Tıpkı bugün şahsi çıkarları için ülkemizin düşmanlarıyla
iş tutan, kirli emellerini gerçekleştirmek için her türlü oyunu ve düzeni
kendilerine mubah gören paralel çetenin seçim sonuçlarına; İstanbul’u fetheden
Fatih Sultan Mehmet edasıyla sevindiklerini görmekteyiz.
Ama unuttukları bir şey var. Uhut savaşı sırasında münafıkların
lideri Abdullah bin Übey, “Ey ahali, biz ne diye
kendimizi öldürteceğiz, bir türlü anlamadık!” diyerek 300 münafığı yanına çekerek
Medine’ye geri dönmüştü. Peygamberimizin sonuç ne olursa olsun ben izin verene
kadar sakın bu tepeyi terk etmeyin diye yerleştirdiği 50 okçu düşmanın
kaçtığını görüp savaşı kazandık diye terk etmesi sonucu Uhut Savaşının
kaybedilmesine, hz Hamza ile birlikte 70 Müslüman’ın şehit edilmesine müşriklerle
birlikte savaş meydanını terk eden o 300 münafık da sevinmişlerdi.
Münafıklarına ve Müslümanları arkadan vurmak istemelerine rağmen sonunda
peygamberimizin öncülüğünde onların Mekke’yi fethetmesine asla engel
olamamışlardı.
Onların ağa babaları
her türlü saldırı, ihanetlere rağmen, Selehaddin-i Eyyübi’nin ordusunun Kudüs’ü
fethetmesine engel olamamışlardı.
1071 de Malazgirt’te
beyaz elbisesini ak kefen olarak giyen Alparslan ve ordusunun Anadolu’ya
girişine engel olamamışlardı.
Süleyman Şah Halep
yakınlarında ölse de oğlu Ertuğrul’un soyunun Osmanlı’yı kurmasını ve
İstanbul’u fethetmesini engelleyememişlerdi.
Çanakkale de
alamadıklarını bugünkü paralel çete zihniyetli (kandırılmış alt tabakayı kast
etmiyorum) insanların Siyonist ve sömürgeci ağalarına yaranmak isteyen diğer
din düşmanlarıyla birlikte ülkesine tuzaklar kuranlar gibi mandacı zihniyetin
eliyle komutam ve yönetici diye devşirdiklerinin marifetiyle masada vermişiz.
Bugün de yapılmak istenen budur.
Orta doğu da ve
dünyanın dört bir yanında kim kimi vuruyor belli değil. Öldüren de, Ölen de
Allahüekber diye bağırıyor. Silah satıp parasını kazanıyorlar. Birlik olup asıl
düşmanlarımız olan, o sömürgeci ve İslam düşmanı haçlı zihniyetlerine karşı her
alanda mücadele etmek varken; biz Müslümanları birbirimize öldürtüp,
halklarımız can derdindeyken yer altı ve yerüstü varlılarımızı soyuyorlar. Göz
göre göre çalıyorlar. Halklarımızı birbirleriyle savaştırıp yok ederken,
keyifle kahkahalarını atıyorlar.
İnsanımız kime inanacağını şaşırmış
bir durumda. Kimi mehdilik ilan ediyor, okullar açıyor. Peşinden İslam’a gelin
diye dünya insanlarını mehdilik iddiasıyla peşinden çağırırken; Allahın örtünme
emrini görmezden gelip o dinin aslı değil, furuatından diyebiliyor. Dünyanın
dört bir yanı zulüm altında inlerken, Londra, Washington, Tel Aviv, Vatikan,
Paris, Berlin, Rusya, Tahran, merkezli terör örgütleri dinin adını kullanarak
güya İslam devleti kurmak için katliamlar yapıyorlar.
Güya bunların düşmanı Tahran, siz ne
yapıyorsunuz dediği yok. Danışıklı düşman İsrail, onun hamileri ABD ve Vatikan
merkezli Avrupa ülkeleriyle al gülüm ver gülümler de. Bir taş atımı mesabesinde
dediği Kudüs zalimi İsrail’e elinde her türlü imkân olmasına rağmen taş bile
attığı yok. Ama İslam’ın lider ülkesi olduğunu savunuyor yıllardır. Diğer bir
İslam merkezi Suudi Arabistan krala rağmen halkının sesi çıkamayacak bir ülke ve
bir diğer liderlik yapabilecek İslam ülkesi olarak görebileceğimiz Mısır’ın durumu
zaten içler acısı.
Abdülhamit Han gibi vatan perver bir
lideri içimizdeki ihanet çevrelerinin desteğiyle alaşağı etmiş olan sömürü
devletlerinin rahatı epeydir gayet iyiydi. Daha sonrasında Çanakkale de hezimet
yaşasalar bile bir şekilde ülkemizin ve İslam inancımızın düşmandan çok daha
fazla düşmanı olan ihanet şebekelerinin masa başında verdiği topraklarda Merhum
Kemal Atatürk bir şeyler yapıp işgalden kurtarsa da sömürge olmaktan kurtaramamıştı.
Çünkü Menderes ve Özal hariç kendisinden sonra gelen hemen bütün liderler yine
ülkemiz üzerindeki hesaplarına uygun olarak yönetmeye devam etmişlerdi. Belki
biri de 3 beş ay hükümet olup gitmişti.
Yıllar sonra yıllardan bir yıl, günlerden
bir gün dirayetli bir lider çıktı. Yanına aldığı mahir bir ekip ile ülkemizi
ayağa kaldırmaya ve zalimlerin hakkını savunmaya, mazlumun yaptığının zulüm
olduğunu söylemeye ve Müslüman halkların umudu olmaya başlamıştı.
Yıllardır Müslüman çocukları okullarımızda
ve dershanelerimizde yetiştiriyoruz diye Müslüman halkımızın zekâtlarını,
sadakalarını, kurban derilerini, hatta kafalarını toplayıp umutlarımızı taze
tutsunlar diye yardım ettiğimiz cemaat lideri ve yakın çevresinin ülkesine
ihanet eden bir sahte mehdi olduğunu öğreniverdik.
Yüz yıllardır orta doğudan kirli
ellerini çekmeyen İngiltere merkezli Siyonistlerin yönettiği ABD nin aşanı
olup, yetiştirdiği elemanları kullanarak onların adına dinleme yapmak, şantaj
montaj hazırladıkları kasetlerle kirli emellerine sahip çıkmayan veya göz
yummayan liderleri devirmekmiş amacı. Kendisine halis niyetlerle inanmış,
kandırılmış tabanı bir kenara koyarak söylüyorum ki; Münafıklık böyle bir şey
olsa gerek. Sağ gösterip sol vurmak ya da inanmış görünüp kâfirlere hizmet
etmekmiş amacı.
Yollar dikenli olsa da, Allahın
yardımıyla Allahın yolundan ayrılmayan kulları sayesinde er veya geç onun vaat
ettiği günler gelecektir. Sefer (çaba) inanmış kulların olsa da, zafer mutlaka
Allahın olacaktır. İhanet edenler ihanetlerinin bedelini dünyada da, ahrette de
ödeyecektir.
Er veya geç İslam’ın zaferine inana
biz Müslümanlar kitap, sünnet, icma ve kıyas’a ilaveten aklımızı da kullanarak
oyunların ve tuzakların farkına varmalıyız. Kimin yaptığı neye ve kime hizmet
ediyor diye düşünerek hareket etmeliyiz. Kim inancına ve ülkesine hizmet
ediyor. Kim şahsi, ırki, maddi çıkarları için veya cemaat çıkarları için
ülkesine nasıl ihanet ediyor. Kim ülkesinin yanında dünya mazlumlarını dış
servislerin oyunlarından koruyarak birlik beraberlik içinde, servisler ne diyor
değil, halkımın ekseriyeti ne diyor diyerek istikbale taşımaya çalışması
ilgilendiriyor. Ben sadece bununla ilgileniyorum.
Her insanın ve oluşumun
mutlaka hatası ve eksikleri vardır. Yanlışları vardı elbet, herkesi aynı anda
memnun etmek çok zordur. Ama bu yanlışlar arasında Siyonist Yahudi uşakları
adına ülkemize hiza vermek ve Siyonistlere rağmen yaptığı tüm atılımları
durmaya çalışanların hesabının sorulması yoktu. Ülkesinin gizli kalması gereken
konuşmalarını izinsiz dinleyip uşaklığını ettiklerine servis edenlere bunun
hesabı sorulması yanlış değildi. Bu asla sekteye uğramadan devam etmesi lazım,
zaten devam edecektir.
Güya ülkesine iyilik
olsun diye gizlice dinleyip ispiyonlayan sözüm ona mehdi efendinin üst kademe
yapılanması; PKK’nın yapıp ettiklerinden, silahların gölgesinde HDP’nin meclise
girmesinden hiç rahatsız değiller. Onların mutlaka meclise girmeleri lazım diye
her türlü yayını ve her türlü oyunu oynamaktan geri durmadılar.
Ama Türkiye’yi ayağa
kaldıracak bütün atılım hamlelerinden rahatsızlar. Ele geçirdikleri yargı
elemanları vasıtasıyla Avrupalı dostlarının iyiliği için engellemeye yönelik
her şeyi yapıyorlar. Oldubittiye getirip bunları durdurmak, tek amaçları
ülkemizin ayağına nasıl kurşun sıkarız da sahiplerine yaranırız bunun
derdindeler.
Ey saf halkım benim ‘başörtüsü
Allah’ın emridir; ister takarsınız, ister takmazsınız. Ama takmayan günaha
girer’ bile diyemeyen cemaat liderinin arkasından koşarak mı İslam’ı kurtaracaksınız.
Mazluma zulüm eden zalimlere ‘zalim’ diyemeyen mehdiler ile mi kurtaracaksınız
İslam’ı. İslam adına kâfirlere değil de, hep Müslümanlara kurşun sıkan terör
örgütlerine göz yumarak mı kurtaracaksınız İslam’ı.
Gelelim; ülkemizdeki
tüm terör örgütlerini ve partilerini yanınıza alıp, bilumum medya organlarınız
ile desteklediğiniz halde, şantaj-montaj kasetlerle, akla hayale gelmeyecek
iftira ve yalanlarınızla halkın gözünden düşürmeye çalışmanıza rağmen % 41 alan bir partinin karşısında zafer
kazandık diye şenlik yapmanıza.
Yazımızın başında ifade
ettiğimiz ve Uhut Savaş meydanında Müslümanları bırakıp giden, sonra da
yenilmelerine sevinen 300 münafık aklınızdan hiç çıkmasın. Onlarda sizin gibi
sevinmişlerdi. Ama ne onlar, ne de galip gelmesini istedikleri müşrikler ve
kâfirler Allah dinini hâkim kılmak isteyen Müslümanların Mekke’nin fethetmesine
engel olamamışlardı.
Allah büyüktür. Zifiri
karanlıkların ardından mutlaka yine bir ümit ışığı ve aydınlık çıkacaktır.
Koalisyon ihtimalini bir daha hiç bir zaman gündeme getirmeyecek bir sistemi
kurmamız gerekiyor. Sanırım o da bana göre ya dar bölge sistemli ikinci turda
oyların % 51 ini alan partinin güvenoyuna gerek duymaksızın hükümeti kurduğu iki
turlu seçim, ya da başkanlıktır. İki turlu seçimde vekillerin yarısı birinci
turda seçime giren partilere, diğer yarısının ikinci turda seçime giren iki
partiye aldıkları oy oranında dağıtılan bir sistemde geliştirilebilir.
Rabbim bütün kâfirler topluluğunun ve münafıklık
alameti göstererek onların destekçisi olan ihanet şebekelerinin tuzaklarına
rağmen kendisine giden yolumuzu açık etsin. Rabbim kendisinin razı olduğu tek
din olan, dünyevi çıkarlar için ayetlerinin ve hadislerinin görmezden
gelinemeyeceği İslam dinini yüceltmek isteyenlerin yar ve yardımcısı olsun. Âmin!
feyzullah Kırca
0 Yorumlar