Çevrenizde haklı olarak Türk halkının Müslüman olduğunu
ve kâinattaki tek otoritenin Allah olduğunu ileri sürerek her şartta olursa
olsun onun dininin yaşanması ve kanunlarının uygulanması gerektiğini ileri
sürdüklerini görürsünüz. Ya onları da Allahın dinine uygun hareket etmelerini
sağlamak gerektiğini ya da onlarla birliktelik kurulmaması gerektiğini savunduklarını
görürsünüz. Bunu da ayetlerde geçen ‘onlar sizin dostunuz değildirler’ demeye
gelen ifadeleri öne sürdüklerini görürsünüz. Biz onların dostluklarından vs
değil de onlarla aynı dünya da nasıl yaşanması ve nasıl mücadele edilmesi
gerektiğini ifade etmeye çalışacağız.
Örneğimiz ve önderimiz peygamberimiz olduğuna göre; o
Mekke’yi fethedip geri döndüğünde ya da diğer zamanlarda kâfirlerle ve
müşriklerle nasıl komşuluk etmiş, nasıl mücadele etmiş ona bakmamız gerekmez i?
Onlar kafir, konuşmayalım, alışveriş etmeyelim, onlar yokmuş gibi davranalım
gibi bir yaşam tarzını benimsemediğini hepimiz bilmekteyiz.
Dünya üzerinde yaşayan insanlar ikiye bölünmüş durumda;
iyiler ve kötüler, inananlar ve inanmayanlar, dünyayı ön planda tutanlar ve
ahreti ön planda tutanlar, insanlığın kurtuluşunu isteyenler ve kendi çıkarları
için dünyayı yangın yerine çevirmekten çekinmeyenler vb söylemler ile
çoğaltabileceğimiz mücadele sürüp gitmektedir. Kıyamet kopuncaya kadar sürüp
gideceği de bilinen bir vakıadır. Yadsınamaz ve inkâr edilemez bir gerçektir.
Osmanlı’nın yıkılışından sonra Allah’ın kanunlarını göz
önünde bulundurarak; mazlumu zalimlerin zulmünden koruyacak bir güçte devlet
olarak orta da görünmemektedir. Biz ülke olarak 10.yıl marşını ve andımızı her
gün okullarımızda söyledik. Onuncu yıl marşının içinde ‘ülkemizi demir ağlarla
ördük’ derken Atatürk’ün ördüklerinin bile bakımını yapıp koruyamadık.
Andımızda Atatürk’ün: ‘Türk, övün, Çalış, güven’ sözünü
tekrarlarken biz ülke olarak sadece ismimizin başına TC yazdık ve övündük ve
bide Türk olmak başlı başına bir şeymiş gibi bu güveni sağlayacak birçok şeyi
yapmadan Türklüğümüze güvendik. Kimimiz de biz Müslüman Türk evladıyız dedik.
Çeşitli savaşlardaki kahramanlıklarımızla ve Allahın bize görünmez varlıklar
tarafından yardımını anlattık durduk. Allah korur, onun dediği olur, ona
güvenmek tevekkül etmenin gereğidir derken; tevekkül’ün gereği olan ve
istediğini elde etmek için önce yapılması gereken çalışmanın ortaya konması
gerektiği bilinciyle alınması gereken tedbirlerin alınmasını aklımıza bile
getirmedik.
Tek otorite Allah’tır; doğrudur. Ama O’nun razı olduğu
yolda Kuran yoludur. Müslüman Türk halkı olarak bunu da biliyoruz. Dünya
üzerindeki diğer Müslüman halklar da bunu biliyor. Ama Müslümanlar Allahın
dinini yaşamakta zayıflık gösterdikleri yetmiyormuş gibi; günahlarına ve
eksiklerini İslam da var diyerek bilgisizce bahane aramaya çalıştıklarını
görürüz. ‘Allah bize yeter, bizim bir şey yapmamıza gerek yoktur’ der gibi
davrandıklarını görürüz.
Allah Kur'an-ı Kerimde: "Ey örtüsüne bürünüp örtünen
kalk ve uyar" (Müddessir Suresi, 1-3)buyurur. Müslümanlar olarak ya da
dünyadaki Müslüman milletler olarak birbirimizi ne kadar uyarıyoruz? Kur'an-ı Kerimin
birçok ayetinde, Peygamberimize emredilen tebliğ ve inkârcılara karşı mücadele,
onun yolunda yürüyen Müslümanların da en önemli görevleridir. Bu önemli görevler
Peygamberimizle sınırlanamaz. Yine: "Ey Peygamber, kâfirlerle ve
münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. Onların barınma
yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!" (Tövbe Suresi, 73)
Dünyayı günümüzde yaklaşık 20 ülke yönetiyor. Onlara da
G–20 deniyor. Bu ülkeler bir birine rağmen herhangi bir şeyi tek başına yapması
mümkün görünmüyor. Daha dar kapsam da BM de, 5 daimi üyenin biri aykırı çekerse
hiç bir şey yapılamıyordu ki; bir adam çıktı ve dedi ki; dünya 5 ten büyüktür.
Sonramı ne oldu? Suriye’yi vurmanın eşiğine gelindi. Çatlak sesler olarak olsa;
Suriye de yaşanan insanlık dramına karşı bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.
Yoksa çok beklerdik kendi halkını kimyasal bombalarla vuran Beşar Esat’e
birileri dur denecek diye...
Her ne kadar son yılda ülke (Türkiye) olarak ekonomik ve
siyasi olarak biraz güçlenip G-20 arasında temsil edilsek de, Beş daimi üyenin
dediğinin olduğu BM ye gözlemci üye olsak da gücün kadar konuşuyorsun. Gücün
kadar yanlışlara dur diyorsun. İnkârcılara ve zalimlere karşı gücün kadar
mazlumları koruyabiliyorsun. Sert ve caydırıcı davranabilmen için; o zalimlerin
ya da zalimlerin arkasındaki bilumum güçlerin elindeki imkânların, hatta daha
fazlasının sende olması gerekiyor. İlim, bilim, sanayi, denizcilik, ekonomi,
üretim ve benzeri konularda çok çalışman gerekiyor. Yani onlarla mücadele
edebilmen için yapılması gerekeni yaptıktan sonra Allah’ın yardımının kuşkusuz
geleceğini bilmen gerekiyor.
Bana ne bilmem kimlerden, bana ne ABD den, bana ne
Rusya’dan, bana ne İsrail’den, vs bize Allah yeter. Elinden geleni sonuna kadar
yapmadan; gücüne bakmadan; planlama, istişare, hazırlık yapmadan; en büyük güç Allah’tır
o bize yardım eder dediğin zaman rüzgarın önündeki yaprak gibi darmadağın
oluyorsun. Allah zalimde olsa, kafir de olsa çalışana veriyor. Sonunda ortada
bir sen kalmıyor.
Dünya Müsüman’larıyla birlikte hareket edemiyorsun.
Halklar istese de yöneticileri o zalimler tarafından seçilmiş, ülkenin başına
oturtulmuş. Onlar izin vermeyince, daha darbeye darbe demiyorlar. Cumhurbaşkanı
veya başbakan sende olsan; gücün kadar hayır diyebilirsin. Gücün kadar dur
diyebilirsin zulme. Gücünü elde etmeden ‘bunlar faso fiso’ dersen 15 gün ile 3
ay arası kalırsın iktidarda...
Elbette Allah’tan başka otorite yok. Elbette Allah’tan
başka otorite ve ondan başka güç tanımayız. Ama bu söylediklerimiz de dünyanın
gerçeğidir.
Otorite tanımak ayrı bir şey, eşeğini sağlam kazığa
bağladıktan sonra Allah'a güvenmek ayrı bir şeydir. Dikenli yolda koşmaya
kalkarsan ayağına dikenler batar, az ötede düşersin. Önce yoldaki dikenleri
etkisiz hale getirmek lazım. Ben diken-miken bilmem, ben koşarım dersen; bırak
hedefe varmayı, daha hedefi görmeden düşersin. Japonya Hiroşima’ya bombayı
yiyince bunları anladı ve birlik olup çok çalışarak güçlü ülkeler arasına
katıldı. Bu yolda her geçen gün daha çok çalışıyor. Ülkemizde son yıllarda bir
şeyler yapmaya çalışıyor ama hala ayağındaki prangalardan kurtulabilmiş değil.
Ülke olarak birlik olup çok çalışmak şöyle dursun, kendi içimizden sürekli
birileri hainlik edip kendi ayamıza kursun sıkmaya veya pranga olmak için her
yolu deniyor.
Aydınlık ve çağdaşlık gibi bahanelere sığınıp; demokrasi
ve özgürlük gibi kavramları tekrarlayarak ve bunları herkes kendisinden
gördükleri için isteyip, diğerlerinden gördüklerine hayalini bile kurdurmayarak
ülkemizi aydınlık yarınlara çıkarma şansımız yoktur. Geçmişteki bizim dediğimiz
olur, bizim dediğimiz gibi olmayacaksa ışık da, aydınlık da istemeyiz deyip
sözde aydınlığa bile karşı çıkmak abesle iştigaldir.
Hem İslami yaşantı gelmesin diye; Müslümanların yaşam
haklarını engellemek için her yolu deneyip, sonra da onların yaşamlarındaki
eksikleri ve dini yanlışlarını eleştirmek de abesle iştigaldir.
Herkes biliyor ki; tek otorite Allah’tır. Aydınlık da,
çağdaşlık da onun yolunda yürümekle olur. Dinimizi çok iyi öğrenmekle olur.
Kültürel ve ahlaki alanların yanı sıra ekonomi, sanayi, ticaret, üretim,
teknoloji ve ulaşım alanların da dünya milletleriyle yarışmak ve onların
üzerine geçmekle olur.
Işıktan korkanlar bırakın korkmaya devam ededursunlar.
Işıktan korkanlar bırak ampulü, mum bile yakamaz. Ay, yıldız, güneş onlara çok
geliyorsa; bırakalım onlar ateş böcekleri ile yetine dursunlar. Aslında ışıktan
korkanlara o bile fazla.
Rabbim dağda ve dağdaki terörü zihninde tutup onlardan
bir şey bekleyen, gezi de üç beş ağaç deyip ülkemizin tüyünü yolmaya kalkan
hainlere, sözde hak arayarak hak gasp eden ihanet şebekelerine hidayet versin.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
0 Yorumlar