Ardından
“abla”nın Kuzey Ege’deki evine dönüşünü izleyen 18-19 Temmuz hafta sonu,
kızıyla kız kardeşinin ziyareti sırasında, görünüşte basit bir alınganlıkla
başlayan, daha sonra bunun derin bir arınma
olduğunu anladığı ağlama krizi, arada uyuyup uyandığı, verandada misafir
ağırladığı, abartmasız 1.5 gün sürecektir. Öyle ki durumu, süreci ateşleyen
kızına, sebepsiz derin üzüntüyle içli içli ağlarken “abla”, ulaştığı sezgisel
bilinçle “bunu sen başlattın ama büyük
ihtimalle nedeni değilsin” diyerek açıklayacaktır. Evden henüz cenaze
çıkmışçasına büyük sessizlikle, kendisini uzaktan gözleyen kardeşi ile kızına bakmadan
mutfağa girer, -daha sonra bu durumu,
gözyaşlarım akmıyor da fıskiye gibi fışkırıyordu dediği halde- akşam yemeğini
hazırlamaya başlar. Derken o ara, “abla”nın arınması belli düzeye varmış olsa
gerek, birden bir bilinç aydınlanması yaşar ve başkaları için yapılması gereken işler ile kendi gereksinimi arasında bir seçim yapar: Bu, 57 yıllık tarihinde
bir ilktir; ayıklanmayı bekleyen yeşilliği mutfak lavabosunda bırakır, işin
ortasında, turuncu papatya desenli şeffaf naylon önlüğünü çıkarır, gidip duşa
girer.
İzlediği
ezoterik sitedeki yazılardan birinde “…Soluğunuzu,
aldığınız sürenin en az iki katı sürede vermelisiniz…” önerisiyle, kızının
bitirip bıraktığı Metin Hara’nın,
kitabı Yol’da anlattığı Sufî nefesi
arasındaki paralellik, “abla”nın dikkatini, aynı sitede okuduğu, salıverme, salıvermeye izin verme’nin
tekrarlandığı yazılara yöneltir. Aklının erdiği kadarıyla Temmuz Ağustos ayları
boyunca bilinçli biçimde alınıp verilen soluk, kozmik enerji/rahmet gayretiyle
birlikte, duygusal bedenlerin orasına burasına düğümlenip türlü sağlık sorununa
yol açan öfke, nefret, kıskançlık türünden duyguların kazınıp, salıverilmesi
amacını taşımakta.
Uzun
zaman, yaşamın dinamiği sanıp, öfkesi
burnunda Tuzsuz Deli Bekir modunda yaşamayı marifet bilmiş “abla”, ön bahçeye
diktirdiği meyve ağaçlarının yarısını kurutmaktan, sökmekten sorumlu komşusuna
karşı, hangi aralık bilinmez, birden gaddarlaşır: Tetikçi bahçıvanı yardımıyla
eylemlerini kararlılıkla sürdüren ana-oğula geçen yıla dek saygıda kusur
etmezken, birden bu ikisini, benzer kararlılıkla, nefretle yaz boyu görmezden gelen “abla”, yükselen öfkesi için bir
açıklama bulmakta gecikmez: Bir ihtimal rahatça salıverilebilmesi için, söz
konusu duyguların kabarması, itildiği derinlerden duygusal bedenin kabuğuna
taşınması gerekmekte.
Ağustos
ortası bir sabah serinde, yürüyüşe gitmeden çeşmenin yanındaki incirden tazecik
bir torba toplamak isterken üst dallarından birine sıçrayıp, biçimsiz bir iniş
yaparak, arızaya teşne ayak bileğini burkan “abla”, tam, on gün süren
kısıtlılık dönemini atlattığını sanırken, bu kez, sabaha karşı nemli serinde
pencere karşısında uyurken tutulur. Üstelik tuhaftır, bedeninin sağ yanını
kilitleyen babadan miras siyatik, masajcı komşusunun hünerli, şifalı elleriyle
kontrol altına alındığından, herhalde
hayatta kalma güdüsüyle sola atlayıp bir hafta sinsi sinsi sızlar.
Karatepe
yürüyüşlerini sabah akşam aksatmayan “abla”nın, hayatının en hareketsiz bu üç
haftası sonunda nihayet bir Pazartesi, Burhaniye pazarına giderken yanına
oturan, elindeki derin kesik iltihaplanmış beyaz bandajlı yaşlı adamdan başka,
arabadaki iki kadından birinin kolu askıda, diğerinin bir bacağı alçıda!
“Bu kadarı da…” dese de, dolandığı
süre boyunca, en çok da, rengârenk çaput pazarını beyaz beyaz benekleyen bandaj,
alçı bolluğu “abla”ya, kısıtlanıp tutulmanın kendi talihsizliği olmadığını
düşündürür. “Belki de kol, bacak
hasarlarıyla duraklatılmanın amacı” diye düşünür, “ego’nun dikkatini başka yönlere çekip duygusal bedenler temizliğini,
salıvermeleri kolaylaştırmak.”
Hemen
hemen aynı döneme rastlayan, yaygın, sebepsiz burun akması, kuru öksürük
şikâyetlerini de “abla” üçüncü göz ile bağlantılı epifiz bezi* aktivasyonu için gereklilik
saymakta gecikmez.
Demeye
kalmadan Ağustos sonu, “abla”nın, torundan sonra gündemini epeyce dolduran bir
yeni gelişme: TRT için belgeseller yöneten bir hanımdan aldığı maille, altı
bölümlük bir dizinin, taşra-blog
yazarlığı başlıklı bölümüne senbilirsinabla’yı
konu etmeye davet edilen “abla” kendisini yazılarından tanıdığı anlaşılan
hanımla uzun bir telefon konuşması yapar: Çekim “abla”nın mekânında,
Burhaniye’de, evinde, muhtemelen Eylül Ayı içerisinde yapılacaktır; karşılıklı
içe sinen konuşmalarla varılan sonuç, kendini ifade konusunda sıkıntı
yaşamayacağı belli “abla”ya göre, bu gürül gürül ifade durumunun gerektiğinde
nasıl sonlandırılacağı sorunudur.
Eylül
ortalarına dek zihnini ve gönlünü oyalayan konu, bir akşamüzeri yönetmen
hanımın üzgün telefonuyla kapanır: “Muhtemelen…”
der, yönetmen hanım, “hakkınızda bilgi aktarırken
sözü geçen ilk bloğunuzun adına takıldılar…” Seçim sonrası değişen kadro,
tahminlere göre, “abla”nın, kasıla, şişine sıraladığı …demek isterdim!, Öte
yandan…, Senbilirsinabla Sinemada,
Senbilirsinabla Seyahatte arasında ilk bloğu Konsomasyon Taburesi isminden -ya
da içeriğine bakmaksızın, çağrışımından- hoşlanmaz.
Her
yıl olduğu gibi, çok sevdiği halde incirden sıra gelmeyen, o çekilirken de
buzhaneye giren şeftali alışverişleri “abla”da epey hayal kırıklığı yaratır:
Satıcısının verdiği garantiye inanmaya dünden hazır aldığı, içi kapkara 3 kg şeftali,
önceki yıl öfkeyle, olduğu gibi çöpe atılırken, aradan geçen sürede tırmandığı
bilinç seviyesinde, elma ve erik ilavesiyle bir taşım kaynatılarak mis gibi
marmelat olur. “Abla” bunda, repertuvarına yeni ekleyerek içindeki Tanrısal
parçaya seslendiği, “sevgili Ben’im Varlığım,
her zaman, bedenimi sağlıklı, zihnimi sessiz, duygularımı dengede tut lütfen”
duasının büyük etkisi olduğu fikrindedir.
Gündüzler
hem fizik hem de metafizik açıdan dolu dolu geçerken, geceler de boş değildir.
Belli belirsiz olanlar arasında “abla”, duru netlikle hatırladığı, -orada burada farklı deneyimler edinmekte
olan ruh parçalarının, bütünleşme sürecinde olduğunu düşündüren- bir rüya
görür: Bir başka babasına robdöşambr dikmektedir, özenle cebini onun istediği
yere iğneler. Adam her ne kadar eski yerli filmlerin kadın satıcılarına
benzemekte ise de iyi dikiş bildiği belli kızı tarafından çok sevilir. Bir
sitede, reenkarnasyonlarından birinde “terzi” olduğunu okumuş, doğaçlama
diktiklerini kızı az büyüdüğünde reddetmiş olsa da kendisi halâ giyen “abla”
için bu rüya elbet pek anlamlıdır.
Eylül
sonu, kızıyla damadının 10. yıla ulaşmış evliliklerini kutlayan eski kocasını, -yine herhalde kabarsın da duygusal bedenin
kabuğundan daha rahat salıverilsin diye- pek kıskanan “abla”, hoşlanmadığı
bu duygusuyla, aynı günlerde, ara sıra uzun telefon görüşmeleri yaptıkları arkadaşının
gözlemindeki paralelliği fark eder. Hanım, öğretmenliğinden gelen deneyimle gözlediği
gençlerin birbirlerini nasıl kıskandıklarını anlatırken “abla”, çevresinde,
kıskanılmaktan doğan, bizzat uğrayıp da kondurmadığı pek çok hasarın farkına
varır.
Ekim’in
üçüncü günü, arife, kış komşusu, “abla”nın yaşlı arkadaşlarından bir hanım, anî
bir kararla geçişini yapar; bayramın ikinci günü de sitenin camiinden
kaldırılıp, Karaağaç Köyü mezarlığına, dokuz yıl önce defnedilen eşinin yanına
gömülür. Son yıllarda çok içten arkadaşlık ettiği, 80’i geçmiş yaşına karşın “kimse doğum gününde yalnız kalmamalı” diyerek
kendisine güzel bir sofra hazırlamış hanım, gözlerindeki sarı nokta tedavisi için
İzmir’e gidiş dönüşlerinde “abla”nın kendisine eşlik edişine çok memnun olur;
İstanbul’da yaşayan geliniyle oğlunun kanılarının aksine bu yolculuklar, bu
ikisi için, uzun uzun konuşma fırsatıdır.
Sonbaharın
başlarında nefes darlığı şikâyetiyle birkaç kez hastaneye kaldırılan hanım, son
konuşmalarında “ben bencil ve
şımarıktım,” der, “çok kötülükler
yaptım”. Yıllar yılı değersizlik, yetersizlikle uğraştığından, hayranlık
duyduğu, kendi değerini bilmenin
eşsiz örneği hanıma “abla”, öteki tarafta zahmet çekmemesi için kendisini suçlamamasını, her yaşamın tekâmül
sürecince sadece bir basamak, bir deneyimden ibaret olduğunu, bu deneyimlerin
hiç birinin de diğerinden üstün olmadığını anlatır. Kötü olanın, Tanrı’nın bir parçası olarak bu deneyimleri yaşarken
kendimize, dolayısıyla da Tanrı’ya yaptığımız saygısızlık, yani suçluluk duygusu olduğunu düşündüğünü söyler.
Sırlarını da paylaştığı “abla”ya, hanım, derin derin düşünerek “sen” der, “çok felsefî konuşuyorsun”.
Öfke,
nefret, kıskançlık türünden duygularını beğenmeyip duygusal bedeninin diplerine
iteklemiş, o yüzden bir miktar temizlik için 1.5 gün ağlamış “abla” yakaladıkça, kendi suçluluk duygusuyla
da şöyle başa çıkmaya çalışır: Masadan savrulan minik kâsedeki marmelat,
sandalyenin minderini de boyayarak döküldüğünde, öfkesine kapılıp bir zaman tabureleri
tekmeleyen “abla” durulmayı bekler; deriiiin nefes alır “bir dahaki sefere” der, “daha
iyisini yapacağım. Daha sakin, dengeli, öfkesiz karşılayacağım!”
*Epifiz Bezinin Gizemleri:
http://www.kosulsuz-sevgi.com/yeni-eklenen-mesajlar/epifiz-bezinin-gizemleri/
1 Yorumlar