Yürüyoruz yürümekten imtina edemeyeceğimiz, ezelden
ebede giden uzun ince bir yolda. Bizden önce oraya gidenlerin uğurlandığı
ebediyet mekânı sessiz çığlıkların, sessiz gülümsemelerin mekânıdır. Çığlık
atarlar; sizde sonunda buraya geleceksiniz, hazırlıklı gelin diye. Belki oraya
yakışan bir davranış gördüklerinde gülümserler gizliden gizliye biz fark
etmesek de. Dilsizdir yine de oradakiler. Orada neler olup bitiğinden haber
veremeseler de, kendimizi izleniyormuş gibi hissederiz yine de.
Bir ürperti kaplar içimizi, hele gece olunca
yakınından geçmeye korkar olur insanlar. Görmek ve hatırlamak istemeyiz ölümü
ve ebediyet yurduna varacağımızı. Belki de bundandır şehirlerle ve kasabalarla
iç içe olan mezarlıkları uzaklaştırmaya çalışıyoruzdur. Gözden ırak olunca
gönüllerden ırak olmasını umuyoruzdur belki de.
Oysa ölümü hatırdan uzak tutmak değildir bizden
istenen. Ölmeden önce ölmektir. Yani ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmaktır.
Tuzaklarla dolu dünyada ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmak o kadar da kolay değildir.
Yaşadığımız her nefeste kulluğumuzun gereğini yapabilmek en büyük mücadelemiz
olması gerekirken, dünyalık zevk ve heveslerimizin peşine düşeriz. Helaller
dururken haramları yapmanın peşine düşeriz. Helaller dururken haramları yemenin
peşine düşeriz. Bunu yaparken de Allah’tan korkup Allah’ın ipine sımsıkı
sarılmaya çalışanları değil de, nerde yoldan sapan varsa onları kendimize örnek
alırız. Günah işleyenleri ve haram yiyenleri örnek alıp herkes böyle yapıyor
demek, bize nefislerimiz ve şeytanın askerleri tarafından, kendimizi
düzeltmekten, kötü huylarımızdan vazgeçmekten çok daha kolay gösterilir.
Hz Ebu Bekir (R.a.) efendimiz kendisine bir mezar
kazıp hazırlayan bir adama: "Kendin için kabir hazırlama, kendini
kabir için hazırla." buyurmuştur. Evliyadan bazıları kabir çukuru kazdırıp
geceleri oraya yatarak nefislerini terbiye edermiş. İşin vahametinin farkında
olan insanlar her cenazenin kabre götürülüşünden ibret alır; ‘acaba sıra bende
mi?’ diye irkilerek kendine çeki düzen verme gayretinde olurlar. Her cenaze
yola çıktığında tabutun içindeki ben olabilirdim diyerek gözleri dolar. Mevta
kendisine yakın akraba ise daha bir yüksek sesli feryatlarla ağlar. Gözyaşı
muslukları alabora olur. Aslında ağladığı, defin işlemi yapılan insan için gibi
gözükse de gözyaşları kendisi içindir. Bir gün mutlaka dualar okunarak yolcu
edilen kendisi olacaktır.
Dualarla yolcu edildiği o güne
gelinceye kadar hayatı boşa geçirip, hak hukuk dinlemeden nefsinin heva ve
heveslerinin peşinde hayvanat gibi yaşamak vardır. Kazanacağı malı mülkü
haram-helal demeden bir şekilde kazanmaya bakıp, sonra da harcayacağı yerin
haram-helalliğine bakmadan harcamak vardır. Helalden bile kazansa onu hayır
hasenat yollarından uzak mirasyediler gibi har vurup harman savurmak gafletine
düşmek vardır. Allah muhafaza işte insan bunlar için gözyaşı dökmelidir. Bir
başkasını defnederken bile mezarlığın bir köşesine çekilip kendisini defnedilen
kişinin yerine koyarak yaşadığı hayatı gözden geçirmesi gerekir. İbret alınası
kabir; bizim bunu yapmamıza vesile olmuyorsa, bu nasıl derin bir gaflet uykusu
ki uyanmak bir türlü mümkün olmuyor.
Kısacık hayat boyu dünya
zevklerinden vazgeçip ebedi hayat için hazırlanmak bize zor gelir. Oysa ne
kadar sıkı sıkıya bağlanırsak bağlanalım ağaçtan dökülen yapraklar misali; her
geçen gün ömürler birer birer tükeniyor. Adım adım tüken bu yolun sonunda
zoraki bir ayrılık söz konusudur. Bu ayrılık sonunda gidilecek olan yerden yüce
yaratıcımız Allah (c.c.) tarafından hesaba çekilme vardır. Amellerimizin
faturasını; iyiyse mükâfat, kötüyse ceza olarak almak vardır. Onun için hayat hakka
teslimiyetle geçmelidir. Önümüze çıkan engeller, acılar, zorluklar bizi yoldan
döndürmek şöyle dursun, en ufak bir yoldan sapmaya bile götürmemelidir.
Bu hayatta her insan özgürdür.
Kendisi için zararlı olan günahları işlese de, sonradan pişmanlık duyar, af
dileyip dua ederek kurtuluşa erebilir.
Ama özgürlük başkalarının özgürlük alanına müdahale etme noktasına
geldiğinde özgürlük orada biter. Kendi kendine ister içki iç, ister sigara iç,
ister oruç tut, ister tutma, ister namaz kıl, ister kılma, ister intihar et,
istersen kendini günlerce aç bırak, isterse aşırı yemekten mide spazmı geçir;
bunlar senin kendine vereceğin zararlardır. Bunların bazılarını ( Namaz, Oruç
gibi)dinimiz emretse veya bazılarını (İçki, Kumar, sigara, hırsızlık, gasp,
zulüm gibi )yasak etse de bunların affı rabbimiz tarafından mümkündür. Dilerse
tövbeni kabul eder, seni de affeder ve cennetine koyabilir.
İçki içmekle kalmamışsın başkasının
parasını çalıp onunla içmişsin, sigara içmekle kalmamışsın özellikle kapalı
alanlarda topluma açık yerlerde içerek dumanını ve kokusunu salarak komşularını
rahatsız etmişsin, dövmüşsün, sövmüşsün, öldürmüşsün, sudan bahaneyle kara
bakmışsın, malını çalmışsın hakkına tecavüz etmişsin. Çöpünü çöpe atmak varken,
emeğine ve üç-beş kuruş paraya kıyıp, her türlü pis giderini kanalizasyona
koyup yer altından götürmek varken, çevresini ve yollarını kirletmişsin. Hazine
arazisini veya köy merasını sahiplenip kullanarak bugün yaşayan insanlardan
ziyade gelecek nesillerin de hakkını gasp etmişsin. Gelecek nesiller için fidan
dikmeyi aklına bile getirmezken kömüre para vermek yerine kamu ormanlarından
her yıl onlarca ağacı kökünden devirip yakmışsın.
Birilerinin senin hakkını yediğini
iddia edip hakkımı arıyorum diye sokağa çıkıp hiçbir suçu ve kusuru olmayan
insanların mallarını yağmalamışsın. Güya devleti yönetenlere kızıp tüm halkın
malı olan kamu malına zarar vermişsin, bankaları, hastaneleri, halk
otobüslerini, vs yağmalamışsın. Yalan ve iftiralarla kendine rakip gördüğün
kişilerin üzerine halkı kışkırtmışsın ve zarar verdirmişsin. Bunlara benzer
birçok durumdan dolayı oluşacak kul haklarını o kullar kendileri helal
etmedikçe böyle günahlardan af söz konusu değil. Bunlardan affedilmek için önce
hakkı olanlar senin sevaplarından alacak, sevapların yetmezse sana kendi
günahlarını verecek. Ondan sonra hala sevabın kalmışsa yada rabbim dilerse seni
affedecek.
Ölüm bizim için kaçınılmaz bir kapı ve kapı herkes
için sürekli açık. Kimin ölüm kapısından ne zaman geçirileceği beli değildir. Belki
namaz kılarken, belki içki içerken, belki başkasına ait bir şeyi çalarken,
belki uyurken, belki iyilik ederken, belki kötülük ederken, belki insanların
iyiliğine bir söz söylerken, belki ders alınası bir yazı yazarken, meçhul ve
hiç beklemediğin bir anda ölüm gelecektir. O kapıdan, ölüm kapısından geçmeye
hazır mıyız?
Bu zamanın bir uyarısı işareti yok mu diye soracak
olursak; var elbet. Rabbim bazen insanoğlunu defalarca uyarıyor. Başımıza gelen
ölümcül kazalar, hastalıklar, kalp krizleri, ölüme sebebiyet verecek
yaralanmalar vs. bunlar hep birer uyarıdır. Velhasıl birlikte yaşadığımız
komşularımızın, yakınlarımızın, eş ve dostlarımızın, sevdiklerimizin birer
birer, o ebediyet kapısından geçip kabir’e konmaları bize ibret olmuyorsa; bize
daha hangi uyarı kar etsin.
Allah dilemedikçe ve kendisine dünya için sunulan
zaman sona ermedikçe kimsenin o kapıdan geçmeyeceğini bilen ve kendisine ölümü
hesabı hatırlatan uyarılardan ders alabilen insan için öğrenmek ve öğretmenin
üzerimize düşen bir görev olan Allah’ın kanun ve kurallarına uygun işleri
yaparken ölümü beklemek gerekmektedir. Sıhhatimizi ve boş vaktimizi heba
etmeden Rabbimizin razı olacağı işlerde harcama gayretinde olmalıyız. Doğru bu;
ama onu yaparsam yada hakikati söylersem falanca kötü zihniyetli kişi veya
kişiler bana şöyle yapar, böyle yapar. Hatta beni öldürürler korkusuyla
şeytanlıklar karşısında sessiz kalırsak asıl o zaman kaybedenlerden oluruz.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri buyuruyor ki:
“Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerif öğrendim. Bütün bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü kurtuluşu ve ebedî saadete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Peygamber efendimiz bir Sahabeye hitaben; “Dünyâ için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah-ü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!” buyurmuştur.
“Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerif öğrendim. Bütün bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü kurtuluşu ve ebedî saadete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Peygamber efendimiz bir Sahabeye hitaben; “Dünyâ için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah-ü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!” buyurmuştur.
Nereden geldiğini bilen ve nereye kimin daveti ve
izniyle gittiğini veya gideceğini bilen insan için elindeki tarifeye göre
yaşamak asıl olandır. Bize verilen tarife kuran ve peygamber efendimiz
sallallahü aleyhi vesellemin sünneti olduğuna göre; bu tarifeden şaşmamalıyız.
Kuran ve sünnetin tarif ettiği yoldan şaşmamak için ise Kuran ve sünnetin hayat
tarzını, öğütlediği hal ilmini çok iyi öğrenmeliyiz.
Rabbim hakkı ve hakikati idrak ederek hak rızası
istikametinden ayrılmayan, hemen ölse bile hak rızası yolunda can veren
kullarından olmayı bizlere nasip eylesin. Ebu Said el-Hudri (r.a.)’den rivayet
edilen Peygamberimizin: “Sizden kim bir
kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da
gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin), bu da imanın en zayıfıdır.” Hadisi
gereği kötülük ve haksızlıklar karşısında hakkın gücü ve hakkın dili olabilmeyi
cümlemize nasip eylesin.
Feyzullah Kırca
0 Yorumlar