Adam kendini şehrin
ortasında bulduğu sırada etrafında nelerin olup bittiğini anlamadı. Bir an
kadar önce kavurucu bir çölün tam ortasında yıkılmış bir şehir ile baş başaydı ve
bir an sonra şehrin merkezinde etrafa şaşkın gözlerle bakıyordu. Önce ne olduğu
anlamak için etrafına baktı. Daha sonra ise olduğu yerde dönüp şehri daha
detaylı olarak inceledi. Binalara baktı, insanları seyretti. Binalar daha
yıkılmamıştı, insanlar daha gitmemişti. İlk kez gerçekten geçmişe gittiğini
hissetti. Şehir yok olmadan önceki anlarında olmalıydı.
İnsanlar etrafını
umursamadan yürümeye devam ediyorlardı. Arabalar ise yollarında gidiyorlardı
aynı umursamazlık içerisinde. Kimse onun neden etrafına bu kadar şaşkın gözlerle
baktığını merak etmedi. Hatta kimse onun farkında bile varmadı. İnsanların onu
umursamadıkları zamanlarda ise o hala etrafına şaşkın bir şekilde bakıyordu.
Anlam veremiyordu olaylara. Bir anda yıllardır kapalı kaldığı çölden nasıl
kurtulmuştu? Yıkılmış bir şehir bir anda nasıl tekrardan eski haline gelmişti
ve ortadan kaybolan insanlar nasıl geri gelmişti?
Aklında dolaşan soruların
çokluğu onun hareket etmesini engelliyordu. Aldığı her nefes bile ona yeni
sorular getirirken kıpırdamak elbette mümkün değildi. Bir tek adım atsa mesela
karşısına onlarca yeni soru çıkıyordu. Bu kadar soru ile başa çıkmak mümkün
değildi hele hiçbirinin cevabını bilmediği zamanlarda. Elbette bazı sorularının
cevabı yoktu onun ve bazı cevaplarının bir sorusu bulunmuyordu. Bu sebeple
sorular ve cevaplar yan yana gelemiyordu.
Adam etrafına bakınmaya
ve neler olduğunu anlamaya çalışırken eskiden tanıdığı birisini gördü. Hemen
yanından geçip uzaklaşıyordu arkadaşı ve onun peşinden koşup durdurmak, sorular
sormak istedi. En azından bunların gerçek olup olmadığını öğrense onun için
yeterliydi. Diğer cevaplar elbette zamanla ortaya çıkardı.
Arkadaşının peşinden
koşup onu omzundan yakalamak istedi. Ancak elini onun omzuna doğru uzattı
sırada eli onun bedeninin içinden geçti ve aşağıya doğru indi. Ona dokunmayı
tekrar ve tekrar denedi ama tekrar ve tekrar başarısız oldu. Daha sonra onun
önüne geçmeyi ve durdurmayı denedi ancak bu sefer de arkadaşı onun içinden
geçip yoluna devam etti. Birkaç kere daha denedikten sonra onunla ilgilenmeyi
bıraktı çünkü daha önemli işleri vardı. Daha doğrusu daha önemli soruları vardı
o anda.
Arkadaşının yanından
ayrıldıktan sonra sokaktan geçen insanlara doğru döndü. Onlara dokunmaya
çabaladı ama yapamadı. Konuşmak istedi ama kimse onu duymadı. Onun farkına bile
varmadılar hatta. İnsanlar onun içinden geçti, onlara dokunamadı, onları
hissedemedi. Bu yaşadığı bambaşka bir çılgınlıktı aslında. Mesela o an onun
üzerinde bazı testler yapılsa delirmişlik sınırını aştığı sonucuna
ulaşılabilirdi. Ancak o bunun farkında değildi çıldırmış bir biçimde insanlara
doğru koşuyor kendini arabaların önüne atıyordu. Ancak bu çabaları hiçbir şeyin
değişmesini sağlayamamıştı yoldaki arabaların onun içinden geçerken.
…
Kız ise kendini şehrin
biraz dışında bir parkın kenarında bulmuştu. Nerede olduğunu anlamadı ilk önce.
Basit bir rüya gördüğünü düşündü çünkü bu rüyaları hemen her gece görürdü. Çok
fazla detay olmazdı ama rüyalarında. Şimdi ise etrafı detaylarla çevriliydi.
Ağaçların park boyunca yeşerdiğini görüyordu. Sonra parkın orasında küçük bir
göl vardı. Gölün etrafında ise banklar. Bankların üzerlerinde insanlar
oturuyordu. Bazılar gölde yüzen ördekleri seyrederken bazıları el ele
tutuşuyordu ve gökyüzünü görebiliyordu. Yıllardan beri gökyüzünü görememişti o.
Mavinin ne anlama geldiğini unutmuştu çoktan.
Başını yukarıya doğru
kaldırıp gökyüzünü hayran bir biçimde izlerken hiçbir şey düşünmüyordu. Hiçbir şey
düşünemiyordu o anda çünkü hayal ettiği her şeye kavuşmuştu. Umurunda değildi
ki kalanlar. Aslında o an ondan daha mutlu bir insan yoktu. Başını gökyüzünden
indirdiğinde bir süre boyunca başı döndü. Daha sonra etrafına bakmaya devam
etti. Gördüğü her şeyi sanki ilk kez görüyormuş gibi şaşkındı. Hepsi onun için
yeniydi. Kimsesiz bir dünyadayken bir anda kendini burada bulmuştu.
Etrafını incelemeye ara
verdikten sonra parkın kenarlarındaki çiçekleri gördü. Onun dünyasında hiç
çiçek olmazdı ve onlara doğru koşmaya başladı. Çiçeklerin yanına geldiği zaman
koklamak için eğildi. En çok istediği şeyler listesinde ikinci sırayı alıyordu
çiçekleri koklamak. Ancak o çiçekler kokmuyordu. Daha sonra başkalarının yanına
gitti ama onlarda kokmuyordu. Güllerin yanına gittiği zaman güllerinde
kokmadığını gördü. Çimenleri koparıp onları koklamak istediğinde bunu da
yapamadı. Etrafında koku yoktu onun.
Ayağa kalkıp etrafına bir
kez daha baktı. İnsanları gördü ve gölü. Sonra başını gökyüzüne doğru kaldırdı
ki gökyüzünde hiç bulut yoktu. Bulutsuz bir gökyüzü olmazdı. Nasıl kokusuz çiçek
olmazsa bulutsuz gökyüzü de olmazdı. Anlamı yoktu yaşadıklarının. İstediği her
şeye sahipti ama o istediği her şey eksikti.
Eskiden çiçekleri koklamak isterdi ve şimdi çiçekler vardı ama o
çiçeklerin bir kokusu yoktu.
İnsanlara doğru yaklaşmak
istediğinde onların tamamlanmamış olduğunu gördü. Şeffaf gibiydi onlar, onlara
dokunamıyordu, konuşamıyordu. Ya etrafındaki her şey bir gölgeydi ya da gerçek
bir dünyadaki silinmiş bir yansımaydı. Etrafını biraz daha incelediğinde
herkesin aynı şekilde olduğunu fark etti. Her şey aynıydı aslında. Her şey
eksikti.
…
Adam şehrin sokaklarından
uzaklaşmak istediğine evine gidip biraz dinlenmeye karar verdi. Evi çok uzakta
değildi. Biraz yürümesi gerekiyordu sadece. Aslında arabalara binebilseydi bir
taksiye binip evine gidebilirdi ancak bu pek mümkün değildi. Evine doğru
yürürken yanından geçen insanlara dokunmaya çalışmaya devam etti. Aynı şekilde
arabalarla da etkileşime geçmeye çabalıyordu. Sokakta dolaşan evsiz köpeklerle
ve kedilerle de aynı denemeyi yaptığı sırada değişen hiçbir şeyin olmadığının
farkına vardı. Belki biraz uyursa kendine gelebilirdi.
Evine doğru yürümeye
devam ettikçe aynı görüntü tekrarlanıp duruyordu. Eskiden tanıdığı birisini
daha gördü ve yine onunla etkileşime geçemedi. Evinin önüne geldiği zaman
apartmanın dış kapısının kapalı olduğu gördü. Eğer zillerden birisine
basabilseydi içeriye girebilirdi. Ancak bunu yapamadığı için birisinin dışarıya
çıkmasını bekledi ve kapı açılınca içeriye girdi. Ancak evinin kapısını
açamıyordu. Evde tek başına yaşadığı
için kapıyı onun için açabilecek kimse yoktu. Bir süre boyunca kapının önünde
oturduktan sonra tekrardan dışarıya çıkmaya karar verdi.
…
Kız ise içinde olduğu
parkı terk edip şehre doğru yürümeye başlamıştı. Kendini burada bulduğu andaki
heyecanı tamamen gitmişti. Tek kişilik dünyası ile burası arasında hiçbir fark
yoktu aslında. Sadece insanların gölgelerini görebiliyordu bunun da hiçbir
önemi yoktu. Şehrin merkezine doğru yürürken bir taraftan da hatıraları ile
karşılaşıyor ve onların yanından selam bile vermeden geçiyordu.
Şehrin merkezine
yaklaştıkça bağırıp çağırmaya başladı. İnsanların hakkında aklına gelen tüm
cümleleri peşi sıra söylüyordu. Kızgındı insanlara, öfkeliydi. Önce hakaret
etmeye başladı daha sonra onları yaptıkları için suçladı. Yaptıkları için
suçlamaya devam etti daha sonra. İnsanları bencil olmakla, sadece kendilerini
düşünmekle, umursamaz olmakla, çıkarcı olmakla, kötü olmakla, merhametsiz olmakla,
sadece kendilerini sevmekle ve daha birçok şeyle suçladı. Sonra sistemi
eleştirmeye başladı. Normal zamanda olsa bunların hiçbirini söyleyemezdi ama
insanlarla etkileşime geçememenin faydalarını sonuna kadar kullandı. Normal
zamanda olsa ve bunları söylese ya ona deli derlerdi ya da hapse atarlardı.
…
Adam evinden çıkıp
tekrardan şehre doğru yürümeye başlamıştı.
Bu yolculuk ona acı veriyordu. Kimsesiz bir dünya bundan çok daha iyiydi
aslında. Kimsenin olmasını vardı bir yanda diğer yanda ise onları görüp
ulaşamamak vardı ve ikisinin arasında dağlar kadar fark oluyordu. İkisinin
arasındaki en büyük fark hissettirdikleri acılardaydı. Herhalde “dağlar kadar
fark var” sözü bu durum için üretilmişti.
Yolda yürümeye devam
ederken insanların içinden geçmeye özen gösterdiği sırada varlığının gerçekliği
üzerinde düşünüyordu. Neydi ki o? Bir hayalet miydi yoksa bir gölge mi? Belki
sadece bir yansımaydı. Belki aslında hiçbir şeydi. Hiç var olmaması gereken
birisi de olabilirdi veya hayatın içindeki küçük, basit bir yanlışlıktı.
Bilemiyordu.
İnsanların içinden
geçmeye devam ederken bir anda durdu ve nefes almayı bıraktı. Ne kadar süre ile
nefes almadığını bilemiyordu aslında ki bu bilgi onun umurunda bile değildi. O
kız karşısında duruyordu. Ona bakıyor ve onu görüyordu. Buraya gelmeden hemen
önce de onu görmüş ve konuşmuşlardı. Kız ona “herkes gitse bile ben seninle
kalacağım” demişti. Şimdi ise siyah saçları ve zümrüt yeşili gözleri ile
karşısında duruyordu.
…
Kız karşısında adamı
görünce ne yapacağını bilemedi. Onu en son gördüğünde “Seni beklemekten hiçbir
zaman vazgeçmeyeceğim.” demişti. Buraya gelmeden hemen önce görmüştü onu. Hemen
önce tanışmıştı onunla sadece kısacık bir anın içinde. Onu tekrardan karşısında
gördüğünde ne yapacağını bilemedi ve adama doğru yürümeye başladı. Adam da
aynısını yapıp kıza doğru yürüyordu. İkisi de birbirlerine olan yolculukları
boyunca birçok insanın içinden geçtiler ve en sonunda karşı karşıya oldukları zaman
kız bir şeyler söyledi ama adam hiçbir tepki vermedi.
Kız konuşuyordu, sesi
çıkıyordu, ağzı hareket ediyordu ama adam bunların hiçbirini duymuyordu. Adam
konuşmaya başladığı zaman ise aynı olaylar tekrarlanıyor ve kız onu duymuyordu.
Bir süre boyunca bu gerçeğin farkında varmadan konuştular. Daha sonra duyulmak
için bağırmaya başladılar ama değişen bir şey olmadı. Adam olanların farkına
vardığında eliyle kıza durmasını işaret etti ve onu duyamadığını gösterdi
işaretleriyle. Daha sonra kızda aynısını yaptı ve işaretler üzerinden konuşmaya
başladılar.
Başlarda oldukça zordu
işaretlerle konuşmak. Ancak saatler geçtikçe alıştılar ve sohbet etmeye
başladılar. Elbette çok karışık cümleler kuramadılar. Aslında buna ihtiyaçları
yoktu. Adam “sensiz hayatım bomboş” diyebilmek için kalbini göstermesi ve
birkaç işaret yapması yeterli geliyordu. Kız ise seni hep bekledim diyebilmek
için sol kolundaki saat takılan bölgeyi işaret etmesi ve birkaç başka işaret
yapması yeterliydi onlar. Saatler boyunca şehrin aynı noktasında durduktan
sonra beraber dolaşmaya çıktılar. İkisi de birbirine dokunamıyordu. Birbirleri
ile konuşamıyor, kokularını bilemiyorlardı. Ancak onların keyfi azalmıyordu bu
sebeplerden ötürü. Mutluydular, yüzlerinde kocaman bir gülümseme vardı.
Beraber dolaştıklar. Akşam
oldu ve daha sonra gece oldu. Çimlere uzanıp beraberce uyudular sonra sabah
oldu ve tekrardan konuşmaya başladılar işaretleri ile. Aslında hayatları
boyunca istedikleri her şeye sahiptiler ve bunun keyfini sürdüler. Bu şekilde
bir hafta geçti. Sonra ikinci haftayı da tamamladılar. Mutluydular aslında ve
daha fazlasını istiyorlardı. Ancak daha fazlası onlar için pek mümkün değildi.
İlk ayları dolduğu sırada
birbirlerinin seslerini duyma istekleri artmıştı. Daha fazla dokunmak
istiyorlardı, birbirlerine sarılmak hatta hissetmek istiyorlardı. Ancak bunlar
mümkün olamıyordu hiç. Her ne kadar mutlu olsalar da eksilmeye başlamıştı
mutlulukları. Aralarına özlem girmiş, hasret büyümeye başlamıştı. Ne zaman birbirlerini görseler yapamadıklarını
düşünüyor ve mutsuz oluyorlardı. Aslında istedikleri her şeye sahip değillerdi.
Belki de hiçbir zaman sahip olamamışlardı.
Artık konuşmuyorlar
birbirlerini günlerce görmüyorlardı ikinci ayları dolduğu zaman. Çünkü diğerini
görmek acı veriyordu ve bu acı o kadar büyüktü ki daha önce o büyüklükte bir
acıya tanıklık etmemişlerdi. Sonra bir gün sokaklardan birinde karşılaştılar.
Artık işaretlerle daha fazla kelime anlatabiliyorlardı ama konuşmadılar.
Birbirlerini seyrettiler bir süre boyunca. Adam “seni çok seviyorum” dediğinde
kız da aynısını tekrarladı. Daha sonra kız “seni görmek ve sensiz olmak acı
veriyor” dediğinde adam başını onaylar bir biçimde salladı ve “ne yapacağımı
bilemiyorum” dedi işaretlerle.
İşte her şey o anda oldu.
Onlara doğru gelen yaşlı bir adam gördüler ve adam onların yanına vardığında “ikinizin
de rahatsız olduğunuzu görüyorum. Farkındayım ki ikinizde mutsuzsunuz bunun
için size bir fırsat verebilirim. İsterseniz eski dünyalarınıza geri
dönebilirsiniz veya burada aynı şekilde yaşamaya devam edersiniz. Karar sizin”
dedi sıcak bir biçimde. Adamın kelimelerini ikisi de duymuştu ve birbirlerine
doğru baktılar. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Kız işaret parmağını
kaldırarak biraz zaman istedi ve yaşlı adam başıyla onayladı bu isteği. Sonrasında
adam ve kız konuşmaya başladılar. Eski hayatlarına geri dönebilirlerdi. O
hayatlarında bu kadar acı çekmiyorlardı, bu kadar zor değildi her şey. Onu
görüp de dokunamamak kadar acı değildi hiçbir şey. Geri dönebilirlerdi ama o
zaman ona bulmuşken kaybetmiş olurlardı. Birbirlerine görmemeye birkaç gün bile
dayanamazken bir ömür boyu görmemeye nasıl dayanabilirlerdi ki.
Hangi seçeneği seçelerse
seçsinler acı çekmeye devam edeceklerdi. Sadece birinde tek başına acı
çekerlerken diğerinde onunla birlikte acı çekecek bir başkası olacaktı. Belki acıyı tek başına sırtlanmak daha
yorucuydu ama bunu bilmiyorlardı. Belki de onsuzluk hayattaki her şeyden çok
daha zordu. Bir karar vermeleri gerekiyordu.
Adam elini kızın yüzünün
üzerine koydu. Ne adam kızı hissedebildi ne de kız adamı. Daha sonra kız elini
adamın elinin üzerine koydu. Bakıştılar. Onun gözlerini görmeden yaşamanın bir
anlamı yoktu. Yaşlı adama doğru döndüler ve geri dönmek istemediklerini
söylediler. Yaşlı adam bu cevabın üzerine kayboldu.
İkisi birbirlerine doğru
baktılar ve hissetmemelerine rağmen sarıldılar birbirlerine. Hissetmelerine
gerek yoktu. Onu bir an için bile görmek hayattaki her şeye değerdi. Aşkın
bedenlere, kelimelere veya duyulara ihtiyacı yoktu aslında.
Kendi küçük cep
evrenlerine dönmektense gerçeğin farklı bir boyutunda yaşamayı tercih
etmişlerdi. Onların aşk hikayesinde gerçeğin bu farklı boyutunda anlatıldı ve
yaşandı. Aşkın gerçekliği ihtiyacı yoktu aslında.
0 Yorumlar