Dört bölümlük aile dizimi süreci içinde "abla", pek çok küçük mucizeye tanık olur; ilki, öğle uykusu için torunu, anne babasının uyutmakta zorlandıkları öğle sonrası ortaya çıkan krizde, kızının yaptığı seçimdir.
Ne yapsalar oğlancık uyumaz; kriz giderek, annenin babayı yüksek sesle suçladığı, ardından küçük oğlanla kendisini yatak odasına kilitlediği noktaya dek tırmanır. Mutfaktaki "abla", sinirleri iyice gerilmiş damadı, anneyi kendi haline bırakmaya ve yemek hazırlığında kendisine yardıma çağırır.
Neden sonra anne salona gelir, oğlan uyumuştur; öfkesizliği seçmekte çok zorlandığı belli kızına sarılan "abla" onu, seçimi için kutlar. Çok zor olduğunu söyleyen kızına "zor ama" der, "imkansız değil".
İkinci ev krizi de başarıyla atlatılır:
"Abla"nın kızının, küçük kızları ile arkadaşları ve bir kaç aydır küs olup -aile dizimi süreci içinde- sürpriz biçimde, üzerinde hiç konuşulmaksızın biraraya geldiği kız kardeşi, eşiyle sabah saat 9:00'da kahvaltıya çağrılı.
Ev halkı 8:00'i biraz geçe uyanır. "Abla" hızla salonda serili yatağını toplar, kanepenin örtüsünü ser er yastıkları yerleştirir. Yatak takımını arka odaya götürür, tam tuvalete yöneldiği sıra damat yolunu keser, çok değerli tuvalet sırasını kapar ve sonradan "abla"nın ilahi müdahale olarak adlandırdığı bir durum yaratır.
Kapı önünde bekleyecek değil; mutfağa seğirten "abla", çay için su koyar, tost makinesinin fişini takar ki ne görsün! Bitişik prizde, torun için mayalanan yoğurdun değil damadın cep telefonunun şarjı takılı; bir dizi tartışma, suçlama, gerginlik potansiyeli taşıyan krizin olası sebebi fiş, kahve makinesinin ardında boylu boyunca öylece yatmakta.
O anda damadın tuvalette olmasını sağlayan ilahi müdahaleye şükretmekte "abla" olabildiğince sakin, yatak odasından çıkan kızına, yoğurdun belirsiz akib etini aktarır. Beklediği, bencillik temalı küçük kıyamet patlamakta gecikmez. Sabahın tümünü kapsayacağı kesin, öğlene sarkacak görünen, geceye bile uzanabilecek öfke salvosunun kontrolü için tek uygun an'ın bu olduğunu bilen "abla", dengesini koruyarak kızına, bunun bir seçim anı olduğunu söyler. Kızının ego'sundan köklendiği belli "bırak da hiç değilse sinirleneyim" yollu sert çıkışını duymazdan gelip "şimdi bir seçim yapacaksın" der, "ya öfkeni sürdürecek, sabahı gelenler dahil hepimize zehir edeceksin, ya da derin bir soluk alıp dengeleneceksin, güzel bir gün geçireceğiz. Seçimini yap."
Kızı, azıcık bocalasa da, bir önceki seferde olduğu gibi muhteşem bir performans sergileyerek doğruyu seçer; önceki öfke krizi yerine sakinleşir, dengelenir. "Abla" geçmişe bakarak, bunun, ne denli zorlayıcı bir iş olduğunu, en azından kendisiyle ego'su arasındaki çok zorlu çekişmeden bilir; zordur ama imkansız değildir. Beri yandan "abla", öfke davranışlarının bir dizi taklitten ibaret olduğunu keşfedeli söz konusu seçim daha kolaylaşmıştır.
Kahvaltı, iki küçüğün cıvıltısının karıştığı güzel sohbet eşliğinde sürer; en başta, şükretmeye ara vermemiş "abla", herkes mutludur. Bir ara mutfakta başbaşa kaldıklarında seçimini kutladığı kızına "abla", "herkese benim gibi bir kriz koçu gerekli" diyerek araya reklamını koymaktan geri durmaz.
Her açıdan değişiklikleri gözlerken, Kuzey Ege'de, evinde olduğu soğuk Ocak günlerinde "abla", kızının kitaplığından aldığı Zaza Yurtsever'in yazdığı, Korkma ye! isimli, Wata prensibi uyarınca acıkmadan yeme, doyunca bırak fikrine dayalı kitabı okur. Kırk beş dakikalık bir meditasyon içeren CD'sini bir çok kez dinledikten sonra, kendi ideal kilosuna ulaşmayı beklerken, Ocak ortası yaklaşık beş günlük dönemde, karnının bir karış dışında, sağda hissettiği bir düğüm çözülür. "Abla" bunun astral bedenlerinden birindeki bir blokaj olabileceği düşüncesiyle sabırla gelip giden spazma ve çözülmeye, temizlenmeye tanık olur. Hemen ardından, gün içi yeme içme düzenindeki değişiklikler dikkatini çeker. Gelip gidip çöplenme, ikide bir buzdolabı kapısını açıp uzun uzun içeri bakma alışkanlığı birden yok olmuşa benzer. "Abla" bunun aile dizimi çalışmaları ile ilgisi olabileceğini de düşünür.
Bir başka saptamasını da aktarmadan edemez: İkinci aile dizimi sonrası, bir ara sabah saatlerinde kızıyla tartışırken "abla" kontrolünü ölçüsüzce kaybeder; sonrasında durum değerlendirmesi yaparlarken kızına "ben değildim bağıran" der, "sanki babam benden bağırdı".
Şimdilik son olarak, bir de, "abla"nın mutlulukla saptadığı paha biçilmez kazanımı; dikkat gerektiren bir iş, tasarım yaparken strese kapılıp kaybettiği, kestiği soluğu sanki yavaş yavaş geri dönmekte, dengelenmekte...
Kardeşlerinden birinin tümüyle reddettiği, diğerinin olgunlukla karşıladığı "abla"nın deneyimi, bir çok arkadaşının ilgisini çekip "tüylerim diken diken oldu, mutlaka yüz yüze konuşmalıyız" tepkisine neden olurken aralarından biri ailevî bir sorun için bir seansa katılır.
Y kuşağının -sürekli sorguladığı için why?- tüm özelliklerini taşıyan, bu yüzden ayağı yerden kesik kızı, "abla"nın önerisi üzerine, bir zaman önce abartarak yaptığı ateş nefesi çalışmasından kalan hissizlik hasarı için terapist hanıma başvurur.
Görülen odur ki "abla" bu deneyimden, göründüğünden çok daha fazla iyilik yaratarak, ışıkla çıkmıştır.
0 Yorumlar