Bugün altmışıncı yaşıma bastım, pasta yaptırmışlar, üzerine de “Cihandar Şah, iyi ki doğdun!” yazmışlar; ne çok sevindim. Zeki'yi de unutmamışlar, o “akşam oldu...” dedikçe
içimi kaplamış bir ağlama hissi. Ağlarken garip sesler çıkarmasam
utanmadan gözyaşlarımı elimin tersiyle sileceğim ancak cesaret
edemiyorum. Burası isteyerek veya istemeyerek kapatıldığımız yer, duvar
beyazsa beyaz yani bazı şeylerin değişmesi zaman alıyor burada. Her
birimizin ayrı hikâyesi var kulağa hoş gelen bir ismin altında huzur
bulmaya çalışsak da “huzurevi” biraz da yalnızlık demek aslında. Arada bir ziyaretçilerimiz oluyor; grup halinde gelip hediyeler getiriyorlar azcık da sevgi... Bu çok önemli: 73 yaşında karyolasında uyurken kaybettiğim dostumdan
beri kalbimin sevgiye körelmeye başladığını hissettiğim anlarda
geliyorlar çoğu kez. *** Delfin, bir başkaydı; ah hüzünlendim ben yine! Soğukların
dizlerimdeki ağrıyı tetiklediği bir günde gelmişti huzurevine, yirmili
yaşlarında muntazam duruşa sahipti. Tanrı'nın aşırı ilgisizliğine denk
gelmediği aşikardı, gözleri içine tüm kainatı alabilecek kadar derindi.
Yüz kişinin arasında biseksüel olduğumu saklamak zor olmuyordu ne de
olsa ömrümün sonuna doğru ilerlerken tüm dönemlerimde insanlardan
saklanmayı başarmış biriydim. Aşık olmaktan korkan biri, çünkü buna
zorlanmıştım ve bu kez de ürkmüştüm işte aşktan... Çok gençti; ihtiyar bir adamın ilk görüşte yüreğine düştüğünden, aklını ele geçirdiğinden haberi bile yoktu. Geleceğini
söyleyip gittiğinde, döneceği güne kadar sayıp duruyordum. Nedendir
bilmem geldiğinde onu pek önemsemiyormuş gibi yapıyordum, elime dokundu
mu şuracıkta kalp krizi geçirsem, bir daha onu göremem diye düşünürken
gülümsediğimi fark ediyordum. Gönül Akkor şarkılarıyla yüreğimi
sızlatmaya başladığında Delfin'i özlediğimi idrak ediyordum. Daha çok hayatındaki güzel anılardan bahsediyordu. Sarı papatyalarla
ziyaretime geldiği günlerden birinde, kolundaki yara izleri dikkatimi
çekmişti, ağlayarak dinledim sağcı – solcu çatışmasında yaralandığını...
“Yapma böyle” dedi, “bu günler de tarih olacak bir gün.” Biz giderek yaşlanıyorduk huzurevinde. Ziyaretçilerimiz giderek
azalıyordu özellikle kış mevsimleri pencerede kalıyordu gözlerimiz.
Acayip bir şekilde alışmıştık özlem duygusunun hainliğine. Delfin,
bahara kadar hiç gelmedi. Söz verdiği gün de öyle, bir sonraki gün de... Hasret kaldım gözlerinin rengine!
Yaz da geçti bahar da doğum günüme yaklaşırken çikolatalı frambuazlı
pastayla belirdi karşımda. Gözleri bir başka bakıyordu gözlerime ve
“seni özledim” dedi. Beni özlemişti üzerinde oturduğumuz yatağa doğru
sırt üstü uzandı, kalbimin hızını hiç umursamadan öylece durdu. “Otuz
sekiz” rakamı çıktı ağzından. “Bi’ hayli saçma!” diyerek uzandığı yerden
doğruldu masanın üzerinde duran pastanın yüzüne kapatırcasına kapadı
kapıyı üzerime. Günlerce ne demek istediğini düşünüp durdum. Yaşlı
beynim, neyin saçma olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Ondan habersiz geçti zaman. Zamanın bile ondan haberi olmadı. Kış
geldi çattı kondu yüzüme, ellerime... Adının manasına benzeyen yüreğiyle
siyah kabanını giyinip bu köhne evin salonuna doğru yürüyüp yanıma
yaklaştı, elinde yine aynı çiçekler vardı. “Belki bir daha gelemem” deyiverdi. Ölmek istedim. Yutkundum
yutkunduğum belli olmasın diye boğazımdaki fuları düzelterek “neden?”
diye sordum. “Evleniyorum şehir değiştirmem gerekiyor” dedi. Ne de kolay
söyledi. Ona hissettiğim duygulardan habersiz, sırtını yüzüme
döndüğünde “Delfin!” kelimesi çıktı dudağımın karanlık aralığından,
gözlerindeki ıslaklığı saklayarak geldi yaklaştı yanıma ve yanağımdan
öptü. Yanağım mesut, yanağım bahtiyardı. Uzun süre yıkamaya kıyamadım o öpücük onun hiç gitmediğini hissettirdi bana. Hiç bilmedim hastalandığım bir gece, nasıl olduysa, yatağıma kadar
girip ateşimi yokladığını, sabaha kadar yanı başımda durduğunu... Gel mehtabım gel sevgilim gel yine! Akşam yemeği sonrası oturduğum koltukta gazetelere göz atarken
televizyonun sesine doğru yöneldiğimde aylar sonra ilk kez gördüm
Delfin'i. Baksam mevsim gibi kapanacaktı yüzüme gözleri. Yüzü yara bere
içindeydi. Satırla saldırmışlar üstüne, o üniversitenin kampüsünde yere
sermişler cansız bedenini. Bir el gözlerine dokunup kapatıyor Delfin'in
görme duyusunu o an, “hasret kaldım gözlerinin rengine” diyorum. “Söyleyebilseydim ne derdi acaba?” Yılları suçlardı veyahut yüzümdeki çizgileri... Aslında kimseler bilmedi ama bir gün sonbahar kışa dönerken, odamda,
göğsü göğsüme değdiğinde ilk kez öptüğünde dudaklarımdan, bu sorunun
yanıtını almıştım ondan. Ve “beni unut!” deyip çıkmıştı kapıdan, doğum
günümdü; masada frambuazlı pasta...