Banner

“Abla” Bayramı Dikili’de, Arkadaşı ve Annesiyle Geçirir.

 
Kız kardeşleri ile bayramda, orta iki’den arkadaşının annesinin yazlığına davetli “abla”, iki gün önceden yola çıkıp, Dikili’ye kendisinden bir gün önce varan arkadaşı ile buluşur. Tanıştıkları yıllarda Kilis’in muhafazakâr nüfusuna uygun gelmediğinden, yeni yaptırılan kapalı spor salonunun cila kokan sahasında basket topu süren kaymakamın, belediye başkanının, yüzbaşının kızları örnek beşlisi arasında bu ikisi de yerlerini almıştır. Sonrasında babaları değişik ilçelere tayin olduğundan kızların mektuplaşarak sürdürdükleri arkadaşlık İstanbul’a yerleştikleri ‘80’li yıllarda nispeten kolaylaşır. Sorumlulukların zahmete soktuğu yaşamlarının durulduğu altmışlı yaşları civarındaki bu buluşma, tanışıklıkları 47 yıl öncesine dayanan bu iki kadın ile, arkadaşının -“abla”nın çok erken yaşta ölen annesini her fırsatta sevgiyle anan- annesine iyi gelir.
 
“Bayram kalabalığına takılmayayım” diyerek akıllık edip, arifeden bir gün önce Ayvalık’a giden, oradan da minibüsle Dikili’ye ve bahçeler içinde ikişer katlı yazlık evlerin samimi aralıklarla sıralandığı, ağaçları yüksek sık siteye varan “abla”, ana kız tarafından sevgiyle karşılanır. Bahçe kapısı önünden her geçenin verandadaki Nazlı Teyze’ye, “Bilmemnereye gidiyorum anne, var mı bir istediğin?” diye seslendiği öğle sonrası, kendilerini “Biz Çingene değil, Roman’ız” şeklinde tanımlayan, Nazlı Teyze’nin biri gündüz diğeri gece eşlikçisi, kardeş çocuğu iki kadının bayram temizliği yaptığı sıra “abla” ile arkadaşı, birkaç sokak ötedeki plaja varıp, “abla”nın, kıyısında evinin bulunduğu denize oranla çok daha ılık denize girerler.
 
Akşamın alacasında serin bahçede akşam yemeği yenirken demir kapıyı itip günlük tayınını almaya uğrayan sokak köpeği Şimşek doyurulur. Güzel sohbet yatsıya yakın sonlandırılır; gündüzden Nazlı Teyze’nin direktifiyle “abla”nın bahçeye serdiği hasırlar üzerine sıraladığı seccadelerin artanı, teravih namazı için iplere gerilmiş pikelerle ayrılan kadınlar mahfili verandaya serilir.
 
“Abla” ile arkadaşı, birlikte ibadet etmekten mutluluk duyan, başlarında bembeyaz namaz başörtüleriyle genç yaşlı kadınlarla karşılaştıkları, manolya, yasemin kokulu, kayısı yüklü dalları yerlerde ağaçlar arasından site sokaklarını aşıp kasaba merkezine doğru yürüyüşe geçerler. Sıcak yorgunu kasaba gecesi, henüz bayram kalabalığı ulaşmadığından sakin. Tıp doktoru arkadaşı, dört yıl emek verip yeni bitirdiği Sosyoloji’den edindiği ilginç bilgileri aktarırken fırsatı kaçırmayan “abla”, bununla kendi ilgi alanı ezoterizm arasında paralellikler yakalamaya çalışır; arkadaşının, oğlundan yakınan hocasından aktardığını yazısına koymadan edemez. Bir seminer için yurtdışında bulunduğu sıra, hocanın konuşması sonrası yanına bir genç yanaşır; kendisine “…’nın babası olup olmadığını” sorar, “evet” yanıtı alınca da coşkuyla, Atlantik’in ötesindeki “asosyal” oğluyla geliştirdikleri projeyi anlatır. Hikâyenin iki Yeni İnsan’dan söz ettiğini anlayan “abla” gelecek için mutluluk duyar.
 
Arife günü, mezar ziyareti sırasında “abla” bir şaşkınlık yaşar; Sami Amca’nın başucunda yan yana iki mezarda Soma’dan bir arkadaşlarının anne babası yatmakta! Rastlantı diye bir şey olmadığı bilincindeki senbilirsinabla’yı bile aşan bir durum…
Günün ikinci etkinliği, 1933 doğumlu Nazlı Teyze’nin, -“abla”ya eşyalarını, vasiyetini kendi yerine getirir gibi tasnif ettiğini düşündüren- çift kişilik yatağını tam takım Roman kuzenlerden birine vermek üzere kışlık evin yolunu tutmaları. Salondaki yemek masası, sandalye, komodin ve büfeyi “öldükten sonra” diğer kuzene söz vermiş Nazlı Teyze, aradan geçen zaman uzar da kuzenler arası kıskançlık yükselir kaygısıyla o güne dek, kristal avize önerir. Esmer Roman annenin şaşırtıcı sarışın, açık renk gözlü, yakışıklı -aile tümden CHP’li olduğundan liderlerden birinin adını taşıyan- oğlu kamyonetiyle gelir, berikiler yanında “abla”nın da elini öper, yükünü alır gider.
 
Ertesi sabahın erken saatlerinde kapının önünde duran koca beyaz arabadan inip “müsaitse annenin elini öpme” dileğiyle bayramın ilk ziyaretini yapan üç genç, akşamları teravih için gelen, mesleklerinin başında aydın, pırıl pırıl üç hoca.
 
Dikili’ye bayramın birinci günü sabahı ulaşan “abla”nın kız kardeşleri ile kahvaltı yapıldığı sıra, Roman kuzenlerden genç olanı büyüğüne öteden, çenesiyle yeni gelenleri, -Nazlı Teyze’nin asayişinden de sorumlu edayla- işaret ederek “Bunlar da,” der, “bunlar da iyi”…
 
Arkadaşı, “Bu sene seçim yüzünden böyle oldu, geçen yıllarda 100-150 kişi gelirdi” dese de izleyen bayram günleri, “abla”nın yıllardır tanığı olmadığı eski bayramları hatırlatır biçimde geçer. 50-60 kişilik alçakgönüllü misafir trafiğindeki oturumların ana konusu ve dileği ise “Bu evin ışığı sönmesin”
Son birkaç yıldır olduğu gibi, bir yandan “Bu sene çok yoruldum, artık seneye akşam toplantıları yapmayacağım” diyen Nazlı Teyze, kışın, biri az diğeri ondan da az gören gözleriyle, yine katılmak ve önceki senelerdeki gibi herkesi -“abla”ya kadeh içindeki sıvıyı temel sanat eğitimi dersinde iki sağlam gözle yapana dek ne uğraştığını hatırlatıp- şaşırtan şahane resimler yapabilmek için kursa gitme planları yapmakta.
Bayramın ilk gecesi Dikili’de yapılması planlanan Uğur Dündar buluşmasının uğultusu dalga dalga bulundukları siteye dek ulaşırken Nazlı Teyze, önceki kış komşularıyla yaşadıklarını kahkahalarla anlatır: Üç hanım bir araya geldiklerinde canları çay çeker, demlerler; sıra servise geldiğinde kendisi az, alt kat komşusu hiç görmediğinden ve üst kattaki hanım ise elleri çok titrediği için bir türlü tutturup bardaklara çay koyamazlar; sonunda telefon edip çağırdıkları bir başka hanımın gelip servis yapar.
 
Komşuları arasında –elbette- çekemeyenleri vardır, Nazlı Teyze hiç üşenmeden her biriyle macerasını tatlı tatlı anlatırken gözünün iliştiği, ağaçları sulayan Yurdaer’e “İşin bitince gel,” diye seslenir “tatlını ye!”.
Kahvaltı için pembe cam takıma pembe kareli masa örtüsü koyma zevk düzeyine erişmiş, bir ziyaret sırasında şeker avuçlayanlar arasında yalnızca eşlikçilerin çocuklarının birer şeker aldığını anlattığı, 20 yıldan fazladır “her şeyi senden öğrendik, bizim annemiz gibisin” diyen Roman kuzenlere kefil olur; böylece onların başka evlerde de çalışmalarına önayak olup yaşam standartlarını yükseltir. “Daha da önemlisi,” diye düşünür “abla”, “yaklaşımıyla Nazlı Teyze, bu insanlarla ilgili önyargıları yavaş yavaş değiştirmekte…”
 
Bir anlamda akranı olduğu annesini temsil ettiğinden yeri kendisince çok özel, sıra dışı özellikleriyle Nazlı Teyze, “abla”nın ebeveyni kuşağının, yaşamını, nasıl yaşanması gerektiğinin iyi, doğru ve güzel bir örneği olarak sürdürmüşken, bedeninin kendisini yavaşça terk ettiğinin bilincinde, maddi manevi mirasını olgunlukla paylaşarak son yıllarını da aydın bir Cumhuriyet kadını örneği sergileyerek yaşamakta.
 
“Abla”nın dileği, Nazlı Teyze dilediğince, o dilediği sürece, ışığının parıldaması…

Yorum Gönder

0 Yorumlar