Soylu
sevgilim, öykümün asıl kahramanı babam değil çünkü onu
takdiri sayılır bir yere koymak istemiyorum. Birbirimize geç
kalışımızın sebeplerinden birini ve belki de en tehlikelisini
sanki hiçbir şey olmamış gibi başucumda tutmanın bana zarar
vereceğinden eminim. Kendimi karşı cins olarak düşündüğümde
yani onun için makul bir çift olduğumuza inandığımda,
vücudundaki engelin aşka mani olacağını düşünen biri olarak
bizi ayrı düşürmekten dolayı rahatsız olmayacağını
biliyorum.Bunu tahmin etmesi hiç de zor değil!
Yanılıyor
muyum?
Hoş
sedası kendine münhasır sevgilim, zincirin boyna geçirilmesi ayak
bileğinde olmasından daha iyidir diyen bir çocuğun eline
tutuşturulan av tüfeğinin gölgesinde yaşamak için direnirken,
aynı zamanda öldürmekten korkar diye gözlerini ışığa geçit
vermeyen ellerimle kapadım.
Senden
ayrı düşmenin her dilde karşılığını aradım
“hiçbir”gerçeğine inat,kendimi kandırdım. Olmadı,babamın
bana biçtiği esaret vardı, katlanılması büyük cesaret isteyen
bir son ah anlatılmazdı!
Ya
da bırak şimdi bunları kirpiğine kar tanesi konan
sevgili,adımlayamadığın yerlere çıplak ayakla basıp sana bunu
hissettirmek o gördüğün caddelerde,sokaklarda,parklarda ah
pahabiçilmezdi!
Her
şey babamın beni öğrenmesiyle başladı çünkü genelde böyle
tarif ederler, “beni” çok önemli bir şeydir; yalnızca şahıs
yuvarlaması değil de her açıklamaya gizli kapaklı ışık
tutmayı seven öteki gibi çıkar ağızdan. Bir bacağı diğerinden
kısa olan açıklamalarıma Arat'ı dahil edemeyecek oluşumla hayat buldu çoğu şey ve ben buna yine de “her şey” adını
verdim çünkü baba kavramının varlığı benim evimde cehennemdi.
Eksiği tamamlamaktan korkmayı ayak bileğimden zincirli olduğum
uzun saatlerde öğrendim. Eşcinselliği, hastalık gibi gören
biriyle aynı dört duvar arasını paylaşmak zordu. Baba seçimi
konusunda Tanrı'nın bana bonkör davranmadığını düşündüğüm
için suçlanamazdım, öyle değil mi?
Arat,
okumayı çok istemiş fakat adaleti kör olası hayat buna izin
vermemişti.Bacağından yedi ameliyat geçirmiş lakin yolları
koşarak geçememiş bir hayalperestti.
En
çok düşlerine âşık oldum, onlar bizim kurtarıcımız gibiydi.
İşte belki de sırf bu yüzden babamın ani ölümünü bir bayram
sevinciyle karşıladığımı hatırlıyorum. Çünkü onun ölümü
sana kavuşmam ve kendime yeni hayat kurmam demekti.
Gölgesi
arşa yükselen sevgilim, tedbirli gözlerimi tenine mühürleyen bir
hisle tutuldum sana.
Evden
kovulacağımı düşünüp yanında kalabileceğim birilerini
aramaya başladım fakat sanılanın aksine Tahtakale'nin İsmail
amcası, yani kendisine benzetemediği ve olduğu gibi kabullenmeyi
öğrenemediği oğlunu dışarı çıkarmamak için kalorifer
borusuna zincirleyen adam,özgürlüğümü bana vermedi.
Yalnızca
Arat'ı da alıp ikimizi anlatan bir resim olmak istemiştim.
Herkesin
istediği gibi üzerine işediği dünyada bir çiçek olarak
yaşayamamanın utancını yazmak şimdi o kadar zor ki...
Sana
o zincirden kurtulup nasıl özgürlüğe açıldığımı, hızlıca
indiğim merdivenlerin içimde yarattığı heyecanı anlatırsam
ağlarsın diye korkuyorum.
Koşmaya
başladım. Arat'a doğru nefes almak yaşamaktı. İnsan yalnızca o
an hayatta var olduğunu düşünüp, vücudunda ilerleyen kanın
sıcaklığını hissedebiliyordu.
Babamın
ses tonundaki tehlike ya da bu birliktelik yasak(!) çığırtkanlığını
üzerimden eksiltmeyen çevre baskısı umurumda değildi.
Bir
bacağı diğerinden kısa olan birinin eksik santimini tamamlama
isteğinin aşkla her anlamda bir bağlantısı vardı. Dengede
kalabilmesi için ayakkabısının yüksek tabanı olmak istemenin
esaretten kurtulmaya vesile olması şaşkınlıkla karşılanacak
bir durum değildi.
Durmadan
değişen hayatlar gibi gittikçe renklenen düşlerimde aslında
babam da olsun istemiştim. Bana yaptığı onca şeye rağmen demode
olmuş eril sisteme ayak uydurmaya çalışan o adama kendimi tekrar
ifade edebilmem için onu özlediğime ikna olmaya çalışıyordum.
Oldumda. Özledim.
Hiç
unutmam gece korkardım, duvarlar üzerime üzerime gelirdi ancak
ben, geleceğin Arat'ı hayatıma sızdıracağından emin bir
vaziyette,beklerdim.
Eski
haritadan silinen sevgili,saçı güz yaprakları kokan ve yüzü o
kadar kırılgan olan...
Sesimi
yırtan sessizliğim, aslında “her şey” sen beni takebül
ettiğinde başladı. Zincirimden kurtulmamın yegane sebebi aksayan
bacağının sıkıntısına aşk sürme isteğimdi. Öyle ki ölümü
bile göze alacak kadar sevdim seni.
O,
darmaduman gelirdi yine ağzından içki boşalırdı; beni sorardı
uyuduysam dokunmazdı. Uyanık kalmaktan ürkerdim. Geçerdim köşeme,
başlardı esaret. Beş hocaya götürdü beni. Tam tamına beş...
Hastalandığımı
düşünmeye devam etti.Bazı güçlerin beni yönettiğine inanıyordu. Düştüğü
duruma üzülüyordum. Anlayışsız olma gayreti içindeydi. Tüm bu
saçmalıklara kalkışırken mahsûb
edemediği bir gerçek vardı:“aşk”
Yengeçin
şairi öldürmesiyle yazılan her şey babamın ölümüne
rastlarken, sevgili koşmayı rüyasında saklayan bir hayalciydi.