Nedense hep Müslümanların birlikteliğine desteği olmayanlar, birliktelik şöyle dursun. Parçalanmışlığın peşine düşenler, Türkiye'nin İslam dünyasında yalnızlığından, türkiye’ye içerden ve dışarıdan destek verilmediğinden ve Müslümanların parçalanmışlığından dem vuruyor. Birde gölge etmeseler; ülke ve İslam milleti olarak başka ihsan istemeyeceğiz ama gölge etmeye de devam ediyorlar.
Vatanın kıymetini bilmemek mümkün müdür. Kıymet bilmezleri görünce
insan evet diyor. Kuşlar bile yuvalarına sahip çıkarken, nankör insanlar
vatanlarının kıymetini bilmiyor. Hunharca içindeki varlıkları öldürüyor.
Güzelliklerini yok ediyor. Şahsi menfaatleri için ülkemizin iyiliğini
düşünmeyen, kendi halkımızın zararına düşmanla bile ortak oluyor. Yuvalarımızı
yıkmaya gelen yılanlarla ortak iş tutuyorlar.
Ayrılıkçı ve bölücü adamların ekmeğine yağ sürer böyle
davranmamız derim. Adamlar her yere girmişler. Karşımızda değiller.
İçimizdeler. Siyasette, kolluk güçlerinde, bürokraside, hele hele yargı da mevzilenmişler.
Onun için sövmek ve hakaret etmek yerine, hakaret ve kaba kuvveti alkışlamak
yerine, bunları ortaya çıkarıp hukuk çerçevesinde hak ettikleri cezayı verecek
olanlara destek olmaktır yapılması gereken. Gerektiğinde Binbaşı Ömer
Halisdemir, Kaymakam Muhammed Safitürk, Polis memuru Fethi Sekin olabilmektir.
Bunlar âcizane
benim fikirlerim. Bende en az sizler kadar kızıyorum ülkeme ihanet eden
emperyalist uşaklarına. Ama öfkeyle kalkan zararla oturur. Akıllı hareket etmek
gerekir. Ülke ve halk olarak, birlik beraberlik içinde yekvücut hareket etmemiz
gerekir. İyi ve güzel olan, faydalı ve huzuru sağlayıcı olan davranışları
savunmalı; hakkın ve hukukun gereği olarak, doğru olanda birleşmeliyiz.
Ancak maalesef; herkes her şeyin kendisinin istediği
kadar yapılmasını istiyor. Nefsi neyi istiyorsa onun savunuculuğuna
soyunmuşlar. Allah ne istiyor. Peygamber neyi yapmıştır ve neleri yapmamızı
istemiştir. Devlet hangi kanunu ne için çıkarmıştır. İyi olan nedir. Kötü olan
nedir. Yapılan iş haram mıdır; helal midir? Bu davranış ve eğerler bazı aklı
evvel olduğunu düşünenlerin umurunda bile değil.
Her şeyi ancak kendisinde olan kadar görüyor. Mesela
dindar herkesi kendisi gibi dindar sanıyor. Hırsız herkesi kendisi gibi hırsız
sanıyor ya da hırsızlıkla itham ediyor. Zalim herkesi zalim sanıyor. Vs. Dinsiz
de herkesi dinsiz sanıyor ama imanlı ve ağzı dualı Müslümanlar olmasa Rabbim
dünyaya ne diye değer versin ki? Bunu hiç ama hiç düşünmüyor.
Önce herkes kendini düzeltse, önce herkes kendi inancını,
ibadetini, ahlakini düzeltse böyle olmaz. Üzerinize alınmayın ama cepler yılan
ve çıyanlarla dolu, başkalarının alnındaki sineklerle uğraşıyoruz. Bu millet
kırk yıllık ömrü hayatında cumaya gitmediği halde çarsı pazarda coplarla cumaya
gitmeyenleri öldüresiye dövenleri çok gördü. İktidarı kaybedince, başkanlığı,
muhtarlığı kaybedince; din elden gidiyor diye
bağırıp Müslümanlık taslayanları çok gördü.
Bizlerin din görevlileri ve dinini elinden geldiğince yaşamaya çalışan Müslümanlar olarak görevi isteyene öğretmek ve nasıl yaşanacağını göstermektir. Elbette bizler hatasız ve günahsız olduğumuzu iddia etmiyoruz. İnsanoğlu hata yapmaya meyillidir. Bilmeyerek ya da bilerek bile olsa hata yaptığında pişmanlık duyup, bir daha yapmamak üzere tövbe etmesi gerekir. Hatasını bir daha yapmamak üzere düzeltmesi ve o hatasından vazgeçmesi gerekir.
Bizlerin din görevlileri ve dinini elinden geldiğince yaşamaya çalışan Müslümanlar olarak görevi isteyene öğretmek ve nasıl yaşanacağını göstermektir. Elbette bizler hatasız ve günahsız olduğumuzu iddia etmiyoruz. İnsanoğlu hata yapmaya meyillidir. Bilmeyerek ya da bilerek bile olsa hata yaptığında pişmanlık duyup, bir daha yapmamak üzere tövbe etmesi gerekir. Hatasını bir daha yapmamak üzere düzeltmesi ve o hatasından vazgeçmesi gerekir.
İftira atmamak, dedikodu
yapmamak, hırsızlık yapmamak, borç takmamak, emanete hıyanetlik yapmamak, borcunu
zamanında ödemek, faiz yememek, zinaya yaklaşmamak, Çevreye ve kamu malına
zarar vermemek, Kul hakkına tecavüz etmemek, rüşvet alıp vermemek, vs çok
önemli dini ve ahlaki değerlerdir.
Mesela devletin yüzde 70 hibe
desteği, arsa tahsisi, araç gereç desteği, asgari ücret teşvik desteği vs
hepsini devletten alıp, işçiye 1404 Türk lirasının altında maaş ödeyerek
Müslümanlık da olmaz. Verdiği zekât ve sadakayı, yedirdiği yemeği ücretten
düşerek de dindarlık olmaz.
Birincil görevi ‘yönettiği
yerdeki insanların huzurunu, devletin çıkardığı kanunlar çerçevesinde sağlamak’
olan yöneticilerin kanun çiğnediği bir yerde huzurdan bahsetmek mümkün mü?
Görevi ‘devletin çıkardığı kanunları ilan edip, halka anlatmak ve
kanunlar, nizamlar, talimatlar, emirler ile kendisine verilecek işleri görmek
ve onlara uyulmasını takip etmek’ olan ve bunun için devletten maaş alan
yöneticilerin aldığı paranın helalliğinden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Görevi ‘dirlik, düzenlik ve asayişi sağlamak, salgın ve
bulaşıcı hastalıkları, kanunlara aykırı davranışlarda bulunanları, eşkıya ve
hırsızları yakalamak veya yakalatmak’ olanların idare edin, bir daha yapmazlar
diyerek emniyet güçlerinin elinden kurtarması yerinde bir davranış mıdır?
Yönettiği halkın ‘ırzına, namusunu, canına ve malına el
uzatarak; devletin çıkardığı kanunları çiğneyerek huzuru ve asayişi bozanları;
emniyet ve güvenlik görevlilerine bildirerek cezalandırılmalarını ya da sucun
cezasına göre yakalanmalarını sağlamak’ olan seçilmiş veya atanmış
yöneticilerin bu suçları görmezden gelmesi ve kendisinin bu suçlardan birini
işlemesi hakka ve devletin çıkardığı kanun ve kurallara uygun bir davranış
mıdır?
Halk arasında böyle
durumlarda ‘Balık baştan kokmuş’ diye bir atasözümüz vardır. Yöneticinin de
kanunları ihlal ettiği, kanun ihlallerine göz yumduğu ve görevini yapmadığı
durumlarda halktan birilerinin bir vatandaş olarak hakkını araması en doğal
hakkıdır. Böyle durumlarda emniyet güçlerinin ve kontrol memurlarının devreye
girmesi gerekir. Onlar da bunun için ücret alıyorlar. Nerdeler? ‘Falan gün
geleceğiz, biz varken yapmayın, şikâyet gelmesin, bir daha olmasın, vs’ deyip
gidiyorlar.
‘Balık baştan kokmuş’
tuzlayalım derken bir de bakıyoruz tuz kokmuş. Yapacak bir şey kalmıyor. Ancak
bu canı yananların, malı zarar görenlerin, kazancı eksilenlerin, huzuru
kaçanların; haklarını gasp edip huzur bozanlardan alacağı olmadığı anlamına
gelmez. Allah adildir. Kim zerre kadar kötülük yaptıysa ve kötülüğe göz
yumduysa yaptığının cezasını, kimde zerre kadar iyilik yaptıysa ve iyiliğe
vesile olduysa sevabını eksiksiz olarak verecektir.
Elbette buradaki amacımız
kimseyi hedef göstermek ve şikâyet etmek değildir. Ama bir yanlış ve eksik
varsa da ‘Emri bil ma’ruf ve nehyi anil münker’ emri gereği Allah rızası için
dile getirmek ana gayemizdir. Emri bil maruf Nehyi anil
münker; İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak demektir.
Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen her şeye maruf; Allah'ın razı olmadığı,
inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker
denilir (Râğıb el-İsfahânı, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118).
Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak; münkerden
nehyetmek de küfür ve Allah'a başkaldırmaya karşı durmaktır (Kadı Beydâvî,
Envârü't-Tenzil, 2/232).
Kur'an-ı Kerîm'de, ''Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Ali İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir (Yazır, a.g.e., II, 1155).
Başka bir ayet-i kerimede yüce Allah Söyle buyurmaktadır: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz...'' (Ali İmrân, 3/110).
Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmişbir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).
Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu buyruğu ortaya koymaktadır: "Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388). şu âyet de ibretle düşünmeyi gerektirmektedir:
Kur'an-ı Kerîm'de, ''Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Ali İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir (Yazır, a.g.e., II, 1155).
Başka bir ayet-i kerimede yüce Allah Söyle buyurmaktadır: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz...'' (Ali İmrân, 3/110).
Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmişbir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).
Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu buyruğu ortaya koymaktadır: "Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388). şu âyet de ibretle düşünmeyi gerektirmektedir:
Bir din kardeşim "sen
herkese o günah, bu yanlış, kul hakkı, hayvan hakkı, ağaç ve bitki hakkı
diyerek insanları bunaltıp köydeki insanlar nezdinde kendini ve haysiyetini
bitirdin dedi. İşte bu noktada Müslümanlar için şu buyruk geçerlidir: "Ey iman edenler siz kendinize bakın;
doğru yolda iseniz sapıtanlar size zarar veremezler" (el-Mâide, 5/105).
Feyzullah Kırca
0 Yorumlar