Hava kapalıydı. Gri bulutlar
gökyüzünü kaplamış, rüzgâr yağacak yağmurun habercisiymiş gibi esiyordu.
Uzaklarda şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyordu. Köyü çevreleyen dağlara
bakan herkes düşen yıldırımları görebilirdi. Hatta gözleri keskin olanlar o tepelere
düşen yıldırımların farkına varabilirdi. Yağmur bulutları henüz köye
ulaşmamıştı. Ancak insanlar yağmurun geleceğinin farkındaydı ve köyün büyük
bölümü evlerine çekilmişti. Sokaklarda olanlar ise adımlarını hızlandırıp kendilerine
bir sığınak arıyorlardı.
Aslında güneş gökyüzünün
zirvesindeki yerini yeni terk etmeye başlamıştı. Çiçeklerin açmaya yeni
başladığı aylardaydı zaman. Kelebekler henüz kozalarından çıkmamıştı ve küçük
çocuklar onları kovalamaya henüz başlamamıştı. Herkes bir kenara doğru koşarken
genç bir çocuk köyün meydanına doğru yürüyordu. Üzerindeki elbiseler
parçalanmıştı onun. Sarı saçları kirden birbirine karışmıştı. Kimse onun
yüzündeki acı ifadesinin farkında değildi. Veya tenindeki yaralardan akan kanı
kimse görmüyordu. Hele kollarındaki yanık izleri kimsenin umurunda değildi.
Bakışları sertti çocuğun,
acımasızdı. Yüzünde o kadar büyük bir nefret vardı ki yapabilse tüm dünyayı yok
edebilirdi. Dişlerini sıktığı ağzının kenarından akan kandan belliydi. Yürürken
hafifçe topallıyor ve sık sık düşme tehlikesi atlatıyordu. Bazı insanlar onun
yürüdüğünü fark etti ama dönüp bakmadılar. Yaşlı bir kadın onu gördü ve
küçümser bir ifadeyle başını çevirdi. Birkaç tane genç çocuk ise onu görünce yuhalamaya
ve taş atmaya başladı. Ancak o yavaşlamadı bile. Atılan taşlar ona ulaşmadan
yere düştü ve çocuklarda evlerine gitti bunun üzerine.
O köyün merkezine doğru
ilerlerken köyün arka taraflarında “yangın var” diyen bir ses yükseldi ve o
sese doğru bakan herkes gökyüzüne doğru yükselen alevleri gördü. Birçok insan
hayatları boyunca bu kadar büyük bir alev görmemişti. İlk başta insanlar
birbirlerine baktı ne yapacağını bilemez bir şekilde ve daha sonra kovalara su
doldurup ateşin olduğu tarafa doğru koşmaya başladılar. Bu esnada çocuğun
yüzünde bir gülümseme belirdi. Yapabilse eğer kahkaha atabilirdi.
Yürümeye devam ederken yanından
insanlar geçti. Hiçbirini umursamadı ama. Bazıları koşuşturma esnasında ona
çarpıp yere düşmesini sağlıyordu ama bunu umursamadı. O ayağa kalkıp yürümeye
devam ederken alevler yayılıyordu. İlk başka bir evde başlamıştı yangın daha
sonra çok kısa bir zaman içerisinde başka bir eve sıçramıştı. Evlerin arasında
mesafeler olmasına rağmen bu şekilde olmuştu. Tahtadan yapılan evler ise çok
hızlı bir şekilde kurban olmuştu alevlere. Çocuk ilerlerken ateş gökyüzünde
dans etmeye ve etrafa yayılmaya başlamıştı. Zaman hızla ilerlerken alevler
köyün yarısını kaplamayı başarmıştı bile.
Bir süre sonra insanlar
koşuşturmayı bıraktı. Yapacak hiçbir şeyleri yoktu ve alevlerden uzaklaşmaya
başladılar. Sahip oldukları her şey gözlerinin
önünde yok oluyordu. Evleri ateşlerin altında kalıyor, ahırlarındaki
hayvanların acı dolu çığlıkları her yeri kaplıyordu. Bu esnada bir ahırın
girişi parçalandı ve üzerinde alevler olan bir at onlara doğru koşmaya başladı.
Hayvanın dayanacak gücü kalmamıştı. Derisi kabarmıştı ve alevler içerisinde
kavruluyordu. At insanların yanından geçerken bazıları bu görüntü karşısında
donakalmış, kıpırdayamıyorlardı.
Özellikle çocuklar ömürleri
boyunca böyle bir görüntüye şahit olmadıkları için ne yapacaklarını
bilemiyorlardı. Bazı evlerin içinden çığlıklar yükseliyor, kadınlar durdukları
yerde ağlıyor ve erkekler “kaçın buradan” diye bağırıyordu. Alevlerin içindeki
bir evden yaşlı bir kadını çekiştirerek çıkarttı birkaç adam ve bir battaniyeyle
ateşi söndürmeye çalıştılar. Ancak ateş hiçbir şekilde sönmüyordu ve kadın
çığlıklar içerisinde kıvranıyordu. Adamlar bir tanesi başını diğer tarafa doğru
çevirdi yaşlı kadının tüm derisi kabarmaya başladığında. Daha sonra başka bir
adam belinde sallanan kılıcını çıkartıp kadının göğsüne sapladı ve hep beraber
uzaklaşmaya başladılar.
Herkes korkmuş koşuştururken
çocuk gülümsüyordu. Köyün merkezine vardığında durdu ve sırtını dönüp insanları
izlemeye başladı. Kısa süreli bir kahkaha attıktan sonra kollarını havaya
kaldırdı ve “ona yaptıklarınızın acısını çekeceksiniz” diye bağırdı. Tam o anda
kuvvetli bir rüzgâr esmeye başladı. O kadar kuvvetli esiyordu ki rüzgâr
insanlar yürümekte zorlandı. Yaşlılar yere kapaklandı rüzgârın gücü altında,
kuşlar etrafa savruldu. Alevler ise rüzgâr ile birlikte daha geniş bir alanda
dans etmeye başlamıştı. Daha fazla ev ateşin kollarına kavuşurken insanlar daha
hızlı koşmaya başladı.
Kasabanın merkezine yaklaştıkları
sırada bir kadın çocuk ile göz göze geldi ve “hepsi onun suçu, yakalayın” diye
bağırdı tüm gücüyle ve o anda köyün erkekleri çocuğa doğru koşmaya başladı.
Çocuğun yanına vardıklarında hiçbir soru sormadılar. Onun yanına ilk gelen kişi
omuzlarından tuttu ve çenesine sert bir yumruk indirdi. Çocuğun güçsüz bedeni
bu yumruk karşısında dayanamadı ve yere kapaklandı. Daha sonra başka bir adam
yere düşen çocuğun karnına tekme attı. Çocuğun ağzından kan fışkırdığı sırada o
gülüyordu.
Başka bir tekme ağzını hedef
aldı ve bazı dişleri parçalandı. Sonra bir adam çocuğu havaya kaldırıp yere
fırlattı. Taş zemine çarpan çocuk kısa bir miktar yükseldikten sonra tekrardan
yere düştü. Herkes sırası ile ona darbeler indirirken o gülümsüyordu. Ona
hayatındaki en mutlu anın ne zaman olduğunu sorsalar kesinlikle o an olduğu
sorarlardı. Gözlerini açık tutmak oldukça güçleştiği sırada evler tüm köyü
kaplamıştı ve o sadece gülümsüyordu sanki çektiği acının hiçbir önemi yokmuş
gibi. Dudaklarından birkaç kelime döküldü ama kimse onun ne dediğini anlayamadı.
Kimsenin umurunda da değildi zaten.
Çocuğun ağzından akan kan
miktarı artarken insanlar ona vurmaya devam ediyorlardı. Arka tarafta toplanan
kadınlar ise “öldürün onu” diyerek tempo tutuyorlardı. Herkesin gözünden öfke
akıyordu ve öfkenin dokunduğu her yer alevlerle kaplanıyordu. Bir an için bir
sessizlik oldu ve herkes çocuğa baktı. Adamlardan bir tanesi çocuğu havaya
kaldırdı ve başka bir tanesi kılıcını çekti. Çocuk yarı baygın bir şekilde
etrafına bakıyordu. Dayanacak gücü kalmamıştı onun ama bu umurunda bile
değildi. Başarabilseydi eğer kahkaha atabilirdi ancak bunun yerine birkaç kere
öksürdü.
Kadınlar ve erkekler aynı
tempoda “öldür” diye bağırırken alevler gökyüzü kaplamıştı. Sanki bir an sonra
tüm köyün üzerine inecekmiş gibiydi yangın. Adam kılıcını havaya doğru kaldırdı
“bu kasaba senden çok çekti şeytan. Artık senden kurtulma zamanı geldi” diye
bağırdı. Çocuğun yüzündeki gülümseme ise biraz daha arttı. Sanki hayatı boyunca
bu anı beklemişti, gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Daha sonra “yanına
geliyorum” dedi içinden ve mücadele etmeyi bıraktı.
Garipti hayat, birçok insan
onun garipliğini anlayamazdı. Aslında hayatın kimsenin bilmediği bir kurgusu
vardı. İnsanlar kendi ömürlerini yaşarken hayat planlar yapardı. Onun planları
etrafında dönerdi her şey. Eğer hayat bir can almak isterse alırdı ama eğer
hayat birisinin yaşamasını isterse buna kimse engel olamazdı. O gün orada
olanlar hayatın planları dâhilindeydi bazılarına göre. Bazılarına göre ise
sadece rastlantılardan ibaretti.
Kılıç tutan adam tam kılıcını
çocuğun boynuna doğru indireceği sırada arkadan güçlü bir erkek sesi “durun”
diye bağırdı. Öyle bir sesti ki bu insanlar nefes bile almadı o anda. Sesin
geldiği tarafa doğru bakanlar bembeyaz bir atın üzerinde beyaz bir zırh giyen
bir adam gördüler. Adamın zırhı sanki o karanlık havada parlıyordu. Gökyüzünde
yükselen alevlerin yansıması onun zırhına düşüyor ve zırhtan yansıyordu.
Alevden bir zırh giymiş gibiydi sanki şövalye tekrar bağırdığında herkes durdu.
Adam elindeki kılıcı yere indirdi.
Şövalyenin zırhındaki işlemeler
birçoğunun aklını başından almıştı. Hiçbiri hayatı boyunca bir şövalye
görmemişti ve onların içlerinde büyük bir korku oluştu. Şövalyeliği bilen
bazıları biraz daha detaylı incelemişti ve zırhın sol omuz parçasındaki kurt
desenine dikkat etti ve biraz daha gerilediler. Şövalye “çocuğu yere bırakın ve
uzaklaşın” dediğinde yavaşça çocuğu yere bıraktılar ve onun etrafından
uzaklaştılar.
Bu esnada çocuk yarı açık
gözlerle şövalyeye bakıyordu. Şövalye hiçbir şey söylemedi ve etrafına baktı.
Alevleri seyretti bir süre boyunca ve rüzgârın onların etrafında daireler
oluşturacak şekilde döndüğünü gördü. Bu esnada toprak hareket ediyordu sanki ve
sular çocuğa doğru akıyordu. Şövalye tekrardan “açılın” diye bağırdı atını şaha
kaldırdığı sırada ve çocuğa doğru yaklaştı. Onun yanına vardığı zaman atından
hızlı bir şekilde indi. Ayakları yere değdiği sırada zırhından çıkan ses
etrafta yankılandı bir süre boyunca. Elini çocuğun boynuna koyarak nabzını
kontrol etti ve hala attığını görünce onu tek eliyle havaya kaldırdı ve sırtına
attı.
Çocuğun gözleri çoktan
kapanmıştı ne olduğunu bilemez bir halde. Şövalye onu atına yüklediği sırada
etrafına bir kez daha baktı. Bu gördükleri bir işaret olmalıydı. Ne yapması
gerektiğini düşündü kısa bir süre sonra. Ateş, toprak, hava ve su o diyarda hiç
göremediği ama efsanelerde anlatılan bir birliktelik içindeydi.
Çocuğu ata yerleştirdikten
sonra kendi de üzerine bindi ve köye son bir kez bakarak atını çevirdi ve
geldiği yoldan geri döndü. Çocuk oradan uzaklaştığı anda alevler bir anda
söndü, rüzgâr esmeyi bıraktı. Herkes şaşkın bir şekilde şövalyenin uzaklaşması
izlerken o bunları umursamadı ve ilerledi.
Devam edecek.
0 Yorumlar