Başkalarından saklaman gerektiğini hissettiğin bir boynun vardı.
Lora, mahkûmiyetim hain insanların elinde şimdi. Beni bu zalim ülkeden kurtarman için bütün gücümle, tam otuz yıldır, ismini haykırıyorum. VIX.
yüzyılın içimde bıraktığı en büyük acı, kalbimde senin için büyüyen o
güçlü duygunun bedenime yansıttığı ağrıdır. Kraliçe Elizabeth, sana olan
aşkımı bilseydi altın çağına erişen bir ülkenin beni sensizliğin
karanlığına nasıl çektiğini de görecekti, bundan eminim. Dilini yeni
yeni kazanan bir İngiliz olarak, sana yazıp yazıp üzerini karaladığım
öyle dizelerim oldu ki şimdi bana özlem duygusunun bencilliğinden nasıl
bahsettiğimi sorsan, Pele kadar iyi bir sanatçı olmasam da titreyen sağ
elimi yüreğimin üzerine koyup ”Susadım,” derim, sana susadım. Çoğu
zaman, seninle o hep hayalini kurduğum bahçenin ortasında, yuvarlak
beyaz masanın başında otururken fincana bulaşan kahve kokusunun bende
yarattığı etkiyi sana anlatırken buluyorum kendimi. Sonra bunun bir
düşten ibaret olduğunu anlıyorum. O an; inan bana Lora, o an neden bu
kadar yıl ayrı kalabildiğimize şaşırıyorum. Saçlarının esmer gölgesine
düşen bir Ortaçağ'da kraliçe Elizabeth'in çöküşüne bakıp ağlarken,
elinden tutup seni kendime doğru, yürüdüğün karanlıktan, nasıl da çekip
alamayışıma hüzünleniyorum. Evlilik teklifimin ardından arkana hiç
bakmayıp o uzun yoldan yürüyüşünü unutmam için sanırım bir ömür daha
hediye edilmeli bana. 1601 yılının sonlarına doğru giydiğin elbiselerin
desenlerini bile ezberimde tutardım, Lora. Sen çok büyük ihtimalle beni
sıradan bir âşık zannederdin. Görmeni istediğim bir kalbim
vardı.1602 yılının baharında bir anlık cesaret ile tuttuğum elini
hızlıca çekip elimden, ”Hayır!” deyişinin sancısını hafızamdan silmem
mümkün değildi. Seninle ilgili hatırladığım ve sonu hüsran olsa da
tekrar yaşamak istediğim o kadar an oldu ki...
Başkalarından
saklaman gerektiğini hissettiğin bir boynun vardı. Üzerine giydiğin
elbise boyundan dantelli olurdu her zaman. Öyle yakışırdı ki sana ve
seni her gördüğümde heyecanımı saklayamazdım, çünkü Lora sen hangi
yüzyılda olursa olsun birinin başına gelebilecek en güzel şeydin.
Yüzündeki kaygı ifadesi konuşsan, ölmekten korkacağın bir şey gibi
dururdu gözlerinde. O endişedendi eminim, bana her fırsatta, ”Hayır!” yanıtını verişlerin... Sanata
düşkünlüğünü epik şiirden kaçıp bana her sığınışında daha da iyi
anlıyordum. Gülümsediğinde şu cümleler dökülüyordu ağzından, ”Seni
şımarık şair kalfası kendini Ceadmonn ile bir tutamazsın,” diyordun.
Seninle gülmeyi seviyordum ve pencerenin altına her gelişimde bahçenden
beyaz güvercinlerin gökyüzüne doğru havalanışını...
Hiç saçlarına
dokunamasam da o tel tel siyahlarına, seni kaybettikten yıllar sonra,
yüzlerce şiir yazdım. Shakespeare'ın zenginliğe duyduğu zaafın aksine
ben senelerce yalnızca sana duyduğum aşkın zenginliğiyle yaşadım. Sonra
tıpkı William Blake gibi Tanrı ve peygamberle konuştuğumu iddia etmeye
başladım, delirdim Lora.
Yaşamım boyunca tek bir günü silmek
istedim beynimden ve tüm bedenimden. Ömrümün en parlak yıldızı; bir
ölünün tekrar dirileceğine duyduğum inancın yıllarca ağlamaktan yorgun
düşen gözlerimi kör ettiğine tanık olmanı isterdim. İsmini bir
cesede sattıklarında ve elbisesini yırtıp seni çırılçıplak bırakıp cadı
ilan ettiklerinde yeşil gözlerinden hayatını çalıyorlardı. Boynundaki
danteli çıkarmamaları için direnip, zalimlere diz çöküp yalvarıyordun.
Sürüklüyorlardı seni Lora, sana bunu yapanların sırtına attığım
tekmelerin ardı arkası kesilmiyordu. Benim de sonradan öğrendiğim gibi
yanlış yaratılan bedeninin hesabını ruhundan soruyorlardı ve
lanetliyorlardı seni. Senin gibi bir meleği yakmak için uğraşıyorlardı. Yanımdan
geçip gittin; ellerimi arkamdan bağlayıp sana ulaşmamı engellediler.
Yağmur yağsın diye Tanrı'ya dua ettim, ancak beni duymadı. Beni hiç
duymadı. Yanan ateşi söndürmeye yetecek kadar gözyaşım olsaydı Tanrı'yı
susturup, bu ülke sel altında kalsın temennisiyle ölürdüm, Lora. Ölürdüm ve senin diri diri yakılışına izin vermezdim.
“Sevgili Lora, bu satırları sana yaşamadığım o asırdan, hissettiğim karşılıksız aşkla yazdım.”