Rus büyük elçinin öldürülmesi üzerine aklımızdan geçenleri kaleme almak; bazı
sorular ve varsayımlar eşliğinde düşüncelerimizi ifade etmeyi gerekli
görüyorum.
Rus büyük elçisinin bir polis tarafından öldürülmesi ancak onu koruyan polis
ile mümkündür. Bir de 21.12.2016 sabahı kanal 24 televizyonunda dile getirilen
bu arkadan sinsice ve haince vurma suikastının gerçekleştiği malum sergiyi
yöneten kişi ve kişilerin göz yumması sonucu arama bile yapmaya gerek duymaması
sonucu silah ve terörist ajan sokularak mümkündür. Kanal 24 dün iddiasına göre
sergiyi düzenleyen Timur Özkan kimdir, kimin nesidir, twitlerin de kime
yakınlık göstermiştir? Araştırılsın. Zaten o kadar gündeme geldikten sonra
mutlaka araştırılacaktır.
Eğer saldırıyı yapan polisin elçilikle bir alakası yoksa bu tamamen bir
tertiptir. Burada sergiyi açanların, korumakla görevli olanların, sergiye giriş
yapanların üzerini arama yapmaya gerek görmeyenlerin eksiği ve kusuru vardır.
Polis nasıl ikna edilmiş olabilir. Beyin yıkama metotları vardır. “Cemaate
inandırılmış birisine Gülen emretti öldür. Eğer öldürürsen Gülen Türkiye’ye
teslim edilmeyecek” denilmiş olabilir.
Bu istemesek de büyük bir savaşın içindeyiz. Savaşta iki tarafta zayiat
verir. Ölü vermek istemeyen, şahadeti göze almayan yenilir Hiroşima’ya atılan
atom bombasından sonra teslim olan Japonya gibi teslim olur.
Ancak alınacak akıllıca tedbirlerle bu tür cinayetleri önlemek, şehitlerimizin
sayısını azaltmak ise mümkündür. Bunun için halk ve emniyet güçleri olarak
bilinçli davranmalıyız. Asker ve emniyet güçleri tedbirli ve uyanık
olmalı,
halk da onlara gerekli desteği
gerekli şekilde vermeli ve en ufak bir şüpheli durumda haberdar etmelidir.
Soros’un kandırdığı, güya sözüm ona Müslümanların bankası Bankasya’ya el
konuldu ama Soros’un vakıf ve derneklerine bir şey yapılamıyor. Başta MI5-MI6
olmak üzere, CIA ve Mossad’a gizli veya açıktan bağlı tüm vakıf, dernek ve
şubelerle eskiden beri organize bir şekilde iş tutanları da daha ciddi bir
şekilde mercek altına almak gerekir.
Son günlerde CIA’nin ve MI6'nın en iyi ve en tehlikeli ajanlarının Türkiye’ye
geldiği söyleniyor!...
Alevi kardeşlerimizi ve Kürt kardeşlerimizi kışkırtmak için mahalleleri her an
basabilirler.
Kendilerine muhafazakâr süsü vererek başı açık, özellikle dekolteli kadınlara,
kızlara saldıracaklar. Atatürkçü süsü verecekler. Başörtülü kızlara ve
kadınlara saldırabilirler. Laiklik karşıtı süsü verip; Kemalistleri ve
Ateistleri kışkırtmak için Atatürk’e hakaret ve küfürler edebilirler. Atatürk
heykellerine saldırıp parçalayabilirler. Irakta yaptıkları gibi bir oraya bir
oraya; Cami, Cem evi, Kilise, Sinagog, havra hedef gözetmeksizin, ibadet yerlerine
saldırarak halkı birbirine karşı kışkırtabilirler.
Önce pkk’yı saldırttılar, ardından daiş, fötö, mlkp-c, dhkp-c daha bildiğimiz
ve bilmediğimiz nicelerini üstümüze salıyorlar. Kayseri’de komandoları hedef
alıp, patlayan bombadan sonra Kayseri’deki HDP binasının saldırıya uğraması
tesadüf olamaz. Bunun bir sonraki hedefi masum kürt halkının hedef alınması
olacaktır. 10 milyon, hatta 50 milyon vatandaşımızın birbirini öldürmesi
umurlarında bile değildir ve olmayacaktır da…
Her şey yeniden diz çöken bir Türkiye’yi elde etmek için. Her şey Türkiye'yi
yeniden ele geçirmek için. 100 bin kişi görevden alındı. CIA, MI6, Mossad, BND
çıldırmış durumda ve bunu asla kabul etmezler. Darbeye tüm Türkiye olarak karşı
çıktık. Sünni’si ve Alevi’si, laik’i ve muhafazakârı, Sağcısı ve Solcucu herkes
ama herkes darbeye ve üzerimize oynanan oyunlara karşı çıktı. Çok uzun bir
aradan sonra gerçekleşen bu birliğimize saldıracaklar.
O halde ne yapmamız gerekiyor?
Türkiye'de yaşayan ve bu ülkenin akan suyundan pişen ekmeğinden bir yudum bir
lokma alıp kendini Amerika, İngiltere, İsrail, alman vatandaşı değil de; bu
ülkenin vatandaşı görenler olarak birlik olalım. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çelkez,
Zaza, Gürcü, Boşnak, vs. olarak; sonumuz Filistin gibi, Irak gibi, Suriye gibi olmadan
kimse kimsenin yaşam biçimi hakkında en ufak bir eylemde bulunmasın. Herhangi
bir eylemde bulunmak şöyle dursun, kin ve nefret uyandıran yorumda ve söylemde
dahi bulunmasın. Her hangi bir suç tespit ederse emniyet güçlerini haberdar
ederek; suçun delilleri emniyet güçlerine, valilik ve kaymakamlık gibi mahalli
idarelere teslim edilsin.
Aksini yapan hangi görüşte ve hangi inançta olursa olsun. İster bilinçli, ister
bilinçsiz olsun; emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü için vatan hainidir.
Atatürk’e saldıranlar, muhafazakârlar hakkında konuşanlar, ortalığı
karıştıranlar, halkımızı birbirine düşman etmeye çalışanlar, olumsuz,
kışkırtıcı paylaşımlar yapanlar vs. provokatörün en şerefsizidir.
Bu günlerde birlik olmazsak, ülkemizi ele geçirmek ve yeniden diz çöktürmek
isteyenler için; Sünni olmuşsunuz, Alevi olmuşsunuz, partili veya partisiz
olmuşuz, Atatürkçü, Laik, dindar, sağcı, solcu, kapitalist, liberal, komünist
veya sosyalist olmuşuz hiç ama hiç fark etmeyecektir. Onlar için bu vatanın
evladı olmamız ve bu vatana sahip çıkıp boyun eğmiyor olmamız yeterlidir.
İngilizlerin esir kamplarında Osmanlı askerlerini asit havuzlarına sokup
gözlerini akıttıktan sonra vücutlarını jiletleyerek çöllere salarak ölüme terk
ettiğini unutmayın!... Daha dün ABD’nin Irak’ta yaptıklarını ve Guantanamo
kaplarını unutmayın!...
En kısa zamanda birlik ve beraberlik içinde olmalıyız. Tüm kesimler olarak
birbirimizle barışmalıyız. Eğer bu birlikteliği ve barışı sağlayamazsak;
birbirimizin düğününde halay çekmek yerine birbirimize silah doğrultmaya devam
edersek sonumuz Irak’tan, Suriye’den beter oluruz. Bize kapılarını açacak başka
bir ülke yok!
Peki, bu operasyonu KGB düzenlemiş olabilir mi? İhtimal dışı değil! KGB bu
operasyon ile;
-Batıdan tamamen uzaklaştırıp Türkiye’yi kendine daha da yakınlaştırmak ve
Suriye’deki muhalif Özgür Suriye Ordusu gibi gruplara desteğini azaltmak.
Politik ve askeri olarak kendi düşüncesine yaklaştırma hedefi olabilir.
-Türkiye’nin NATO ile arasını açıp; NATO’dan çıkmaya teşvik etmek olabilir.
-ABD’nin Suriye’deki planını bozmak olabilir. Bu zaten muhakkak bizim de
hedefimizdir.
-Suriyeli muhalifleri yalnızlaştırmak ve tamamen devre dışına bırakmak
olabilir.
Bu saydığımız şıklar, zaten Ankara’nın politikası haline gelmiş söylem ve hatta
somut adımlarıdır. Süreç bu şekilde işlerken daha da lehime işlesin diye kendi
büyük elçisine suikast düzenlemesi zor bir denklemdir.
Rus büyük elçisinin öldürülüp, suçu Suriye’deki muhalif bir guruba yüklemek
ve Rusya’nın Suriye’de daha saldırgan davranmasını sağlamak üzere kurgulanmış
bir cinayet olma ihtimalide her zaman vardır. İnşallah aklıselim galip gelecek.
Ancak bu suikastın Suriye üzerine kurgulandığını ve Rusların daha saldırgan
olmasının kime faydası olabileceğini de düşünmemiz ve hesap etmemiz gerekir.
Terörün arkasındaki güçler açık bir şekilde hiç olmadığı kadar
dillendirilmektedir. Teröre karşı işbirliği sağlanıp, tüm oyunları Allah’ın
izniyle birer birer bozulmaktadır. Suriye de ateşkes ve barış yolunda yol
alırken; bu saldırıyı yapan kişi bir yalnız kurt olabilir mi? Ülkesine canını
emanet etmiş bir elçiyi arkadan vuracak kadar alçalmış bir yalnız kurt olabilir
mi?
Eylemcinin “benim buradan ölüm çıkacak” demesi, dile getirilen bazı ihtimalleri
geçersiz kılıyor. Bu sözleri kendini bir dava uğruna feda ettiğini ele veriyor.
Bu tür sözler, kişinin bir dava ve örgüte ölümüne bağlı olduğunu, yoluna canını
feda etmekten çekinmeyeceğini gösterir. Fetöcü olma ihtimali çok yüksek
görünüyor. Zaten eylemcinin kimliği ve bağlantıları olayı karmaşık olmaktan
çıkardığı kanaatindeyim.
Bu bir hükümet meselesi değil. Bu bir Türkiye meselesidir. Bu bir dünya
meselesidir… Dünya yeni bir döneme evriliyor.
-Fransa’da terör ve kapatılan camiler var.
-Belçika’da terör ve utanç verici mahkeme kararları var.
-Avrupa da camilere ve Müslümanlara saldırılar var.
-İsviçre’de camilere saldırı ve hakaretler devam ediyor.
-Almanya’da terör saldırısı ve PKK ve benzeri terörist gruplara serbestlik ve
onları her türlü besleme faaliyetleri devam ediyor.
-İngiltere’de teröre kırmızı alarm kararları alınırken; terörist grupların
yönetim şubelerinin Londra’dan yönetilmesi devam ediyor.
-Orta doğu kan gölüne döndürüldü ve bütün terör grupları ve örgütleri üstümüze
salındı. vs…
-Terör her yerde. Daha da artacağına hiç şüphe yoktur.
Dünya evrilirken maalesef ağırlık şu an bizim üstümüzde, ülkemizin üstündedir.
Çünkü biz bir geçiş ülkesiyiz. Herhangi bir kavgada bile önce boğazlar tutulur
değil mi? Boğaz biziz. Dünyanın boğazı bizim ülkemizdir. Bu coğrafya kaderimiz
ve zenginliğimizdir. Boğazımızı sıkabilirlerse onların düzeni hâkim olacak,
mücadelemizi başarıp ayakta kalırsak Allah’ın düzeni olan bizim düzenimiz hâkim
olacaktır.
Yani; “Sefer bizim, zafer Allah’ın” olacaktır.
Hülagu’nun hikâyesini anlatarak devam edelim:
Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı
Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Kağan
tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için
görevlendirilir.
Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp
Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar
ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre
200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve
benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar,
yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.
Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı
söylenir.
Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi
ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye
sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet
etmek istemez. Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan,
ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti
kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için
kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.
Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban
bulunmuştur. Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar.
Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında
bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere
geldiğini söyler.
Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını
görerek, “Bana göndermek için, bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka
birini bulamadılar mı?” diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini
istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan,
bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim.
Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.
Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım”
diyerek ilk sorusunu yöneltir. “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep
nedir?” diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi.
Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup
makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Allah da bize
verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Cevap çok manidardır. “O da bize bağlıdır. Benliğimize dönüp, ne kadar kısa
zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan,
israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen
buralarda duramazsın”
Bugün İslam Âlemi perişan bir durumdaysa, emin olun bunun müsebbibi bizleriz.
Biz ne zaman kendimize çeki düzen verirsek, işte o zaman “en gür seda İslam’ın
sedası olacaktır. Şer güçler bizimle uğraşma cesaretini kendilerinde
bulamayacaklardır. Zaten kendileri gelemiyor, Çanakkale’de Avustralyalılarla,
Yeni Zelandalılarla, Hindularla, vs geldikleri gibi, bugünde vekillerini
gönderiyorlar. Vekâlet savaşları yapıyorlar. Bizi bize kırdırarak bedel
ödemeden daha az kayıpla daha fazla sömürmenin ve diz çöktürmenin hesaplarını
yapıyorlar.
Ey kendisini Müslüman gören ve İslam’ın yücelmesini isteyen; emperyalistlerin
oyunlarının bitip bu topraklardan gitmesini ve Allah’ın nimetlerinin yeniden
bizim olmasını isteyenler uyanın artık. Küçük farklılıkların rekabetini
sürdürmek yerine, kuranın haber verdiği Müslümanları oluşturup birlik olma
zamanıdır.
Haydi Türkiye! Haydi, İslam dünyası! Yeniden “Sefer bizim, zafer Allah’ındır”
deme zamanıdır… Ve ‘Sefer’ yani inşallah zafere yolculuk çoktan başladı. Allah
Yar ve yardımcımız olsun. Âmin!
Feyzullah Kırca
0 Yorumlar