yeri, mermerini okşuyorum. Sabahattin Ali, senin bir ikindi
vakti çıktığımız balkonda kulağıma fısıldadıklarını söylüyor:
Bu sükût, çiğnenen bir muhabbetin yasıdır.
- Genel
- Edebiyat
- __Şiirler
- __Öykü
- __Kitap
- __Mizah
- __Bilim Kurgu
- Makaleler
- __Günlük
- __Denemeler
- __Gazete
- __Köşe Yazıları
- Kültür Sanat
- __Sinema
- __Tiyatro
- Özel Günler
- __23 Nisan
- __Kadınlar günü
- __Anneler günü
- __Babalar günü
- __Sevgililer günü
- __Öğretmenler günü
- Kampanya vs.
- __Anket
- _Röportaj
- _Günün konusu
- _Günün sorusu
- Seyahat
- _Gezi
- _Tatil
- _Fotoğraf
- Spor
- _Yarışma
- Sağlık
- _Yemek