Ona
eşlik eder gibi gözlerimi açıp kapıyorum. Karşımda gülümsüyor.
Danslar ediyor, şarkılar söylüyor, sıklıkla kulağıma eğilip
beni sevdiğini mırıldanıyor. Kalbimin her atışı için Tanrı'ya
dua ediyor sonra bir sabah annemin gülen yüzünün arka fonunda
beliriyor. Ellerinde paketler, “Selim bak sana ne aldım” diyor.
Şaşırmış gibi yapıyorum.
Ben böyle doğmadım.
Rahatsızlandığımda yirmi beşinci yaş doğum günüme az
kalmıştı.
O
zamanlar Yavuz'la yalnızca arkadaştık. Bu cümleyi çok seviyorum
ve sizlere söylerken
gülümsüyorum.
Tanrı aşkına Yavuz yalnızca arkadaşım olmayı değil,
sevgilim
olmayı da hak ediyordu.
Baştan
çıkarmak hiç de kolay olmadı. Onun da bana ilgili duyduğunu
dudaklarındaki zafiyeti sezdiğimde anladım. Basbayağı
öpüştüğümüze inanamadım sonra hiç ayrılmadık. Aslında
beni bırakır diye düşünüyordum. Bir dizi test sonucu ALS
hastası olduğumu öğrendiğimde aksine daha da üzerime düşmeye
başladığını hissettim.Kol ve bacaklarımdaki kas zayıflığı
yaşantımı zorlaştırırken, o hep benim yanımdaydı. Senin kol
değneklerinim diyordu.Hastalık hızla ilerliyordu ve ben artık o
kol değneklerine bile tutunamıyordum. Düğmelerimi ilikleyemeyişim
ve sürekli genzimden konuşmamla şüpheye düşüp hastaneye
gittiğimizde öğrendiğimiz o hastalık , beni oldukça kısa bir
zamanda tamamen etkisi altına alıyordu.
İri gözlerimi biraz daha
açıp Yavuz'un getirdiği paketlere bakmaya başlıyorum. “Daha
sağlıklı bir iletişime hazır mısın sevgilim?”diyor ve yüzümü
okşuyor. Göz kapaklarımı açıp kapayarak ona yanıt veriyorum.
Yavuz, saklayamadığı çocuksu heyecanıyla anlatmaya başlıyor: “
Dizüstü bilgisayar aldım. Bundaki kamera yardımıyla yaşantımızı
kolaylaştırmayı düşünüyorum. İlk önce bilgisayara kameranın,
yüzünü algılaması için bir program yükleyeceğiz. Bu program
sayesinde baş hareketlerinle mouse'un imlecini hareket
ettirebileceksin ve tıklamayı da başını sabit tutarak
yapabileceksin. Eğer beni ya da anneni çağırmak istersen, yine
bilgisayara yükleyeceğimiz müzik dosyasından herhangi bir şarkıyı
seçip çalabileceksin.” Anlatırken söylediklerinin hepsini
dikkatlice yapıyor. Birkaç dakika susuyor ve bu kez daha büyük
bir heyecanla konuşmaya devam ediyor. “Gelelim en önemli ve en
sevindirici olanına, ekranda gördüğün sanal klavye bizimle
iletişime geçmeni sağlayacak. Sesini çok özlesem dahi yenisine
alışmam için bana birkaç saniye vermen yeterli olacak. (Gülüyor)
Şu an monitörde gördüğün sitede yazdıklarını, hoparlör
tuşuna basıp seslendirebilirsin.” O anlatırken heyecanlanıyorum.
Gözleriyle konuşmaya alışmış biri için bunun oldukça sıra
dışı olacağını düşünüyorum. Yanıma oturup bana sarılıyor.
Yüzümdeki derin tebessümü görmenizi isterdim aşkımızın
yıpranmaması sevindiriciydi.
Şimdi
bakıyorum da aradan yıllar geçmiş. Beni rahat ettiren yatakta
oturmuş; Yavuz'un o güzel sesinden okuduğu kitapları
dinliyorum.İş yerinde nasıl kariyer atladığından ve şartları
ayarlayabilirse benimle mutlaka tatile çıkma isteğinden
bahsediyor.Hiç de sıkıcı bir adam olmadığımı düşündüğünü
söylüyor. O kadar çok konuşuyoruz ki sustuğumuz zamanlar film
molaları, dergi ve kitap durakları...
Doktor,
kol ve bacaklarımdaki güçsüzlüğün tüm bedenime yayılmasına,
yürüme,konuşma ve solunum sıkıntısı çektiğime tanık olmadan
önce dört ila altı yıl arası yaşama şansımın olduğunu
söylemişti. Genelleme yapmak istemiyorum ama çoğu dilindeki kemik
noksanlığını fırsat bilip yüzünüze tükürür gibi açık
konuşabiliyor.
Ölüm
ihtimali üzerine neredeyse hiç konuşmuyorduk. Solunum
yetersizliğimden dolayı gırtlağıma takılan o boru bile yaşama
duyduğum bağlılığı yok edememişti. Yavuz, en büyük
destekçimdi. Ağlasa bile göz yaşlarını çok iyi gizleyen mavi
gözlü bir devdi. ALS'yi asla yok saymadım hasta olduğumu
biliyordum ve bununla yaşamayı öğrenmiştim. En başından beri
başıma gelecekleri biliyordum. Annem bu hastalık zeki insanların
başına daha çok geliyormuş, öyle okudum diyordu. Garip bir hisle
benimle gurur duyduğunu hissediyordum.
Eşcinsel olduğumu
öğrendiğinde kendisini günlerce odaya kapamış ve hiç kimseyle
konuşmamıştı. “Keşke hep konuşsaymışım” diyor şimdi.
Kendini suçlu hissediyor. Böyle yapmamasını söylüyorum ama
hüznüne engel olamıyor.
İnsan
birçok şeye geç kaldığını düşünür. Yani öyle anlar olur
ki, zamanı geriye alabilsem, o sağlıklı günlerimize geri
dönebilsem; Selim evin içinde öylece yürürken tökezlemeden,
tükürüklerini bile yutkunamayacak hale gelmeden önce o son bir
ay'ı heba etmenin can yakıcı acemiliğinde boğulmuş olmasam der,
durur.
Annem gibi...
***
Tatile gidemedik.
Odamdan sürekli müzik sesleri duyuluyordu.
Son zamanlarda iyi
değildim ancak direniyordum. Yavuz, fotoğraflarımızdan bir
belgesel oluşturmuştu. Zorlandığımı hissettiği anlarda mutlu
olmam için birlikte onu seyrediyorduk. Kırkıncı yaşımı
kutlayacağımız akşam zoraki gülümsemeye çalışıyordum.Yavuz'un
ayaklarına takıldı gözlerim, çıplaktılar ve üşüyorlardı.
Bu koca adam, çabucak hastalanır; kendine hiç dikkat etmezdi.
“Üşüme”
diyebilmek için başımı hareket ettirmeye çalışırken, akreple
yelkovan doğum günümü gösteriyordu. Ben ise ayrılmıştım
odadan. On beş yıl bağlı kaldığım ama sevdiklerimle olmaktan
keyif aldığım hayatı ve yatağı yok saymıştım.