Hiç kimsesi olmayan 2 - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

5 Mayıs 2013 Pazar

Hiç kimsesi olmayan 2


Koyu yeşil renkteki ağaçlar gökyüzüne kadar uzanıyordu. Sonsuz sayıda ağaç vardı ve yaprakları birbirleri iç içe geçiyordu. Yan yanaydılar, o kadar sıkışıktı ki ağaçlar aralarından yürümek bile zor olabiliyordu bazen. Bu yüzden aşağıdan bakan birisi gökyüzünü göremiyordu. Bazen yoğun dalların arasından biraz mavilik gözükürdü ama hepsi bu kadardı. Ağaçlar birbirinin aynısıydı, aynı tür aynı yaş aynı boyut. Hatta dallarının sayısı bile aynı olabilirdi ve bu büyük ormanda hiç kuş sesi duyulmazdı.

Ormanda hiçbir hayvan yoktu. Hiçbir kuş ötmez, hiçbir kelebek uçmazdı. Kısacası hiçbir hayvan bulunmazdı orada. Etrafa saçılmış çiçekler vardı ama. Çiçeklerin olmadığı bir ormandan söz edilemezdi elbette. Aslında ormanın bir sakini vardı. Siyah saçlı bir kız ağaçların arasında dolaşırdı. Dolaşırken şarkılar söylerdi hep. Dans ederdi. Evet, o dans etmeyi çok severdi. Yürürken ayak tabanları yere değmezdi genellikle. Gülücükler dağıtırdı etrafına. Onun için birçok şeyin anlamı yoktu. Kocaman bir ormanda tek başına olmasını umursamazdı.

Gününün büyük bir bölümünü şarkı söyleyerek geçirirdi. Sürekli dolaşırdı ağaçların arasında. Gece olunca sırtını bir ağaca yaslar ve sabah olmasını beklerdi. Korkmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu ormanında. Bunun rahatlığı altında huzurla uyurdu. Zaten gerçek anlamda hiçbir şey yoktu ormanda. Ancak önemsemezdi bunları.

Sabah uyandığında akan küçük bir derenin yanına gidip yüzünü yıkadı. Daha sonra yerden topladığı bazı bitkilerden yedi ve ağaçların arasında dolaşmaya başladı. Şarkılar söyledi hep. Yüzünde büyük bir gülümse açtı ve dans etmeye başladı. Dans ederken ağaçların toprağın dışında kalan köklerine basıp zıplıyor ve eğleniyordu.  Eğlenmesi için fazla bir şeye ihtiyacı yoktu onun.

Arada başını kaldırıp gökyüzüne doğru bakıyor ve onu göremeyince tekrardan başını eğiyordu. Yüzündeki gülümseme o anlarda kayboluyor ve bir süre daha gelmiyordu. Sıklıkla bakardı gökyüzüne. Onu yıllardır görmemişti belki de ve sadece onu tekrardan görmeyi istiyordu. Birçok şeyin eksikliğini kapatabiliyordu ama gökyüzünün yokluğu için yapabileceği bir şey yoktu. Gülümsemesi kaybolduğu zamanlarda bir mutsuzluk duygusu kaplıyordu ruhunu. O kadar derin bir duygu oluyordu ki bu atlatması kolay olmuyordu.

Bu yüzden ne zaman mutsuz olsa hep çiçekleri koklardı. Yere doğru eğilir ve güzel kokması gereken çiçeklere yaklaşırdı ama bunu yapmak da onu mutlu etmeye yetmezdi çünkü çiçeklerin hiçbiri kokmazdı. Bazen eski hayatını hatırlıyordu. Orada gökyüzünü görebilirdi ve çiçekleri koklayabilirdi. Eski hayatına dair başka bir şey hatırlamazdı çoğunlukla. Hatırlamak istediği zamanlar ise ormanın batısına doğru ilerlerdi.

Ormanın batısında ağaçların arasında yıkılmış binalar bulunurdu. Çok sayıda bina etraflarında büyüyen ağaçlar yüzünden yıkılmıştı. Bazı binalar tamamen parçalanmışken bazıları ise hala ayakta durabiliyordu. Onlar da yıkılmıştı parçalar halinde. Kiminin bir duvarı yokken kimisi ise yan yatmıştı. Ormanın bu bölümünü fazla sevmezdi çünkü yıkılmış binalar, onların kirlettiği çevreleri pek hoşuna gitmezdi onun.

Ancak oraya gitmekten hiçbir zaman vazgeçemezdi. Her gün gider ve bir süre boyunca orada dolaşırdı. Oraya gittiği zaman şarkı söylemezdi ama dans da etmezdi. Hatta çoğunlukla gülümsemezdi bile. Mutlu da olmazdı ama yine de giderdi. Çünkü oraya gittiği zaman geçmişini hatırladı ve geçmişini hatırlamaya ihtiyaç duyardı.

Binaların aralarında tanığı insanlar olurdu. Konuşmazlardı ama, hareket etmezlerdi. Onları kapattığı buzdan kafeslerin içinde kıpırdamadan dururlardı. Evet, insanları dondururdu o. Onları en güzel zamanlarında dondurur ve saklardı. Bunu yapmazsa eğer onlar hep giderdi. Hepsi terk etmişti zaten onu. O da hatıralarının arasından onların en güzel anlarını seçip dondururdu. Ormanın batısına sadece bu sebeple giderdi.

Konuşurdu hatıralarından dondurduğu arkadaşlarıyla. Dertlerini anlatır, sohbet ederdi. Hepsini tanırdı çünkü. Hepsine güvenirdi çünkü onların bozulmadan önceki hallerini görürdü orada. Bozulduktan sonra onu terk ediyorlardı hep. Ona yaralar vererek terk ediyorlardı hep. Sanki en büyük yarayı kim açacak gibi bir yarışa giriyorlardı. Sanki kazanana kağıt parçaları veriliyormuş gibi davranıyorlardı. Canını yakıyorlardı hep, üzüyorlardı onu. Parçalıyorlardı kalbini. Kim onu daha fazla kırabilirse sanki o dünyayı ele geçirecekti.

Bu sebepten dolayı hatıraları arasından en iyi olduklarını zamanları seçip alırdı. Bunu yapmazsa eğer tekrardan yakarlardı canını ve canının yanmasını hiç istemiyordu.

Donmuş arkadaşları arasında dolaştıktan sonra yüzündeki mutsuzluk ifadesi biraz daha artmıştı ve bunun için bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu yüzden başka bir evrene gitti. Evet, o evrenler arasında yolculuk yapabilirdi.

Evrenlerin arasında çok fazla şey değişiyordu aslında. Ağaçlar değişiyordu mesela. Yaşları, boyları, kokuları her şeyi değişebiliyordu. Sonra bazı evrenlerde havanın sıcaklığı da değişiyordu. Çiçeklerin rengi de değişenler arasındaydı ama onlar da kokmuyordu. Sonra buzların içindeki arkadaşları da değişiyordu. Elbiseleri, saçları, sakalları, bakışları, gülümsemelerinin büyüklükleri hep değişenler arasındaydı.

Orası farklı bir yerdi ve oraya gidip farklılıkları görmek onun hoşuna gidiyordu. Ayrıca canının sıkılmasını da engelliyordu böylece. Çok sıkıldığı zamanlar arkadaşlarının yerlerini değiştirirdi veya onları yeni yıkılmış bir binadan kurtarırdı. Hayatına farklılık getirmek için yapardı bunları. Farklı ağaçların veya farklı çiçeklerin olmadı ya da farklı donmuş insanlar görmesi kendini aynılıktan kurtarmak için bir yöntemdi.

Başka bir evrene gitti daha sonra başka birine. Başka birkaç taneyi daha gezdikten sonra bir tanesinde durdu. Nereden orada durduğunu hiç bilmiyordu aslında. İçindeki bir ses ona durmasını söylemişti sanki ve onu dinleye karar vermişti. Ormanın batısında, yıkılmış binaların arasında dolaşırken yıkılmasına ramak kalmış bir bina gördü. Binayı ayakta küçük bir beton parçası tutuyordu. O parçayı çektiği zaman bina yıkılacaktı ve öyle de yaptı. Parçayı iki eliyle tuttu ve güçlüce asıldı.

İlk kez yapmıştı bunu. İlk kez etrafını değiştirmişti. Öne doğru devrilen bina hızlı bir biçimde ağaçlardan birisine çarptı. Daha sonra ağacın kabuğunda çatlaklar oluştu ve ağaç yana doğru eğildi. Her şey ağır çekimde oluyordu sanki. Binanın üst katları ise çatlağın üzerine yığılıyordu ve ağaç daha fazla eğildi çatlak büyüyene ve ağaç kırılana kadar.

Ağaç kıldığı ve binadan çıkan toz her yeri kapladığı sırada etrafına yıldırımlar düşmeye başladı. Çıkan ses yüzünden elleriyle kulaklarını kapatıyordu ama bu iş hiçbir işe yaramadı. Dakikalar, saatler boyunca düştü yıldırımlar. Sonra ormanda bir yangın çıktı ve etrafa yayıldı. Yıldırımlar düşmeye devam ederken donmuş arkadaşlarının eridiği gördü.

Onlara doğru koşup yangından uzaklaştırmaya çabaladıysa da bunu yapamadı çünkü yangın her yerdeydi ve ondan kaçabilecek bir yer yoktu. Buzlar eridikçe içindeki insanlar dışarı çıkmaya başladı. Ancak çıkarken parçalandılar hep. Bir arkadaşının kolunun kopmasını seyretti bir diğerinin ise bacağının. Bazılarının kolları ve bacakları hatta kafaları bile parçalandı. Bedenlerinden fışkıran kan etrafa saçıldı ve o çığlıklar atarken buldu kendini. Hiçbir şeyi yoktu aslında onun ama yine de onlarla mutlu olabilmeyi öğrenmişti. Fakat şimdi sahip olduğu hiçbir şeyi bile kaybediyordu.

Geçmişi gözlerinin önünde yok olurken onlarsız bir hiç olduğunu düşündü. Arkadaşları gidiyor, ormanı yanıyordu. Tükeniyordu yavaşça. Belki sadece gecikmiş bir yok oluştu yaşadığı. Belki de çok daha önce bitmeliydi her şey. Belki de kendini sahte yalanlarla kandırmıştı o güne kadar.

Dizlerinin üzerine çöküp dirseklerini toprağa dayadı ve ağlamaya başladı. Hıçkırıkları alevlerin seslerini bastıramadı ama. Çok uzun bir süre boyunca ağladı. Daha sonra omzunu birisinin tuttuğu hissetti ve ona bakmak için başını kaldırdı. Karşısında kısa siyah saçlı, siyah gözlü bir adam duruyordu. Kirli sakalı yüzüne yorgun bir ifade katmıştı. Kız hiçbir şey söylemeye fırsat bulmadan adam onun diğer omzunu da tuttu “Seni beklemekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim” dedi.

Tam o anda kız kendini şehrin ortasında buldu. Binalar yıkılmamıştı ve insanlar hala yaşıyordu.

Resim: Emilie Leger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar