Beyoğlu'nda ipteki çamaşırların kurumadığı bir sabah daha... Telesekreterdeki
boşluk tüm odaları sessizliğe mahkûm etmiş gibi görünüyor.
Televizyondaki spiker yine bir intihar haberini yüzündeki bir ton
makyaja hüzün katarak sunmaya çalışıyor. Ayten, eteğini sürüyerek
geçiyor bir odadan bir dip odaya. Bir bardak ayran duruyor mutfak
tezgâhının üstünde ve sandalye üzerinde al yazma... “Unutmak değil de unutulmak koyuyor insana,”diye geçiriyor içinden gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş cenaze. Kitap
bitmemiş henüz. Eski bir daktilo tükenmeye yüz tutmuş mürekkebine
küfrediyor; durduk yere. “Bizim şarkımız vardı,”diyor fiyakalı Sedat.
Ulan! Kolay mı orospu begonyasını toprağa yoğurmak. *** Onu
bunu geçin de bizim hikâyemiz mis sokakta başladı. Hardal rengi
elbiseleri tercih ettiğim 95'li yıllarda; yani 95'e uğramayanların
koynuna girdiğim, cebime üç-beş kuruş para koyabildiğim o virane
odalarda. Orospu begonyası lakabım değildi evet okurken öyle
göründüğünün farkındayım. Sanki böyle daha afilli oluyor,diye
düşünmüştüm o zamanlar. Takma ismi olmayanların hayat kadınlığından
hayata terfi edemediğini sanıyorduk ya da saçmalıyorduk. Aytendim. Ay
tenliydim. Bunu sokakta kimse bilmezdi laço Sedat'tan başka. Zaten sır
küpüydü o ve belki de sırf içine attığı onca dert yüzünden yıllar sonra
akciğer kanserine yakalanacaktı. Çarka çıktığımız gecelerde
acemiliğimi kapamak için beklediğimiz yerde rimelimi tazeler, rujumu
koyulaştırırdı lakin bundan fazlasıydı; can dostumdu, Sedat. Biriciğim
dediğimdi. Standart bir yaşantısı vardı; her allahın günü gece
kulübüne giden, zır sarhoş olup sürekli dans eden laçovari lubunyalardan
değildi. Ben manyaktım ayol! Evin çatısına çıkıp kafam attığında
bağırarak şarkılar söylerdim. Beni bir kez olsun arayıp sormayan annemi
geberircesine özlerdim ve sonra kapanırdım içime. Tam kendime
geldim, derken bir müşterinin yatağında dayak yerdi ruhum. Yara bere
içinde yol kenarında buldukları da olurdu beni; içki masasında rakıya
meze olurken de. *** Canına yandığımın sokağında istenmeyen
misafir olurduk. Seks işçiliği yaptığımızı bilen bakkallar veresiye bile
yazmadı. Daha önce arkadaş olduğumuzu düşündüğüm bazı kadınlar
yanımızdan geçip giderken kocalarını sakınırdı bizden. Koyar mı lan
ailesi olmayana bir kap çorbanı bile bölüştüğün insanların vefasızlığı,
diye yakınırdım o zamanlar. Daha sonra öğrendim ki insanın canını bunlar
yakmazmış. Bana annelik yapan Şükran ablayı bir sokak kavgasında
harcadılar mesela. Mesela; sevgilisi ağabeyim dediğim adamı, Mithat'ı
bar kapısında... Sanki
bizi öldürmeye yeminliydi şehir eşkıyaları. Ölüm haberleri tek tek
sıralanınca öç alırcasına yaşamaya başladım hayatı. Sadece orospu
begonyası oldum; Ayten değil! Gullüm sohbetlerde geçti adım.
Meslekse meslek ne dalga geçiyorsun lan, deyip verdiği üç kuruş parayı
yüzüne çarptığım kolilerim oldu. Asla ezdirmediğim kevaşelerim... Sedat,
heteroseksüel duygularla doğsaydı ve ben aşkı muhafaza edebilen bir
yüreğe sahip olabilseydim, her şeye rağmen kollarımı ona doğru iki yana
doğru açarak; Nazan Öncel açgözlülüğü ile “Gidelim buralardan,” derdim. Saçma sapan müşterilerim olurdu. Karısıyla kavga edip kendini âleme atmış olanlar ve borç batağındayken çükünü düşünenler... Bir
gece çakırkeyif eve dönerken kadının biri, “Burası travesti sokağı”
diye bağırdı. Kocasının boynumda bıraktığı morluğu, ojesi yıpranmış
ellerimle saklayıp yanından geçerken, “Ulan! Bir sokağı satın alacak
kadar zengin değilim” dedim. Anlayacağınız kocasına değil de bana
dikleniyordu kadın. Mis sokakta ömür geçiyordu. Sedat sevgililerinin koynundan akıp gidiyordu. Bir platonik aşk yüreğime dokunup duruyordu. Unutmak
için giyindim sandaletlerimi, piyanistin evine gitmek için yola çıktım.
İlk kez birlikte olacaktık. Kendi halinde, yalnızlığı seven zavallının
tekiydi. Çekmecesinde saklı duran geçmişinden haberim yoktu. Seks
işçiliğinde çoğu müşteri hakkında bilgi sahibi olmazsınız. Buna zaman
vermezler. Gözlerinizi boyamakla başlarlar işe. Sonrası çoğu kez
fiyaskoyla sonuçlanır. Birkaç kez birlikte olduk. Bana “bu işi
bırakacaksın” dedi. Kabul etmedim. Kimseye boyun eğemezdim. Şu
yaşıma kadar kendi kendine ayakta durmuş bir kadındım ve bu ilişkinin
ömürlük olmadığı aşikârdı. O adama karşı geri çekilmeme neden olan,
henüz adını koyamadığım şeyler vardı. Bana her ilişki sonrası
similyamdan rahatsız olmadığını söyleyip duruyordu. Rahatsız olan kişi
olduğum halde onun istediği gibi olmam için ısrarcı davranıyordu. Bunu
üstü kapalı yapıyordu. Bir süre sonra ayrılma kararı aldım. Tehdit
üstüne tehditler savurdu. Müşterilerle buluştuğum evleri bile bastı.
Tam bir baş belasıydı. *** Biliyor musunuz? Aslında bu
âlemde sonunuzu hep birileri hazırlar. Önce en zayıf noktanızdan
vururlar. Sedat'ı kolundan yaralayan o bıçak gibi... Hayatınızı
zindana çevirmek için pencerenizden içeri giren serseri bir kurşundan
kaçarken kayıp, başınızı sehpaya çarparsınız. Tıpkı o piyanistten sonra
aşka tutunmaya çalıştığım bir başkasına güvendiğim gibi... Yine de güzel rüyalar vardır; tüm bunlara rağmen özlediklerinizi görebildiğiniz. Tabii
çoğunlukla yalnız hissediyorsun kendini. Güçsüz kalıp düştüğünde baban
olsun istiyorsun yanında. Gardırobundan çok beğendiğin giysisini üzerine
yakıştıracağın bir anan ve yalnızca kendine ait hissettiğin bir odan... Sonra uykundan uyanıyorsun, beyaz atlı prens gelmiş. Açıyorsun kapıyı, şakağın yangın yeri...