Adam dirseklerini çalışma
masasına dayadı ve avuç içleriyle gözlerini ovuşturdu. Bu esnada derin bir of
çekip dişlerini sıktı. Bir süre boyunca gözlerini hiç açmadı. Sandalyesine
yaslandı ve evinin sessizliğini dinledi. Etrafa bakmak ona acı veriyordu.
Duyduğu en ufak bir ses bile beyninde büyük bir gürültüye sebep oluyordu. Bu
sebeple nefes almak bile istemedi. Bir süre sonra doğrulup bilgisayarına baktı.
Masasının üzerinde duran kitabı kendine doğru çekti biraz ve sonra
bilgisayarında açık olan yazı sayfasına baktı. O gece bitirmesi gereken çok
fazla iş vardı ve daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı.
Kitabı okumaya başladığı sırada
lanet okuyarak kapattı. Kendi içinde söylenerek bilgisayarını da kapattı. Ağır
adımlarla yürüyerek koltuğuna oturdu. Sadece sessizlik istiyordu zaten bu
sebeple evinde çalışıyordu. Sevmiyordu dışarıya çıkmayı. Elinde olsa evinden
asla ayrılmazdı. Ancak sadece alışveriş yapmak için bile olsa dışarı çıkması
gerekiyordu. Sevmiyordu o zamanları. Başka insanlar görüyordu ve başka
insanları da sevmiyordu. Daha doğrusu onların söyleyecekleri tek bir kelimeye
bile katlanamıyordu. Sıkılmıştı artık her şeyden.
Berbere gitmiyordu çünkü saçını
tıraş makinesi ile kendisi kesiyordu. Bu yüzden hep kabaktı saçları. Dışarıda yemek
yemeyi veya gezmeyi de sevmiyordu. Başka insanlarla konuşmak veya eğlenmek gibi
bir isteği hiçbir zaman olmamıştı. Sadece alış veriş için çıkıyordu dışarıya ve
bunu genelde akşamın geç saatlerinde yapıyordu insanları görmemek için. Ve alış
verişten sonra sahile gidip dalgaları dinliyordu. Seviyordu dalgaları
dinlemeyi. Onların kendine ait bir müziği vardı ve o müzikte huzur buluyordu.
Belki huzur bulabildiği tek andı sahilde geçirdiği.
Sahilde işi bittikten sonra
geceye yakın evine dönerdi. Çalışırdı evine geldiği zaman ve çalıştığından daha
fazla düşünürdü. Çok fazla düşünürdü o. Çok düşündüğü içinde insanlarla
anlaşamazdı çünkü insanlar düşünmezdi. Sanki farklı bir katmanında yaşıyordu
hayatın ve o katmanda sadece kendisi vardı.
Yıllar önce kendi ülkesini
kurmuştu. Kendisine ait, kimsenin bilmediği bir yere ihtiyacı vardı. Bu yüzden
evinin etrafını yüksek surlarla çevirmişti. Dışarıya açılan kapıları
kaldırmıştı kimse içeriye giremesin diye. Dışarı çıkması gerektiğinde kimsenin
bilmediği gizli geçitler inşa etmişti. Markete gidip alışveriş yapabilmek için.
Evi onun ülkesiydi artık. Aslında
bir kaplumbağa gibi ülkesini sırtında taşıyabiliyordu. Nereye giderse gitsin
onunla birlikte geliyordu yalnızlığı. Yine de gerekmedikçe ülkesini terk
etmezdi çünkü ülkesi eviydi onun. Dışarıya çıktığında ise surların dışındaki
misafir evini getirirdi peşinde. Ülkesi çok da sakin değildi ama. İç sesleri
ile sürekli bir çatışma içerisindeydi. Özellikle ülkesinin yönetimini
belirlemek istediğinde çatışmalar bir hayli artmıştı. Demokrasiye geçmek
istemişti başta ama evindeki parlamento onu asla başkan yapmazdı. Hatta meclise
bile giremezdi. Ülkenin yönetimini iç sesleri devir alır ve o kendi ülkesinden
sürgün edilirdi.
Krallıkla yönetilmek istediği
zaman ise üzere oturacak bir tahtının olmadığını fark etti veya başına takacak
bir tacı da yoktu. Ancak kâğıttan bir gemi yapardı ve onunla aptallar ülkesine
bile kral olamazdı. Bir yönetim sistemi koymazsa eğer iç sesleri onu öldürürdü,
acı çektirirlerdi. Bu sebepten dolayı özgürlükleri kısıtlamak gerekiyordu.
İnsan öldürmeyi yasakladı önce daha sonra insanlara zarar vermeyi de yasakladı,
suç işlemek de yasaktı. Kendi ülkesinde en iyi yönetim biçimi diktatörlüktü.
Ancak her diktatörün onu koruyacak bir ordusu olması gerekiyordu ve onun hiç
askeri yoktu. Bu sebepten dolayı insanlara zarar vermenin yasak olmasının
haricinde bir kuralın bulunmadığı bir yönetim biçimini tercih etti.
Başlarda içeriye girmek
isteyenler olmuştu. Ancak vizesi olmayan kimse içeriye giremezdi ve onun
ülkesinde kimseye vize verilmezdi. Birçok insan vize kelimesini duyunca bile
kaçmıştı. Bazıları ise ısrarla içeriye girmek istiyordu. Zaten onlar için yok
etmişti kapıları. Ülkesinin adı “Yalnızlık ülkesi”idi ve ismi gereği kimsenin
olmaması gerekiyordu. Bunu iç seslerine anlatıp onlardan kurtulmaya çabalasa
bile onlardan kurtulamadı. Zaten onlarsız bir hayatının olabileceğine ihtimal
dahi vermiyordu.
Tabi insanlarla mecburen
iletişime geçmeden yaşaması mümkün değildi her ne kadar bunu istese de. Bu
yüzden surların dışına misafirler için bir ev yapmıştı. O eve isteyen istediği
zaman gelebilirdi. Gelenler kısa bir süre sonra gittikleri için hiç sorun
olmuyordu. Sokakta karşılaştığı insanları veya marketteki kasiyerleri oraya
yönlendirirdi. Birçoğu içeriye bir girmezdi ki gerek yoktu zaten. Hiçbirisi ile
tanışmadığı için misafir evine bile kimse gelmezdi.
Ayrıca ülkesinin hiç komşusu
yoktu. Doğal olarak hiç düşmanı da yoktu. Zaten askerlerinin olmamasının
sebeplerinden birisi buydu. Diğer sebep ise ülkesinde askere alınacak başka
birisinin olmamasıydı. İç sesleri vardı ama onlara silah verirse eğer kendisini
öldürürlerdi. Komşusu olmayan bir ülke tartışma konusuydu aslında. Fakat
komşusu olsa mesela sınırlarını açmak gerekecekti ve bunu kesinlikle
istemiyordu. Sınırları aç sonra gümrük duvarını kaldı bir dünya iş vardı. Zaten
ülkesinde gümrük kavramı olmadığı için çok gereksiz olurdu.
Bir akşam alışveriş yapmak için
markete gitti. Sıradan bir alışveriş günüydü ve kimseyle konuşmamıştı. Sağır
taklidi yapmak yine işine yaradığında hafif bir tebessüm oluştu yüzünde. Marketten
sonra dalgaları dinlemek sahile indi. Gözlerini kapatıp dalgaların şarkısını
dinledi uzun bir süre boyunca. Bu arada gökyüzünde parlayan dolunayı
seyrediyordu. Severdi dolunayı, gece olduğunda severdi gökyüzünü. Yıldızlar
için şiirler yazabilirdi mesela.
Deniz kenarında birkaç saat
bekledikten sonra evine doğru yola çıktı. Yere bakarak ilerdi. Başka bir şeyi
görmek istemiyordu, bilmek istemiyordu daha fazla. Hızlı adımlarla ilerlerken
birisine çarptı. Hatta o kadar sert çarptı ki o yere düştü. Hemen ona yaklaşıp
elini uzattı. Siyah saçlı bir kıza çarpmıştı. Beyaz teni ay ışığında
patlıyordu. Kızın yüzünde bir acı ifadesi vardı ve elini kıza uzatıp “kusura
bakmayın çok dalgındım dizi görmedim. İyi misiniz?” dedi. Kız ise gülümseyerek “bende
çok dalgındım, benim hatam zaten” dediği sırada adamın elini tutup onu
kaldırmasına izin verdi. Onun gülümsemesini gördükten sonra hayatın anlamını
öğrenmişti adam. Sanki tüm soruları cevap bulmuştu veya sorular silinmişti
zihninden.
Daha sonra ikisi de kendi yollarında
yürüdüler. Adamın kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu. İçinde o kadar
farklı bir duygu vardı ki adını bilmemesini bir yana tanımlayamıyordu bile.
Kızı gördüğü anda surların dışından savaş borularını duygu. Her yerde
yankılandı onların sesi ve o duvarların dibinde korkudan titredi. Duvarın
üstüne çıkıp dışarıya baktığında karşıdaki tepenin üzerinde kocaman bir ordu
gördü. Onun ülkesini ele geçirmek için bekliyorlardı sanki ve onun savaşacak
hiç askeri yoktu. Sadece surların onu koruması için dua edebilirdi.
Kız o kadar farklı gelmişti ki
ona onu tekrardan görebilmek için her şeyi yapardı. Sanki onu bir kere daha
görse hiçbir sorunu kalmayacaktı. Kütüphanesindeki duygular ansiklopedisi açıp
hissettiklerinin karşılığını bulmaya çabaladığı sırada duygularının hiçbir
yerde yazmadığını fark etti. Anlamlandırabilmek için onu tekrardan görmesi
gerekiyordu ve tekrardan dışarıya çıktı. Alışveriş için veya başka bir sebeple
değil onu görmek için dışarıya çıktı. Sadece bu bile duygularının ne farklı
olduğunu açıklamaya yetiyordu. Ertesi akşam tekrardan çıktı ve ertesi gün ve
ertesi gün.
On gün boyunca sokaklarda
kalarak kızı aradı ve bir gün tekrar karşılaştılar. İkisi de tanıdı birbirini,
gülümsediler. Adam kızın gülümsemesini gördüğünde ona doğru yaklaşıp “geçen gün
için özür dileyemedim. Çok büyük terbiyesizlik yaptım ben” dedi başına hafifçe
yere doğru eğerek. Kız “olur mu öyle şey zaten benim hatamdı, önüme bakmıyordum”
dediği sırada surlarının dışındaki ordu saldırıya geçmişti. Toplar ateş ediyor,
top mermilerinin çarptığı surlar ise paramparça oluyordu. Surların tepesinde
durup savaşı kaybedişini izlemekten başka bir şey gelmiyordu elinden. Bu
şekilde giderse fazla dayanamayacaktı.
Adam “o zaman bir kahve içelim
ve bende yaptığım kabalığın karşılığını ödemiş olayım” dediği sırada tüm iç
sesleri şaşkınlık içinde kalmıştı. Hatta kendisi bile söylediklerine
inanamıyordu. Hele kız teklifini kabul edip ertesi akşam buluşmak için
sözleştikleri sırada surlar tamamen yıkılmış ve ordu taarruza geçmişti.
Evine döndüğünde o kadar büyük
bir sessizlik vardı ki iç sesleri yok olmuş gibiydi. Sadece kalbinin sesini
duyuyor ve onun müziğinde dans etmek istiyordu. Gece boyunca hiç uyumadı,
uyuyamıyordu. İçindeki duygu öyle bir hale gelmişti ki sanki bir fırtına
kopuyordu. Daha öce farklı zamanlarda parçalar halinde hissettiği tüm duygular
bir araya gelip başka bir hale bürünmüştü.
Ertesi akşam olduğu zaman kızla
buluştu. İkisi de gülümsedi. Kızın gülümsemesi o kadar güzeldi ki devam
etmesini sağlamak için kendi yaşamından vazgeçebilirdi. Havadan sudan
konuştular, ikisi de heyecanlıydı ve kelimeleri sıklıkla karışıyordu. Adam hüzünlü
bir hikâye anlatırken kız onun gözlerinin içine baktı. Sanki zihninden geçen
tüm düşünceleri okuyordu ve daha sonra adamın elini tuttu. O anda ordu yıkılmış
surlardan içeriye girdi. Ülkesinin tüm sokakları askerlerle dolarken o korku
içinde onları seyrediyordu.
Dizlerinin üzerine çökmüş ve
endişe içinde titriyordu. Ülkesi fetih ediliyordu ve bu onun en korktuğu şeydi.
Ancak askerler şehrini yağmalamadı hatta bunun yerine etrafı güzelleştirmeye
başladılar. Bir kısmı yerleri temizledi başka bir kısmı çiçekler ekmeye başladı
yerlere. Bu esnada ordunun komutanı
surlardan içeriye girdi ve adama doğru bakıp miğferini çıkardı. Bir süre
boyunca bakıştılar sonra kız gülümsedi.
Kız adamın elini tuttuğu sırada
içindeki savaş bitti ve ülkesi fetih edildi. Ancak kız ülkeyi almadı ondan.
Gelip yanına yerleşti. Adam kızın elini tuttuğu sırada ülkenin adı değiştirildi
ve daha fazla “yalnızlık ülkesi” olmadı.
Artık ülkenin nüfusunda kayıtlı iki kişi vardı.
Ve aşk ezberlenen tüm
cümlelerin bir anda unutulmasıydı.
Resim: Oleg Tchoubakov
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.