Banner

Sonra bir gün


Gözlerinin karanlığına kim tutulsa,ruhunu da alıp götürecek sanıyordum ve Adar,bir Amed ağrısını bölüşüyordum seninle. Aşiret dediğinde ödüm kopuyordu; amcanın çarşıda aniden patlayan bombadan arta kalan eksik koluydun.Ben seni, Dicle nehrinin Akçayurt köyünde tanıdım;dağ yollarında ayak bileğimi incitmeden önce.

İllâ çoğalmanı istiyorlardı. Evlenecektin ve baba olacaktın.Yani ben, avuçlarımın arasında sıkıştırdığım nefesini unutacaktım.Yani ben, dokunduğum ıslak tenini,yani ben içine doğru sokulurken ruhumun hissettiği heyecanı hiç yaşanmamış sayacaktım.“Olacak iş değil bu,”diye geçirdim içimden.Düğün bitmiş herkes odasına çekilmişti.Koskoca konakta bir tek gelin odasının ışığı açıktı.

Sonra oturdum bir ağacın dibine sabaha kadar orada bekledim. Orada öyle ağlayarak...
Adar, başkasıyla uyandı ertesi güne.On beş yıl boyunca hayalini kurduğum sabahların hepsini çalıp gitti yanında uyuyan o kadın. Zaten Adar'a göre bizim ilişkimiz,kuytu köşelerde sevişmekten başka anlamı olmayan saçma sapan bir şeydi ve zaten çoğuna göre aşk, biraz da ezberlenen tekerlemeydi.

Çocukluğumun duası, öpüp anlıma koyduğum tandır ekmeği,Aslanlı Çeşme'nin berrak suyu ve iki erkeğin birbirine âşık olabileceğinin yorgan altına saklanan gerçekliği Adar,evlendikten birkaç sene sonra sonbahar ayında baba oldu.Gözlerinin içi güldü. Bana bakarak da güldü. Karısına bakarak da...
Güldü Adar.

İlkbaharın ilk günlerinde üç-beş eşyamı da alıp Diclekent'e taşındım.Geçmişimden uzaklaşmaktı niyetim ve biraz da onu unutmak...
Aramalarına yanıtsız kaldım. Ondan haber almak için konu komşunun peşinden koşmadım.Sırf onu hatırlatır diye duvaklı pilavı ağzıma sürmedim.Ne çok severdik; ah! Nasıl da yerdik...

Bir süryaniye bir başka tenin terini sevdirendi,Adar. Onsuzluğa alıştım derken çaldı kapımı. Girdi içeriye; konuşmama bile fırsat vermeden yırttı üstümü başımı, yatırdı yere ve sevdi,sevdi,çok sevdi.
Bıraktım kendimi yine teslim oldum ona. “Ne gelecekse ondan gelsin,” dedim. Öleceksem de onun yüzünden ya da onun elinden olsun...
O gece, “kovsan gitmem,”dedi.Yalvardım dinlemedi.Dinlemezdi de zaten...

***

O günden sonra yıllardır olduğu gibi devam etti aşiretin ardı sıra saklanan ilişkimiz. Adar'ın beş kardeşi de düğün dernekle uğurlandı ve sonra buyur edildi konağa. Makam dağında kaç kere tomurcuklandı makam çiçeği, sayamadım. Günler gelip geçti ömrümüzden.Islandık kuruduk sonra. Yatak çarşaflarının üzerinde, yorgana yabancı sevişmelerimiz oldu. Tenine sürüp Amed'e dönüştürdüğüm hint kınalarım ve yol yol parmaklarım...

Yine kurmam, kürtçe ağıt yakar, elinde silahı; avluyu sarar bir matem havası Adar'ın çocuğu hastalanmış, kurtaramamışlar yürek pare pare...

Dayanır kapıya sarılıp bana, “buralardan gidelim,”der. Der demesine de ben, “aşkı anlamayanın hiç düşünmeden tetiğe dokunduğu bir coğrafyada berfine ağlayıp büyüyen,Adar'ın dudaklarına secde ederken başı kesilen o çocuğum,” diyemem. Diyemem; “gidersek yaşar mıyız?”diye...

Mardin'in surlarında duyulur kahkahası ve kapkara gözleri sevdiğimin orada kapanır bir geceyarısı.Yine kurmam çıkagelir yüzüm Adar'ın çıplak tenine dönük, görür bizi kahrolası.

Surun dibinde yakalandığımızı bilmeden geçirdiğim aylardan sonra bir gün davi çıktı yoluma. Tuttu kolumdan zorla sürükledi beni tarlaya. Oraya doğru götürülürken, Adar'ı yine seviyordum. Çocukluğu geçti gözümün önünden. Leğene sığmayıp ağlayışları ve sümüklerinin süzülüp dudaklarına bulaşması...
Bir tabak yemeği iki kaşıkla bitirişimiz,oturup bir köşeye hep kaleci olduğu maçlardan onu gizlice izleyişlerim ve aslında ondan yana olup karşı tarafı tutuyormuş gibi davranışlarım...


Kurmam, tekmesiyle tarlaya doğru ittiğinde uyandım. Etraf toz duman; sağıma soluma baktım. Herkes orada, bir Adar yok! Ne olduğunu sordum. Yanıt vermediler. Anan yere kapaklanmış kalkmıyor. Gömleğinin parçalarını dolduruyor göğsüne. Düştüm ve hiç unutmadım o günü.

Ben seni insanların öldürüldüğü bir coğrafyada sevdim. Bu yüzdendir kadınların ağıtlarında bedeninin parçalarını arayışım...