28
Ocak 2018
sabahı kahvaltı sonrası; “Başkente 65 km
uzaklıktaki, Amerikalıların deyişiyle Vietkong’un savunma tünellerini görmeye
gidiyoruz. Şehir, başta Çin Mahallesi,
Fransız Mahallesi, merkezî bölümle beraber toplam beş bölüm. Trafik yoğunluğuna
çözüm olarak mesai başlangıcı 7:30 - 9:30 arası kademeli. Bir diğer çözüm, sürmekte
olan metro inşaatı, bir de Saygon Nehri üzerinde vapur ulaşımı. Motor ehliyeti
16 yaşında alınabiliyor. 2020’de metronun 55 km doğuda yeni yapılacak havaalanına
bağlanması planlanıyor. APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği) anlaşmaları
gereği kente yatırım akıtılıyor. Saygon Nehri’ne dökülen kanalizasyon,
kanaletler aracılığıyla çözümlenme yolunda… Asgari ücret 250-275 USD, doktorlar
ayda ortalama 1000 USD, öğretmenler 450 USD kazanıyor… Ülke 2000 km uzunlukta,
komşuları Kamboçya, Laos ve Çin, doğusu Güney Çin Denizi. Fosfat, kömür,
denizden doğal gaz, doğal kaynaklar; elektriğini üretip Çin’e de satabiliyor.
Artan nüfusla kirlenen su kaynakları, Mekong’un taşması, ağaç kesimi problem…”
“Vietnam Vietlerin Topluluğu demek, 54 etnik grup barındırmakta… Ülke
konumu dolayısıyla –iklim, su, ulaşım- stratejik önem taşıyor. 2000 yıllık
sömürge yaşamının yarısı Çin hâkimiyeti sonra Fransız, İngiliz… Atalar kültü
inancı, Budizm yaygın, Müslüman çok az sayıda. Musevilik, Hıristiyanlık ve
İslam bileşimi Kao Dai dini dışında bir de cehennemden kovulmuş meleğe inanılan
Hoa Hoa inancı vardır. Nüfusun %42.5’i bir diğerine bağımlı, bu yüzden aile
bağları güçlüdür. Yaşam ortalaması 73 yıl, doğum kontrolü yaygın, anne başına
düşen bebek sayısı iki. 2,5 milyon çocuk, çocuk işçi, nüfusun 10.000’de 48’i
HIV taşıyor…”
“Komünizmi politika dışında hissedemiyoruz. 1975-86 arası devlet kontrolü,
86 sonrası Varlık Yasası ile devlet halka toprak kiralıyor. ‘95’te ise ülkeye
dış yatırım girdi. Genç nüfusun dışarı kaçmaması için ülke dışına çıkış turist
olarak bile zor. Evlilik yaşı 18… Yol üzerinde satılan ekmekler turistler için.”
“Son yıllarda Facebook kullanabiliyor ama Amerika’daki Vietnamlılar’ın
sayfasına girilemiyor. Basın belli oranda özgür… Pirinç ve kauçuk çok önemli. Ülkenin
geliri 18 ise gideri 58. GSM kullanımı %129… Hükümet iletişim kaynaklarını
kontrol ediyor.”
Yol üzerinde hamaklar dizili
motosiklet mola yeri. Lotus ve pirinç tarlaları, muz bahçeleri arasında bir ayakkabı
satış sergisi; bir araba içinde süslü bir tabut.
Lusi, araçtan inmiş
katılımcılara, belli bir düzende aralıklarla sıralanmış, ucu görünmeyen arazideki
kauçuk (kau=ağaç, çuk=gözyaşı) ağaçları ile ilgili bilgi verir: “Ağaçlar yedi yaşları üzerinde üretime
başlıyor, çepeçevre ağacı dolanan eğimli çentik sarmalın amacı sızan kauçuğun
yerdeki kâsede toplanması, çiziğin altına çakılı plastik şeritlerse yağmurda kaybı
önleme amaçlı. Kauçuk işçisi yıl boyu iki gün ara verip dört gün çentik
açıyor.”
Araca dönüp yola koyulan
katılımcılara, üç katlı, 200 km’den fazla uzunlukta tüneller ağı barındıran Kuçi Bölgesi hakkında yolda anlatılan: “Tünellerin bir kısmı Amerikan üslerinin
altından geçiyor, mühimmat çalıp suikastlar düzenliyorlar. Tarım alanları,
köyler belirlenmiş, yukarıda bombardıman sürerken ilk katta hayat, pazar,
eğlence dâhil sürmekte… Su ihtiyaçlarını karşılama amacıyla en alt kat, -max.
12 m- su seviyesinde… Bir kişinin sürünerek yol aldığı, bazen çıkmaz sokak,
kıvrılıp çatallanan tüneller zehirli hayvanlar türünden tuzaklarla dolu.
Başlangıçta Amerikalılar sığamadıkları tünellere Meksikalıları sokmuşlar.
‘66’da Yeni Zelandalıların yardımıyla 260 km’lik tünel ağını anlamaya
çalışırken hezimete uğruyorlar; ‘69’da yeniden keşif ve yoğun bombardıman
sonucu ilk katı tümüyle imha ediyorlar. İlk tüneller 1938’de, Fransız
baskısından kaçmaya çalışan kauçuk işçilerince açılmış.”
Müze girişinde küçük tuvalet
molası ardından kaju ağacı altında sigara molası verenlere katılan, girişte
omuzlarına birer etiket yapıştırılmış grup orman içinde ilerler: İrili ufaklı
turist grupları, rehberlerinin değişik dillerde anlattıklarını dinler,
anlatılanı fotoğraflayıp sıradaki müze noktasına ilerlerken, “abla” grubu
yapraklarla örtülü ufak alan çevresine dizilir. Kafasından iki parmak geniş
kare delikten içeri uygun beden hareketiyle süzülen müze rehberi, başı üzerine
koyduğu yapraklı kapak altında kaybolur; dar kuyu bel hizasında çökerek emeklemeyi
gerektiren tünele açılmakta…
Yarı açık kapaklı bir başka tuzak;
kapak sapına mayın bağlı. Kuru, cilalanmış toprak tek yön tünel, siper
bağlantısı.
Öncekilerden daha geniş bir siper
girişi daha; amaç aynı zamanda tankların geçişini engellemek. “Amerikalılar üniforma olmadığından gündüz
köylü, gece Vietkong’u tanıyamamış.” Bir düzenlemede, paraşüt kumaşından
ürettikleri geniş tente altında dinlenmekte görünen, sandaletini Amerikalıların
hurdaya çıkmış araç lastiklerinden üretmiş “savaşçılar,
sıtmadan da savaş kadar kayba uğramakta.”
Killi topraktan termit yuvası
görünümlü bacalar havalandırma olarak kullanılmış; “Amerikalılar keşfedip su, zehirli gaz vs. basıyorlar içeri ama drenaj
iyi olduğu için hemen nehre tahliye… Tünellerde köpekler de kullanılmış.
Amerikalıların yakaladıkları Vietkong’u helikopterden, 20 m yüksekten atmalarının
amacı, sakatlama niyetli işkence.”
Grup, geriden, poligondan gelen
atış sesleri eşliğinde ‘70’te mayınla harap olmuş tank önünden geçip kütüklere
çakılmış, sivriltilmiş demir çubuk gibi basit ama işlevsel tuzakların sergilendiği alana varır. Savaş gücü eşit olmadığından
gerilla tarzı savaşan Vietkong’un büyük yaratıcılıkla ürettiği tuzakları,
basılınca ayağa batan, çekmeye çalışanın baldırını parçalayan bir başka basit mekanizmanın
harekete geçtiği; aralık kapının itilmesiyle, bedene saplanan tığ gibi uçları
kurtulmaya çalışıldıkça parçalayan çivilerin olduğu bir diğeri ve benzerleri
izler. Gelgitin olduğu sularda deniz dibine yerleştirdikleri benzer düzenekle
Çinlilerin teknelerini de işe yaramaz hale getirmişler. “Biz o dönemde bir ruhla, dağlardan destek alarak yavaşça gelişen bir
mücadele yürüttük,” der Lusi, “Amerikalılar
hızlı sonuç istedi.”
Sırada, birkaç basamakla
inilen, yer hizasının az üzerinde basit çatıyla örtülü -hareketli müze kısmı- savaş işliği var: İki savaşçı
karşılıklı oturmuş, patlamamış 250 kg’lik bir bombanın baş kısmını, barutu alma
amacıyla, basit bir testereyle, soğutmak için devamlı su dökerek dikkatle kesmekte.
Duvarın yüksekçe kısmında, yaptıkları ilkel görünüşlü işlevsel mayınlar dizili.
İşliğin dipteki köşesinde birkaç basamakla inilen depo bulunmakta.
Giderek yaklaşan patırtısı rahatsızlık
veren, meraklısının eski silahlarla ateş ettiği poligonda gruptan kimse
duraklamaz.
Az ötede alnında Rice Paper and Vine yazılı imalat ve satış
yerinin bir köşesinde ateş başında bir hanım; sulu pirinç unu, ipek pamuk
karışımı kumaş üzerinde birkaç dakika ateşte tutulur sonra karşıdaki güneşe
nazır hasır örgü levhalara serilir.
Bir başka düzenlemede birkaç
manken, tünel kazılışını temsil etmekte; özel sepetlerle taşınan toprak bomba
çukurlarını doldurmada kullanılmış.
Bir dikiş makinesini de barındıran,
palaska, hamak, savaşçı giysisi üreten terzi
işliği: Bedene çaprazlama takılan iri bir simide benzeyen siyah kumaş rulo,
yiyecek taşıma amaçlı; sütle pirinç karışımı közde pişirilir, 1 ay boyunca
koparılarak yenirmiş.
Amerikan araçlarından
lastiklerle üretilen ters tabanlı
sandalet işliği. Lusi elinde yapraklarla anlatır: “Dikine büyüyor, basılınca ezilir, iz süren otu yakıp ayak izlerini
bulunca ters tabanlı ayakkabı imal etme yoluna gitmişler.”
B52 bomba krateri önünde Lusi,
çöküp bacakları arasına başını alarak bombalama sırasında korunma pozisyonu
gösterir. Demesine göre ‘bambu örtülü siperler daha ekonomik ama üçgen çatılar
hayat kurtarıcıymış.’
İki üç kez kıvrılan
basamaklarla inilen, bir noktasında dizler üzerinde yol alınıp yaklaşık 30 m
sonra aynı şekilde dışarı çıkılan beden genişliğindeki tek yön tünele, gruptan
tek bir hanım dışında girip çıkışta alkışlanan olmaz.
Çevresinde sıralarla ortasında
uzun masa bulunan yine birkaç basamakla inilen yer düzeyinde üstü örtülü, dört
bir yanı açık mekân, toplantı salonu.
Birkaç metre ötede bir ağacın
dibinde, deliklerinden dumanın, ormanın sisi gibi yavaşça çıkarak dağıldığı basık
bacasıyla mutfak.
Orman içi açık müze gezisi
sonunda grup, dinlenmek üzere, üstü örtülü kenarları açık mekânda masa ve
sıralara dağılır; ikram, bandan çayı
ile kasava denen haşlanmış, dövülmüş
fıstık ve şeker karışımına banılarak yenen bir tür kök. “Kabuğu çok kalın olduğu için bombadan etkilenip kirlenmiyor, bu yüzden
savaşta rahatlıkla tüketilmiş. Savaşta kimyasal kullanımı bir sonraki kuşakta
kanser ve sakatlıklara neden olmuş. Tarımsal temizlik 15 yıl sürmüş.”
Girişinde Ho Şi Minh’in
büstünün bulunan binada 1967 tarihli SB kayıtların izlendiği video gösterisi
sonrası grup dönüş yoluna koyulur. Lusi’nin anlattıkları: “Aileler ataerkil, kadına şiddet kanıtlandığında hemen boşanılabiliyor.
İki aşamalı boşanma uygulanıyor. Gençler artık çocuk sahibi olmaya karar
verinceye dek birlikte yaşıyorlar. Evlilik kararı alındığında şamanlar önce
burç sonra evin yapılacağı arazinin uyumuna bakıyor; bir mezar varsa bedeli
ödenip mezarın taşınması yoluna gidiliyor. Kapının, pencerelerin yönü
saptanıyor.”
Minibüs içinde ekran üzerindeki
yazıda ne yazdığını merak eden “abla”, “Hoş
geldin saygıdeğer kişi” yanıtı alır. Vietnam halkı Çince ve Sanskritçe
yazarken sömürge döneminde, Fransızlar anlaşma gayretiyle dili, Latin
Alfabesine uyumlayan aksanlar, imlerle donatmışlar.
Ho Şi Minh’e varıp yine, cırtbantlı
etekli kızların kullandığı motosiklet seline kapılan araç içinde Lusi “Polis motosiklet hırsızlığıyla ilgilenmiyor”
der, “Vietnam malı motosiklet 500 USD...
Pirinç viskisi yüzünden alkolizm oranı yüksek.”
Grup öğle yemeği sonrası Savaş Müzesi’ne gider; üçüncü kattan
başlayıp Lusi’nin gir(e)mediği, gözleri dolu dolu yaptığı açıklamayı
dinleyenlerin pek azının tümünü gezdiği müze, geçmişi düne dayalı acı
belgeleri, fotoğraflarıyla dolu.
Yağmurda sokağa çıkıp araca
binenler caddeler boyu, Çin sınırında çiçeklendirilip yılbaşı dolayısıyla tüm
ülkeye satılan kiraz ağaçlarını hayranlıkla izler.
Eiffel Şirketi’nce 1886-1891
tarihlerinde yapılan görkemli Postane binasını
yetmiş iki buçuk milletle beraber gezip alışveriş yapan grup, sevgi sözcükleri
taşıyan kartpostalları ülkeye yollar.
Postaneye sırtını verip uzakta
solda yükselen binaya bakanlar, Lusi’nin gösterdiği fotoğrafta da açıkça
görüldüğü üzere, ‘savaş sonunda, ‘75’te, artık ülkede barınamayacak olanların,
çatıdan Amerikan donanması helikopterleriyle tahliye edildiği’ bilgisi alır.
Otelin karşısında 35 dakikalık
ayak masajı -200.000 Dong- ile günün
yorgunluğunu önemli ölçüde üzerinden atan “abla”, kız kardeşi, arkadaşı ile oda
arkadaşı dörtlüsü, günün son aktivitesi akşam yemeğine neşeyle katılır: La
Chateau Restaurant, WF şifresi sekiz tane 8’dir ve lezzetli çorba Hindistan
Cevizi içinde sunulur.
“Abla” dörtlüsü dâhil küçük bir
grup geceye, Carmen’de Latin müziği ekler; mohito’suna görmüş geçirmişe
benzeyen şarkıcının eklediği Adamo’dan Her Yerde Kar Var, “abla”yı fazlasıyla
mutlu eder.
Kuçi
Tüneller Bölgesi görselleri:
0 Yorumlar