Koyu yeşil renkteki ağaçlar
gökyüzüne kadar uzanıyordu. Sonsuz sayıda ağaç vardı ve yaprakları birbirleri iç
içe geçiyordu. Yan yanaydılar, o kadar sıkışıktı ki ağaçlar aralarından yürümek
bile zor olabiliyordu bazen. Bu yüzden aşağıdan bakan birisi gökyüzünü
göremiyordu. Bazen yoğun dalların arasından biraz mavilik gözükürdü ama hepsi bu
kadardı. Ağaçlar birbirinin aynısıydı, aynı tür aynı yaş aynı boyut. Hatta
dallarının sayısı bile aynı olabilirdi ve bu büyük ormanda hiç kuş sesi
duyulmazdı.
Ormanda hiçbir hayvan yoktu.
Hiçbir kuş ötmez, hiçbir kelebek uçmazdı. Kısacası hiçbir hayvan bulunmazdı
orada. Etrafa saçılmış çiçekler vardı ama. Çiçeklerin olmadığı bir ormandan söz
edilemezdi elbette. Aslında ormanın bir sakini vardı. Siyah saçlı bir kız
ağaçların arasında dolaşırdı. Dolaşırken şarkılar söylerdi hep. Dans ederdi.
Evet, o dans etmeyi çok severdi. Yürürken ayak tabanları yere değmezdi
genellikle. Gülücükler dağıtırdı etrafına. Onun için birçok şeyin anlamı yoktu.
Kocaman bir ormanda tek başına olmasını umursamazdı.
Gününün büyük bir bölümünü
şarkı söyleyerek geçirirdi. Sürekli dolaşırdı ağaçların arasında. Gece olunca
sırtını bir ağaca yaslar ve sabah olmasını beklerdi. Korkmasını gerektirecek
hiçbir şey yoktu ormanında. Bunun rahatlığı altında huzurla uyurdu. Zaten gerçek
anlamda hiçbir şey yoktu ormanda. Ancak önemsemezdi bunları.
Sabah uyandığında akan küçük
bir derenin yanına gidip yüzünü yıkadı. Daha sonra yerden topladığı bazı
bitkilerden yedi ve ağaçların arasında dolaşmaya başladı. Şarkılar söyledi hep.
Yüzünde büyük bir gülümse açtı ve dans etmeye başladı. Dans ederken ağaçların
toprağın dışında kalan köklerine basıp zıplıyor ve eğleniyordu. Eğlenmesi için fazla bir şeye ihtiyacı yoktu
onun.
Arada başını kaldırıp gökyüzüne
doğru bakıyor ve onu göremeyince tekrardan başını eğiyordu. Yüzündeki gülümseme
o anlarda kayboluyor ve bir süre daha gelmiyordu. Sıklıkla bakardı gökyüzüne. Onu
yıllardır görmemişti belki de ve sadece onu tekrardan görmeyi istiyordu. Birçok
şeyin eksikliğini kapatabiliyordu ama gökyüzünün yokluğu için yapabileceği bir
şey yoktu. Gülümsemesi kaybolduğu zamanlarda bir mutsuzluk duygusu kaplıyordu
ruhunu. O kadar derin bir duygu oluyordu ki bu atlatması kolay olmuyordu.
Bu yüzden ne zaman mutsuz olsa
hep çiçekleri koklardı. Yere doğru eğilir ve güzel kokması gereken çiçeklere
yaklaşırdı ama bunu yapmak da onu mutlu etmeye yetmezdi çünkü çiçeklerin
hiçbiri kokmazdı. Bazen eski hayatını hatırlıyordu. Orada gökyüzünü görebilirdi
ve çiçekleri koklayabilirdi. Eski hayatına dair başka bir şey hatırlamazdı
çoğunlukla. Hatırlamak istediği zamanlar ise ormanın batısına doğru ilerlerdi.
Ormanın batısında ağaçların
arasında yıkılmış binalar bulunurdu. Çok sayıda bina etraflarında büyüyen
ağaçlar yüzünden yıkılmıştı. Bazı binalar tamamen parçalanmışken bazıları ise
hala ayakta durabiliyordu. Onlar da yıkılmıştı parçalar halinde. Kiminin bir
duvarı yokken kimisi ise yan yatmıştı. Ormanın bu bölümünü fazla sevmezdi çünkü
yıkılmış binalar, onların kirlettiği çevreleri pek hoşuna gitmezdi onun.
Ancak oraya gitmekten hiçbir
zaman vazgeçemezdi. Her gün gider ve bir süre boyunca orada dolaşırdı. Oraya
gittiği zaman şarkı söylemezdi ama dans da etmezdi. Hatta çoğunlukla
gülümsemezdi bile. Mutlu da olmazdı ama yine de giderdi. Çünkü oraya gittiği
zaman geçmişini hatırladı ve geçmişini hatırlamaya ihtiyaç duyardı.
Binaların aralarında tanığı
insanlar olurdu. Konuşmazlardı ama, hareket etmezlerdi. Onları kapattığı buzdan
kafeslerin içinde kıpırdamadan dururlardı. Evet, insanları dondururdu o. Onları
en güzel zamanlarında dondurur ve saklardı. Bunu yapmazsa eğer onlar hep
giderdi. Hepsi terk etmişti zaten onu. O da hatıralarının arasından onların en
güzel anlarını seçip dondururdu. Ormanın batısına sadece bu sebeple giderdi.
Konuşurdu hatıralarından
dondurduğu arkadaşlarıyla. Dertlerini anlatır, sohbet ederdi. Hepsini tanırdı
çünkü. Hepsine güvenirdi çünkü onların bozulmadan önceki hallerini görürdü
orada. Bozulduktan sonra onu terk ediyorlardı hep. Ona yaralar vererek terk
ediyorlardı hep. Sanki en büyük yarayı kim açacak gibi bir yarışa giriyorlardı.
Sanki kazanana kağıt parçaları veriliyormuş gibi davranıyorlardı. Canını
yakıyorlardı hep, üzüyorlardı onu. Parçalıyorlardı kalbini. Kim onu daha fazla
kırabilirse sanki o dünyayı ele geçirecekti.
Bu sebepten dolayı hatıraları
arasından en iyi olduklarını zamanları seçip alırdı. Bunu yapmazsa eğer
tekrardan yakarlardı canını ve canının yanmasını hiç istemiyordu.
Donmuş arkadaşları arasında
dolaştıktan sonra yüzündeki mutsuzluk ifadesi biraz daha artmıştı ve bunun için
bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu yüzden başka bir evrene gitti. Evet, o
evrenler arasında yolculuk yapabilirdi.
Evrenlerin arasında çok fazla
şey değişiyordu aslında. Ağaçlar değişiyordu mesela. Yaşları, boyları, kokuları
her şeyi değişebiliyordu. Sonra bazı evrenlerde havanın sıcaklığı da
değişiyordu. Çiçeklerin rengi de değişenler arasındaydı ama onlar da
kokmuyordu. Sonra buzların içindeki arkadaşları da değişiyordu. Elbiseleri,
saçları, sakalları, bakışları, gülümsemelerinin büyüklükleri hep değişenler
arasındaydı.
Orası farklı bir yerdi ve oraya
gidip farklılıkları görmek onun hoşuna gidiyordu. Ayrıca canının sıkılmasını da
engelliyordu böylece. Çok sıkıldığı zamanlar arkadaşlarının yerlerini
değiştirirdi veya onları yeni yıkılmış bir binadan kurtarırdı. Hayatına
farklılık getirmek için yapardı bunları. Farklı ağaçların veya farklı
çiçeklerin olmadı ya da farklı donmuş insanlar görmesi kendini aynılıktan
kurtarmak için bir yöntemdi.
Başka bir evrene gitti daha
sonra başka birine. Başka birkaç taneyi daha gezdikten sonra bir tanesinde
durdu. Nereden orada durduğunu hiç bilmiyordu aslında. İçindeki bir ses ona
durmasını söylemişti sanki ve onu dinleye karar vermişti. Ormanın batısında,
yıkılmış binaların arasında dolaşırken yıkılmasına ramak kalmış bir bina gördü.
Binayı ayakta küçük bir beton parçası tutuyordu. O parçayı çektiği zaman bina
yıkılacaktı ve öyle de yaptı. Parçayı iki eliyle tuttu ve güçlüce asıldı.
İlk kez yapmıştı bunu. İlk kez
etrafını değiştirmişti. Öne doğru devrilen bina hızlı bir biçimde ağaçlardan
birisine çarptı. Daha sonra ağacın kabuğunda çatlaklar oluştu ve ağaç yana
doğru eğildi. Her şey ağır çekimde oluyordu sanki. Binanın üst katları ise
çatlağın üzerine yığılıyordu ve ağaç daha fazla eğildi çatlak büyüyene ve ağaç
kırılana kadar.
Ağaç kıldığı ve binadan çıkan
toz her yeri kapladığı sırada etrafına yıldırımlar düşmeye başladı. Çıkan ses
yüzünden elleriyle kulaklarını kapatıyordu ama bu iş hiçbir işe yaramadı.
Dakikalar, saatler boyunca düştü yıldırımlar. Sonra ormanda bir yangın çıktı ve
etrafa yayıldı. Yıldırımlar düşmeye devam ederken donmuş arkadaşlarının eridiği
gördü.
Onlara doğru koşup yangından
uzaklaştırmaya çabaladıysa da bunu yapamadı çünkü yangın her yerdeydi ve ondan
kaçabilecek bir yer yoktu. Buzlar eridikçe içindeki insanlar dışarı çıkmaya
başladı. Ancak çıkarken parçalandılar hep. Bir arkadaşının kolunun kopmasını
seyretti bir diğerinin ise bacağının. Bazılarının kolları ve bacakları hatta
kafaları bile parçalandı. Bedenlerinden fışkıran kan etrafa saçıldı ve o
çığlıklar atarken buldu kendini. Hiçbir şeyi yoktu aslında onun ama yine de
onlarla mutlu olabilmeyi öğrenmişti. Fakat şimdi sahip olduğu hiçbir şeyi bile
kaybediyordu.
Geçmişi gözlerinin önünde yok
olurken onlarsız bir hiç olduğunu düşündü. Arkadaşları gidiyor, ormanı
yanıyordu. Tükeniyordu yavaşça. Belki sadece gecikmiş bir yok oluştu yaşadığı.
Belki de çok daha önce bitmeliydi her şey. Belki de kendini sahte yalanlarla
kandırmıştı o güne kadar.
Dizlerinin üzerine çöküp
dirseklerini toprağa dayadı ve ağlamaya başladı. Hıçkırıkları alevlerin
seslerini bastıramadı ama. Çok uzun bir süre boyunca ağladı. Daha sonra omzunu birisinin
tuttuğu hissetti ve ona bakmak için başını kaldırdı. Karşısında kısa siyah
saçlı, siyah gözlü bir adam duruyordu. Kirli sakalı yüzüne yorgun bir ifade
katmıştı. Kız hiçbir şey söylemeye fırsat bulmadan adam onun diğer omzunu da
tuttu “Seni beklemekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim” dedi.
Tam o anda kız kendini şehrin
ortasında buldu. Binalar yıkılmamıştı ve insanlar hala yaşıyordu.
Resim: Emilie Leger
0 Yorumlar