Banner

Cihanefruz


Varabildiğim o son noktaya kadar...
Gözlerimin kenarından dudaklarımın kıvrımlarına doğru kan süzülüyor. Dizlerim acıyor. İki gündür kırık olan kolumun ağrısıyla yine de özgürlüğe doğru Leyla,özgürlüğe doğru koşuyorum.

Her şey o evde başladı bundan bir hafta önce...

Babam çoğu insanın yaralarını iyileştirirken, benim vücudumda her geçen gün yeni yaralar açıyordu. Annem hatırı sayılır bir öğretmendi ve öğrencilerine karşı oldukça hassas davranıyordu. Akşamüzeri eve giriyordu. Topuklu ayakkabılarının altını paspasa sildikten sonra bütün gün hiç açılmamış salon penceresini yavaşça aralıyordu ve akabinde öylece bırakıyordu. O uzun koridordan geçerek dipteki odanın kapısını açıyordu. Enkazıma bakıyordu ve ben ise gözlerimi gözlerine dikip ağlamadığımı ona göstermek istiyordum.

Ve “ne güzel şey hatırlamak seni...” diyor. Duvarda asılı duran afişi her şeye tanık... Ömrümün on beş yılı geride kalmış Leyla, bir şair yalnızca bana ağlıyor.Dedemin ölümünden sonra ellerimi dizlerinin altına kıstırıp zorla kaşlarımı yolduklarında ve etek giymeye zorlandığımda, yüzüme makyaj yapmak için boynumu sıktıklarında kırkı geçen bir ölü ile konuşuyordum yalnızca. “Bugün salı,” diyordum yani birinden yardım geleceğine dair beklentim Oğuz Atay'ınki gibi oldukça çoktu. Bir sonraki salı gününe kadar bekleyemeyeceğimi biliyordum.Babam ruhumu dizginlemek için yıllık iznine çıkmıştı. İlk gün başımda bir gardiyan gibi bekledi. Öyle çok bağırıyordu ki çoğu kez duymamak için kulaklarımı tıkıyordum.
Hasta olduğumu düşünüyorlardı. Yanlış bir bedene hapsolmanın mümkün olamayacağına inanıyorlardı. Cihanefruz'un doğumu onlar için şeytani bir şeydi sanki. O eve mahkûm olduğum yedi gün boyunca farklı hocalarla geldiler kapıya. Arapça kelimelerle yüzüme üfleyen sakallı ne idüğü belirsiz insanların, pis nefeslerinin tacizine maruz kaldım.Kafama vura vura,”değişeceksin!” deyip duran babamın gözlerindeki öfkeyi tenimde tekme ve tokat darbeleriyle hissettim. Yani statünüz ne olursa olsun, bazen çocuğunuzu anlamanızda ve yahut onunla iletişime geçmenizde hiçbir işe yaramıyordu. O statü yalnızca başkalarının işine yarıyordu. Bu karakteriniz için de geçerliydi. Aile içinde takındığınız tavırları dışarıdakilere daha farklı ve daha yumuşak olarak gösteriyordunuz. Belki de herkes sizi farklı tanıyordu.
***


Babam ruhumu içinde barındıran o bedene karşı çıktığımda saçımı öyle çekiyordu ki buna dayanabilecek gücü kendimde bulamıyordum. Leyla,en acı olan tüm bu şiddete maruz kalırken bana en yakın hissettiğim kadının, annemin kılını bile kıpırdatmamasıydı. O yalnızca izliyordu. Onun için, ruh kimliğimin hiçbir önemi yoktu. Tıpkı diğerleri gibiydi. Diğerleri gibi işine geldiğini akla yatkın bulan bir zavallıydı.
Oysa ben Leyla, içimde yaşayan ve çıkmak isteyen Cihanefruz'a bu koca dünyada var olma hakkı vermek istemiştim. Rugan ayakkabıları giyip üzerine lacileri çekip, istediği işi yapmasını, seveceği kadını bulmasını ve bir kimliğe sahip olmasını istemiştim.

Birini öldürmeniz için onun hayatını çalmanız yeterliydi fakat canlı dokularımı ölüme bağışlayacak kadar ahmak olmadığımın farkındaydım. Beki de sırf bu yüzden hayatta kaldım. ” 

Anne ve babamın tek oyuncağıydım. Beni çocukluğumdan bu yana diledikleri gibi şekillendiriyorlardı. Beni koruyup kolladıklarında hayata hazırladıklarını düşünüyorlardı. Bir gün karşılarına geçip Cihanefruz'u onlarla tanıştırmak istediğimi söylediğimde, onlar için yalnızca bir baş belası olmuştum öyle ki annem tüm akrabalarımıza kendi deyimiyle hasta(!) olduğumu söylemişti. Artık tek görevleri kimliğimi yani Cihanefruz'u öldürmekti. Muskayı denediler; atletimin neredeyse her yerine saçma sapan şeyleri iliştirdiler. İçimdeki cinlerin(!) böyle çıkacağına inanıyorlardı. Onlara acıyordum. O evin içinde güçlü kalmamı sağlayan şey beni olduğum gibi seven tek varlığın ruhumu dinlendiren kokusuydu.
Kahveli beyazlı yumuşacık kedimin, Tarçın'ın kokusu...
Hapsedildiğim o yerden kaçmayı başarırsam onu da yanımda götürecektim.

Bazı insanların kendini anlatamayışları ellerinden geçerdi. Saçını kesmek isterken birilerinin banyoya hile yapmasıyla kayıp düşerdin ve alnın yarılırdı; iç çamaşırın kana karışırdı.”

Banyoda kolum kırıldı. Babam sözüm ona doktordu ya,ona itaat etmediğim için geçici çözümlerle beni iki gün ağrıya boğdu. 

***
O son gece,
Sana son kez soracağım,” diye bağırıp bacağımdan tutup yerde sürükleyerek beni pencerenin önüne kadar getirdi. Benden Cihanefruz'u görmezden gelmemi istiyordu. Oysa ben öyle yaratılmıştım; belki de tüm cinsiyet kalıplarını yıkarak, belki de o patavatsız sisteme karşı çıkarak, belki de tüm kadınlık ya da tüm erkeklik algılarınızı yok sayarak ben içimdeki gerçeğin yaşamasına izin vermek istemiştim. Leyla'nın içinden o çocuğu çıkarıp almayı dilemiştim ve başarmıştım da...
Kedimin yanına gidip ilk önce onu vuran sonra aynı tüfeği alnıma dayarak beni tekmeleyen bir adama belime sakladığım bıçakla saldırana kadar ne olursa olsun özgürlüğe kavuşacağıma inanan biriydim ben. Bir an için dahi olsa hissettiği gibi yaşayamayan biri...
Saçlarımı kesmeye çalışırdım izin vermezlerdi. Hep o pantolonlara özendim. Beyaz üzerine resim baskılı tişörtlere ve yaz mevsimine, denize belki de...

Turgut Uyar'ın da söylediği gibi gece gerçekten gündüzden daha güçlüymüş. Çıktım o evden geceydi;kollarımın arasında Tarçının cansız bedeni,çıktım o evden başardım. Polis otomobili arkamdan gelirken bile hiç durmadan koştum sonra önümü kestiler ancak o birkaç dakikalık özgürlük bile güzeldi. Evden çıkmadan önce saçlarımı kestim. Üzerimde herkesten gizlediğim o kıyafetlerim vardı.

Birkaç saat sonra...
Polis karakolda yanıma doğru yaklaştı ve babamı öldürdüğüm için pişman olup olmadığımı sordu. Hiç düşünmeden,pişman değilim dedim sonra bir diğeri geldi yanıma bana hüznün ne olduğunu sordu.
Yanıtladım:”Hüzün, babanızın cesedinin yanından geçerek odanızda öldürülen kedinize sarılıp ağlamaktır.”