2014 yılı Nisan’ının 27. Günü sabah, kahvaltıda, tümü son
derece kibar, saygılı, güler yüzlü garsonlardan biriyle damadın tutturduğu “ne çok satılık yapı var, fiyatlar ne civarda…”
konulu sohbette “…genelde yatırım
amacıyla alınan konakların onarılıp satıldığı, arkadaki binayı bir armatörün,
Rumlara satış yapılmadığından aracıyla aldırdığı, öndeki 450 m2, iki katta 14
oda ile 1000 m2 kapalı alana sahip yenilenmiş konağın 350.000 USD olan fiyatının
bir yılda yarıya düştüğü…” bilgisi alınır.
Dönüş yolunda, Mustafapaşa’dan çıkıp Kaymaklı’dan
geçerek (80 km) Ihlara Vadisi’ne de
uğramayı planlayan üçlünün dikkatini çeken, Mazı köyünü geçer geçmez sağlı sollu, havalandırma bacalarıyla
delik deşik tepelerin eteğine oyulmuş, kamyon girebilecek kadar geniş ağızlı
mağaraların, izleyen yol boyunca rastlanılan birkaç büyük binaya ve yapılan
patates hasadının hacmine bakıldığında depo
amaçlı olabileceği sonucuna varılır.
Ihlara’ya 20 km kala gördükleri Narlıgöl*, Krater Gölü tabelasıyla
sapan üçlü, yakınında bir kaç termal otel de yer alan küçük, dingin, güzel
renkli su parçasını çepeçevre dolanır, fotoğraflar, yollarına devam ederler.
Ihlara
Vadisi, köyden alışveriş sırasında öğrendikleri rota ile vardıkları
otoparktan, yürüyerek ulaştıkları, vadinin başlangıcından 3250 m içerideki
noktadan bilet alınarak girilen ve rahat inilen çok basamaklı merdivenle
tabanına varıldıktan sonra yürüyüşe geçilen, 3750 m sonra (kültür emperyalizminin etkisiyle grubun Bellissima diye okuduğu) Belisırma noktasında bir girişi daha
bulunan, bir 7750 m sonra da öteki ucu Selime’de
sonlanan, Melendiz Çayı’nın
yeşillendirdiği iki yanda yüksekliğin yer yer 150 m.ye ulaştığı kayalıklarda
sayısız kilise barındıran 14 km’lik cıvıltılı güzel bir vadi.
Suda kayarak giden bir yılanı fotoğraflayıp Yılanlı Kilise’yi gezdikten sonra
acıkmış üçlü, tüm grupların soluklandığı gözlemecide mola verir, yola devam
edileceği için oradan döner, sıcakta tırmanışı zahmetli merdivenlerin
başlangıcına yakın noktada Ağaçaltı
Kilisesi’ni de gördükten sonra, yokuş yukarı olduğundan hemen herkesin tepkisini
çeken otoparka yürür, yola koyulurlar. Vadinin bıçakla kesilmiş gibi duran
diğer ucundaki Selime’de uzaktan
gördükleri katedral, gördükleri kadarıyla bile etkileyici.
Giderek bulutlanan havada Aksaray, Ankara geride
kalırken “abla”yı gülümseten bir kamyon arkası yazısı: “Tek hayalim tek hayalin olmak”.
Bir mola verip karın doyurmak için, yaklaşırken
araştırıp karar kıldıkları, artık seri
biçimde yağan yağmurda Bolu’ya girip D 100 üzerinde, 1981’in son günlerinde “abla”nın
kızını doğurduğu Bolu SSK Hastanesi’ni 200 m geçer geçmez karşılarına çıkan Haşim Restaurant’ta inerler. 1938
tarihli lokantanın biri iri yarı diğeri ufak tefek iki kurucusu, S/B bir
fotoğrafta eski lokanta önünde, -ihtimal
işin bu kadar uzun soluklu olabileceğini hiç akıllarına getirmeden- poz da
vermeksizin durmakta…
Temurhind, gül, kızılcık, kiraz sapı, keçiboynuzu,
nane-limon… Osmanlı şerbetleriyle yapılan giriş ardından çok lezzetli mısır
çorbası içtiğine, yemekler geldiğinde pişman olan grup, bir kap manda kaymağı
alışverişi yaptıkları, işinin erbabı mekândan keşke daha aç gelmiş olsaydık diyerek ayrılırlar.
Bulutlar çökelmiş harika manzaralı dağlar arasından
yağmurla kayıp giderken yol, İstanbul’a varmadan giderek kurur. Şanslı üçlü, Fenerbahçe’nin
şampiyonluk coşkusunun sokaklara taşmasına az kala burun farkıyla eve kapağı
atar; damat maç yorumlarını izlemek üzere TV’ye yönelirken uzak yakın çevreden
silah patırtısı başlamıştır bile... Özel araba konforu bir yana “abla”,
ikilinin planlamaksızın, bir tür güven duygusuyla kendilerini akışa bırakıp gezme
tarzlarına bayılmıştır.
Başlıkta yolculuklarının, …diğeri şeklinde adlandırıp, nereye koyacağını bilemediği kısmını
tam olarak kavrayıp yerine yerleştirebilmek için “abla”, bebek kedi sevme
bahanesiyle –daha çok, izlediği sitede
okuduğu yazılardan birindeki “…Beyninizin “Realite
Projektörü” olarak tasarlandığını ve her günün her anında sizi bombardıman
eden tüm itkilerden ve deneyimlerden “süreklilik” fikrini yaratmaya hizmet
ettiğini anlamanızı istiyoruz. Bu, aslında deneyim ve realite süreksiz ve
yanıltıcı olsa da süreklilik “yanılsaması” içinde yaşamanızı sağlar…” bilgisine
paralel süreklilik arayışı ile- kızıyla, biraz da korkuyla yine damadın
ofisine gider: Belli ki “abla” bu muhteşem enerjiden bir doz daha alabilmek
niyetinde; ne yazık, kendisini eşekten düşmüş karpuza döndüren enerji –belki korku ya da yargı yüzünden- artık
aynı değil!
Henüz yürümeye başlamadığı 9 aylıktan bu yana şakır
şakır konuşurken, ofise ayak basar basmaz sesinin, sözünün tükenişini “yeni insan”ın telepatik iletişime
yatkınlığının göstergesi olarak değerlendiren “abla”, ofis dolusu adam farklı frekanstaki
arkadaşlarıyla farkına varmaksızın çalışırken en ağır darbeyi neden kendisinin
aldığı sorusunu içsel/ruhsal bedeninin
değişime, enerjiye açık olmasıyla
açıklar. Dışsal/fizik bedeninin ayak uyduramadığı yüksek frekans ise bir tür
tehdit olarak algılandığından, -genelde
stres altında olduğu zamanlardaki gibi- kesilen soluğunu düzenleyebilmesi “abla”nın
iki gün sonra Kuzey Ege’deki evine döndükten sonra birkaç gününü daha
alacaktır.
Torununun sergisi için İzmir’e gittiklerinde,
Kordon’da, kızının kolunda yürürken nasıl olup da sıyrılıp yere düştüğünü
anlayamayan 80’li yaşlardaki komşusuna geçmiş
olsun’a uğradığında “abla” kazayı kendince, “kozmik enerji/rahmetle, yeni boyutundaki Yeni Dünya için
güncellenirken, eski model bedenlerimiz, değişim enerjisine açık olamadığımız
için direnç gösterdiğinden, kısa da olsa bir süre bilincimizin askıya alınması
gerekiyor” diye açıklar, ardından da böyle bir ameliyeyi anlatan Lobsang Rampa’nın İkinci Beden kitabını örnek olarak gösterir.
Ihlara
Vadisi:
Ihlara
Vadisi görselleri:
*Narlıgöl
efsanesi:
Selime
Katedrali görselleri
https://www.google.com.tr/search?q=selime+katedrali&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=n9hpU5zELMmByQPP_oGYAg&sqi=2&ved=0CCcQsAQ&biw=1093&bih=550
Haşim
Restaurant
1 Yorumlar
"...sesinin, sözünün tükenişini “yeni insan”ın telepatik iletişime yatkınlığının göstergesi olarak değerlendiren..." anlatımdaki söz konusu "telepatik iletişime yatkınlık"la ile ilgili güçlü kanıtı da aktarması gerektiği fikrindedir:
Bu "yeni insan" bilgisayarında bir yandan çalışırken, ofiste bulunduğu sürece, "abla"nın dönemine ait, en sevdiği parçaları -şakıyan küçük bir kuş gibi- çalıp sunar. "Bu konuda tek söz geçmemişken..." diye düşünür "abla", "bu ne derin sezgidir?"