Banner

Yeni Dünya’nın 3. yılı başından, miladi 2015 yılı başına, “abla”nın gözlemleri, eylemleri:

Ezoteriklerin Yeni Dünya’nın yeni yılı başı saydıkları Temmuz’un 3. günü aldığı “torun!” haberiyle, beklediği müfredat değişikliğinin gerçekleştiğini gören “abla”nın, bu fikre alışması için, torununun, 12 Temmuz 16:45’te, bakla boyutunda görüntülenen ilk resmini görmesi, bir de kendini örerken ki telâşla akla zarar hızla çırpınan kalbinin sesini duyması gerekir; elinden gelse, “ah güzel evlâtcığım,” diyecek, “sen yorulma, çekil, ben yaparım”.

Ardından “abla”nın Kuzey Ege’deki evine dönüşünü izleyen 18-19 Temmuz hafta sonu, kızıyla kız kardeşinin ziyareti sırasında, görünüşte basit bir alınganlıkla başlayan, daha sonra bunun derin bir arınma olduğunu anladığı ağlama krizi, arada uyuyup uyandığı, verandada misafir ağırladığı, abartmasız 1.5 gün sürecektir. Öyle ki durumu, süreci ateşleyen kızına, sebepsiz derin üzüntüyle içli içli ağlarken “abla”, ulaştığı sezgisel bilinçle “bunu sen başlattın ama büyük ihtimalle nedeni değilsin” diyerek açıklayacaktır. Evden henüz cenaze çıkmışçasına büyük sessizlikle, kendisini uzaktan gözleyen kardeşi ile kızına bakmadan mutfağa girer, -daha sonra bu durumu, gözyaşlarım akmıyor da fıskiye gibi fışkırıyordu dediği halde- akşam yemeğini hazırlamaya başlar. Derken o ara, “abla”nın arınması belli düzeye varmış olsa gerek, birden bir bilinç aydınlanması yaşar ve başkaları için yapılması gereken işler ile kendi gereksinimi arasında bir seçim yapar: Bu, 57 yıllık tarihinde bir ilktir; ayıklanmayı bekleyen yeşilliği mutfak lavabosunda bırakır, işin ortasında, turuncu papatya desenli şeffaf naylon önlüğünü çıkarır, gidip duşa girer.

İzlediği ezoterik sitedeki yazılardan birinde “…Soluğunuzu, aldığınız sürenin en az iki katı sürede vermelisiniz…” önerisiyle, kızının bitirip bıraktığı Metin Hara’nın, kitabı Yol’da anlattığı Sufî nefesi arasındaki paralellik, “abla”nın dikkatini, aynı sitede okuduğu, salıverme, salıvermeye izin verme’nin tekrarlandığı yazılara yöneltir. Aklının erdiği kadarıyla Temmuz Ağustos ayları boyunca bilinçli biçimde alınıp verilen soluk, kozmik enerji/rahmet gayretiyle birlikte, duygusal bedenlerin orasına burasına düğümlenip türlü sağlık sorununa yol açan öfke, nefret, kıskançlık türünden duyguların kazınıp, salıverilmesi amacını taşımakta.

Uzun zaman, yaşamın dinamiği sanıp, öfkesi burnunda Tuzsuz Deli Bekir modunda yaşamayı marifet bilmiş “abla”, ön bahçeye diktirdiği meyve ağaçlarının yarısını kurutmaktan, sökmekten sorumlu komşusuna karşı, hangi aralık bilinmez, birden gaddarlaşır: Tetikçi bahçıvanı yardımıyla eylemlerini kararlılıkla sürdüren ana-oğula geçen yıla dek saygıda kusur etmezken, birden bu ikisini, benzer kararlılıkla, nefretle yaz boyu görmezden gelen “abla”, yükselen öfkesi için bir açıklama bulmakta gecikmez: Bir ihtimal rahatça salıverilebilmesi için, söz konusu duyguların kabarması, itildiği derinlerden duygusal bedenin kabuğuna taşınması gerekmekte.

Ağustos ortası bir sabah serinde, yürüyüşe gitmeden çeşmenin yanındaki incirden tazecik bir torba toplamak isterken üst dallarından birine sıçrayıp, biçimsiz bir iniş yaparak, arızaya teşne ayak bileğini burkan “abla”, tam, on gün süren kısıtlılık dönemini atlattığını sanırken, bu kez, sabaha karşı nemli serinde pencere karşısında uyurken tutulur. Üstelik tuhaftır, bedeninin sağ yanını kilitleyen babadan miras siyatik, masajcı komşusunun hünerli, şifalı elleriyle kontrol altına alındığından, herhalde hayatta kalma güdüsüyle sola atlayıp bir hafta sinsi sinsi sızlar.

Karatepe yürüyüşlerini sabah akşam aksatmayan “abla”nın, hayatının en hareketsiz bu üç haftası sonunda nihayet bir Pazartesi, Burhaniye pazarına giderken yanına oturan, elindeki derin kesik iltihaplanmış beyaz bandajlı yaşlı adamdan başka, arabadaki iki kadından birinin kolu askıda, diğerinin bir bacağı alçıda!

“Bu kadarı da…” dese de, dolandığı süre boyunca, en çok da, rengârenk çaput pazarını beyaz beyaz benekleyen bandaj, alçı bolluğu “abla”ya, kısıtlanıp tutulmanın kendi talihsizliği olmadığını düşündürür. “Belki de kol, bacak hasarlarıyla duraklatılmanın amacı” diye düşünür, “ego’nun dikkatini başka yönlere çekip duygusal bedenler temizliğini, salıvermeleri kolaylaştırmak.”

Hemen hemen aynı döneme rastlayan, yaygın, sebepsiz burun akması, kuru öksürük şikâyetlerini de “abla”  üçüncü göz ile bağlantılı epifiz bezi* aktivasyonu için gereklilik saymakta gecikmez.

Demeye kalmadan Ağustos sonu, “abla”nın, torundan sonra gündemini epeyce dolduran bir yeni gelişme: TRT için belgeseller yöneten bir hanımdan aldığı maille, altı bölümlük bir dizinin, taşra-blog yazarlığı başlıklı bölümüne senbilirsinabla’yı konu etmeye davet edilen “abla” kendisini yazılarından tanıdığı anlaşılan hanımla uzun bir telefon konuşması yapar: Çekim “abla”nın mekânında, Burhaniye’de, evinde, muhtemelen Eylül Ayı içerisinde yapılacaktır; karşılıklı içe sinen konuşmalarla varılan sonuç, kendini ifade konusunda sıkıntı yaşamayacağı belli “abla”ya göre, bu gürül gürül ifade durumunun gerektiğinde nasıl sonlandırılacağı sorunudur.

Eylül ortalarına dek zihnini ve gönlünü oyalayan konu, bir akşamüzeri yönetmen hanımın üzgün telefonuyla kapanır: “Muhtemelen…” der, yönetmen hanım, “hakkınızda bilgi aktarırken sözü geçen ilk bloğunuzun adına takıldılar…” Seçim sonrası değişen kadro, tahminlere göre, “abla”nın, kasıla, şişine sıraladığı …demek isterdim!, Öte yandan…, Senbilirsinabla Sinemada, Senbilirsinabla Seyahatte arasında ilk bloğu Konsomasyon Taburesi isminden -ya da içeriğine bakmaksızın, çağrışımından- hoşlanmaz.

Her yıl olduğu gibi, çok sevdiği halde incirden sıra gelmeyen, o çekilirken de buzhaneye giren şeftali alışverişleri “abla”da epey hayal kırıklığı yaratır: Satıcısının verdiği garantiye inanmaya dünden hazır aldığı, içi kapkara 3 kg şeftali, önceki yıl öfkeyle, olduğu gibi çöpe atılırken, aradan geçen sürede tırmandığı bilinç seviyesinde, elma ve erik ilavesiyle bir taşım kaynatılarak mis gibi marmelat olur. “Abla” bunda, repertuvarına yeni ekleyerek içindeki Tanrısal parçaya seslendiği, “sevgili Ben’im Varlığım, her zaman, bedenimi sağlıklı, zihnimi sessiz, duygularımı dengede tut lütfen” duasının büyük etkisi olduğu fikrindedir.

Gündüzler hem fizik hem de metafizik açıdan dolu dolu geçerken, geceler de boş değildir. Belli belirsiz olanlar arasında “abla”, duru netlikle hatırladığı, -orada burada farklı deneyimler edinmekte olan ruh parçalarının, bütünleşme sürecinde olduğunu düşündüren- bir rüya görür: Bir başka babasına robdöşambr dikmektedir, özenle cebini onun istediği yere iğneler. Adam her ne kadar eski yerli filmlerin kadın satıcılarına benzemekte ise de iyi dikiş bildiği belli kızı tarafından çok sevilir. Bir sitede, reenkarnasyonlarından birinde “terzi” olduğunu okumuş, doğaçlama diktiklerini kızı az büyüdüğünde reddetmiş olsa da kendisi halâ giyen “abla” için bu rüya elbet pek anlamlıdır.

Eylül sonu, kızıyla damadının 10. yıla ulaşmış evliliklerini kutlayan eski kocasını, -yine herhalde kabarsın da duygusal bedenin kabuğundan daha rahat salıverilsin diye- pek kıskanan “abla”, hoşlanmadığı bu duygusuyla, aynı günlerde, ara sıra uzun telefon görüşmeleri yaptıkları arkadaşının gözlemindeki paralelliği fark eder. Hanım, öğretmenliğinden gelen deneyimle gözlediği gençlerin birbirlerini nasıl kıskandıklarını anlatırken “abla”, çevresinde, kıskanılmaktan doğan, bizzat uğrayıp da kondurmadığı pek çok hasarın farkına varır.

Ekim’in üçüncü günü, arife, kış komşusu, “abla”nın yaşlı arkadaşlarından bir hanım, anî bir kararla geçişini yapar; bayramın ikinci günü de sitenin camiinden kaldırılıp, Karaağaç Köyü mezarlığına, dokuz yıl önce defnedilen eşinin yanına gömülür. Son yıllarda çok içten arkadaşlık ettiği, 80’i geçmiş yaşına karşın “kimse doğum gününde yalnız kalmamalı” diyerek kendisine güzel bir sofra hazırlamış hanım, gözlerindeki sarı nokta tedavisi için İzmir’e gidiş dönüşlerinde “abla”nın kendisine eşlik edişine çok memnun olur; İstanbul’da yaşayan geliniyle oğlunun kanılarının aksine bu yolculuklar, bu ikisi için, uzun uzun konuşma fırsatıdır.

Sonbaharın başlarında nefes darlığı şikâyetiyle birkaç kez hastaneye kaldırılan hanım, son konuşmalarında “ben bencil ve şımarıktım,” der, “çok kötülükler yaptım”. Yıllar yılı değersizlik, yetersizlikle uğraştığından, hayranlık duyduğu, kendi değerini bilmenin eşsiz örneği hanıma “abla”, öteki tarafta zahmet çekmemesi için kendisini suçlamamasını, her yaşamın tekâmül sürecince sadece bir basamak, bir deneyimden ibaret olduğunu, bu deneyimlerin hiç birinin de diğerinden üstün olmadığını anlatır. Kötü olanın, Tanrı’nın bir parçası olarak bu deneyimleri yaşarken kendimize, dolayısıyla da Tanrı’ya yaptığımız saygısızlık, yani suçluluk duygusu olduğunu düşündüğünü söyler. Sırlarını da paylaştığı “abla”ya, hanım, derin derin düşünerek “sen” der, “çok felsefî konuşuyorsun”.

Öfke, nefret, kıskançlık türünden duygularını beğenmeyip duygusal bedeninin diplerine iteklemiş, o yüzden bir miktar temizlik için 1.5 gün ağlamış  “abla” yakaladıkça, kendi suçluluk duygusuyla da şöyle başa çıkmaya çalışır: Masadan savrulan minik kâsedeki marmelat, sandalyenin minderini de boyayarak döküldüğünde, öfkesine kapılıp bir zaman tabureleri tekmeleyen “abla” durulmayı bekler; deriiiin nefes alır “bir dahaki sefere” der, “daha iyisini yapacağım. Daha sakin, dengeli, öfkesiz karşılayacağım!”


*Epifiz Bezinin Gizemleri:
http://www.kosulsuz-sevgi.com/yeni-eklenen-mesajlar/epifiz-bezinin-gizemleri/

 
 

Yorum Gönder

1 Yorumlar

senbilirsinabla dedi ki…
Kitaplarindan, "abla"nin, kendisi hakkinda pek cok sey ogrendigi, Istanbul'da katildigi Kryon Semineri ses kayitlari yayinda: http://www.kryon.com/cartprodimages/2015%20downloads/download_Istanbul_15.html