Günlüğümden parçalar - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

10 Mart 2013 Pazar

Günlüğümden parçalar


Puslu bir Eylül akşamıydı. Mevsimler sırasını şaşırmışçasına soğuktu hava. Bu sebeple birçok insan mevsimlerin birbirine karıştığından bahsetti. Başka birçok insan da havaların sıcak olmasına güvenip akşam olunca üşüdü. Birçok insan söylendi sahip olduklarından ve sahip olamadıklarından dolayı. Hava tahminlerinin hiçbiri doğruyu bilemedi. Bazı insanlar hava tahminlerine kızıp “zaten onlar bir şey bilmiyor” diye söylendiler. Aslında bazı günlerin farklı olması çok doğaldı. Ancak farklılıklardan hoşlanmayan insanoğlu bu sebeple mutsuzdu.

Ancak onun mutsuzluğunun sebebi havanın soğuk olması değildi. Herkes ısınacak bir yer ararken onun yavaş adımlarla yürümesinin de havanın soğukluğu ile hiçbir alakası yoktu. Eğer umursuyor olsaydı üşüdüğünün farkına varabilirdi. Ancak o adımlarını saymakla meşguldü. Hep belirli sayıda adım atarsa hayatının farklılaşabileceğini düşünürdü. Mesela beş milyonuncu adımında mutlulukla karşılaşabilirdi. Veya beş milyarıncı adımında huzurun ne demek olduğunu anlayabilirdi. Bu sebeple yürürdü o.

Yürümesi onu mutlu etmezdi ama. Yürümeye başlamadan önce içindeki bazı parçaları başladığı yerde bırakmak isterdi. Onların olmadığı bir hayatı merak ediyordu. Bazı düşüncelerini geride bıraksa mesela hayatı farklılaşabilirdi. Geçmişinde yaşadıklarını ardında bırakabilse belki rahat nefes alabilirdi. Fakat geçmişi peşini hiç bırakmıyordu. Unutmaya çabalıyor ama yapamıyordu. 

Attığı her adım onun için zorluk demekti. Bazen daha fazla ilerleyemeyecekmiş gibi hissederdi. Böyle zamanlarda kendini bırakmak, devam etmemek isterdi. Ertesi gün işe gitmemeyi, arkadaşlarıyla görüşmemeyi hatta evinden dışarıya çıkmamayı düşlerdi. Düşlediklerine kavuşamazdı ama. Kendini ne kadar bırakmak istese de o kadar tutunmuş görürdü hayata. Onun oyununda yere düşmek yoktu. Her zaman ayakta durması gerekiyordu.

Her zaman sırtı dik yürürdü. Sanki gökyüzünden sarkan iplere başlanmıştı. Kendini o kadar güçsüz hissediyordu ki kamburunu çıkarmak istiyordu. Ağlamak istiyordu mesela. Yüzüne en üzgün ifadesini takınmayı ve kimseyi umursamamayı planlıyordu. Ancak bunun yerine sürekli olarak gülümsüyordu. Onun gülümsemesi evrendeki en güzel şeydi. Gülümsemesini gören herkes onun hayatına gıpta ile bakardı. Onun yerinde olmak isteyen birçok kişi vardı. Ancak onların hiçbiri neler yaşadığını bilmiyordu.

İnsanların onun hakkında düşündükleri ile gerçekte hissettikleri arasında o kadar büyük farklar vardı ki herhangi birinin anlama imkânı yoktu. Bir zamanlar anlatmayı denemişti. Ancak boşuna bir çabaydı bu. O istediği çabaladıkça insanlar anlamamak için çalışıyordu. Bu sebeple vazgeçmişti. Sürekli gülümsemesinin sebebi buydu aslında. Üzgün gözükürse eğer başkaları nasıl olsa görmeyecekti. Kimse ona gelip bugün neden üzgünsün diye sormayacaktı. Bir gün makyaj yapmasa mesela, saçlarını taramasa kimse ona sebebini sormayacaktı.

Yaşadığı şehir ona ufak geliyordu. Binalar üstüne doğru geliyor onu sürekli olarak sıkıştırıyordu. Gitmek istiyordu o şehirden. Yanına hiçbir şey almadan sadece uzaklaşmak niyetindeydi. O şehre ait her ne varsa unutmayı düşlüyordu. Başka bir yerde tekrardan başlamak niyetindeydi. Ancak ne şehirden ayrılabiliyor ne de unutabiliyordu. Bazen hiçbir şeyi düşünmeden sadece yürümek isterdi. Şehirden, ülkeden, dünyadan uzaklara kadar yürüyüp başka bir gezegende yeniden başlamanın hayallerini kurardı. O zaten hep tek başınaydı, hep yalnızdı nerede olduğunun bu sebeple bir önemi yoktu.

Sokakta yürürken saat ilerlemiş ve etrafındaki insanların sayısı azalmıştı. Hala gülümsüyordu içinde büyük bir öfke barındırmasına rağmen. Hızlı adımlarla ilerliyor etrafına dikkat etmiyordu. Yürürken yere bakıyordu çünkü insanları görmeye tahammülü yoktu. Hepsi yalancıydı onların, güvenmiyordu artık. İnanmıyordu onlara.

Hızlı adımlarla yürürken bir anda durdu. Birisine çarpmıştı. Başını kaldırdığında bir adam gördü, yüzünde şaşkın bir ifade vardı. “Dikkat etsene biraz” diye çıkıştı adama. Aslında suç onundu, bunu biliyordu ama öfkesi kelimelerinin kontrolünü ele geçirmişti. Adam geriye doğru bir adım atıp kıza avuç içlerini gösterdi. Başını hafifçe aşağıya doğru eğdi, yüzünde utanma ifadesi vardı. Ancak kız hala öfkeliydi “hiç dikkat etmiyorsunuz. Sizin gibiler yüzünden yürüyemiyoruz bile” dediğinde adam sağ işaret parmağıyla gözünü gösterip avuç içlerini yukarıya doğru kaldırdı. Görmedim demeye çalışıyordu herhalde. Adam konuşamıyordu. Ancak kızı duyabiliyordu. Daha sonra kız “neyse boş ver” deyip elini yukarıya doğru salladı ve adamın yanından hızlıca uzaklaştı.

O akşam eve döndükten sonra fazlasıyla yorulmuştu ve güzel bir uyku çekti. Rüyasında ne gördüğünü hatırlamıyordu. Zaten ne gördüğünün çok da önemi yoktu. Ya kâbuslar görüyordu ya da yeşil bir tepede oturduğunu. Ertesi gün kalktığında hayatı yine aynıydı. Tekrardan işe gitti. İş çıkışı evine döndü. Ertesi gün de aynı şeyleri tekrarladı. Sonraki gün ve daha sonraki günde aynılarını yaptı. Hayatındaki anlam giderek azalıyordu ve bunun için yapacak hiçbir şeyi yoktu.

Başka bir akşam yine şehrin içinde yürüyüşe çıkmıştı. O akşam hava soğuk değildi. İnsanlar evlerine dönmemişti, üşümüyorlardı da. Kalabalık sokaktan yürürken kalabalıktan ne kadar nefret ettiğini hatırladı. Daha sonra ana caddeden çıkıp ara bir sokağa girdi. Dar bir sokaktı orası. Kaldırımları bile geniş değildi. İki kişi yan yana yürüyemezdi mesela. Yine de o sokakta yalnız olmak onu rahatlatmıştı.

Sokakta biraz ilerledikten sonra geçenlerde çarpıştığı adamı gördü. “Yine başa bela aldık” diye düşündü ama adama yaklaştığında gülümseyerek geri doğru çekilip kızın geçmesine izin verdi. Fazlasıyla şaşırmıştı. Kız biraz daha yürüdükten sonra sokağın bitimindeki köşeyi dönecekken adamla karşılaştığı yerde bir kâğıt gördü. Bir merak duygusu kapladı içini ve geri dönüp kâğıdı aldı. Kâğıdı aldıktan sonra kısa bir süre boyunca baktı ona. Siyah bir kalemle özensizce yazılmış bir yazı vardı ve okumaya başladı “28 yıl oldu ve ben hala aynı hayatı yaşıyorum ve sen hala yoksun. Düşünsene hayattaki tek amacım seni bir kez görebilmek iken gölgen bile uğramıyor sokağıma. Hiçbir şeyi istemiyorum, hiçbir şeyi umursamıyorum. Sadece seni göremeden ölmek var o da korkutuyor beni. Belki çok mutlusundur bensiz belki yaşadığın şehir sana dar geliyordur. Belki insanlara güvenmiyorsundur benim gibi. Belki tek başına başka bir evrene gitmek istiyorsundur. Belki siyah saçlarını kökünden kazımak istiyorsundur. Belki gülümsemek için yanaklarına attığın dikişleri sonsuza kadar parçalamak istiyorsundur. Hiçbirini bilmiyor, yaşadığından bile emin değilim. Yine iyi değilim, sana yazmayı çok istesem de dayanamıyorum buna. Lütfen affet beni ama şimdi gitmem gerekiyor.”

Kız yazıyı okuduktan sonra tekrar okudu ve daha sonra bir kez daha. O yazıyı her kim yazdıysa onu anlatmıştı sanki. Sanki birisi gerçekten onu tanıyordu, sanki içimden geçenleri anlamıştı. Daha önce hissetmediği garip bir duygu hissetti daha sonra kendine onu tanıyamayacağını sadece yazıda kendini gördüğünü söyledi. Aslında kendini kandırıyordu. Kızdı kendine düşüncelerinden dolayı. Onu tanımayan birisinin onu anlatabilme imkânı yoktu.

Ertesi sabah olduğunda yine aynı hayat ile karşılaştı. Ancak düşünecek farklı bir konusu vardı “acaba birisinin onu anlayabilme ihtimali var mıydı?” Hayatı boyunca onu tam anlamıyla anlayan olmamıştı ve bu sebeple eksik hissetmişti kendini. Başka bir günün akşamında yemek yemek için bir restorana gittiği sırada yerde bir kâğıt gördü ve aldı. Aynı el yazısı vardı üzerinde ve okumaya başladı “artık kimsede aramıyorum seni. Vazgeçtim inan bana. Ne zaman seni aramaya kalksam hayal kırıkları ile karşılaşıyorum. Artık çok yoruldum. İnsanların yüzüne bakmıyorum. Onları duymuyorum. Üç yıldan beri tek kelime etmedim. Konuşmamın anlamı yok çünkü. Söylediğim her kelime boşa gidiyor. Sanki ağzımdan çıktıktan sonra sonsuz bir uçuruma düşüyorlar ve bende onlarla birlikte iniyorum dünyanın merkezine doğru. Sen olmadan konuşmanın anlamı yok inan. Sensiz hiçbir şey yapmak istemiyorum”

Konuşabildiği halde bir insan neden konuşmazdı ki? Neden susardı veya neden kapatırdı kendini? Kimseyle konuşmadığını düşündü ve konuşmamanın ona sunabileceği yalnızlığı. Düşüncesi bile onun ilgisini çekmişti. Kendisinin yapamayacağını düşündü ne konuşmaktan vazgeçebiliyordu ne de gülümsemekten. Adamı merak etmeye başladı. Onun bir hikâyesi vardı sonu sessizlikle biten ve o hikâyeyi dinlemek istiyordu.

Başka zamanlarda başka kâğıtlar gördü. Hepsinde ona ulaşmaya çabalayan cümleler vardı. Hepsinde kendisinden parçalar buluyordu. Birisi onu tanımadan nasıl anlatabilirdi ki? Birisi onun sakladıklarını nereden öğrenebilirdi? Yeni soruları olmuştu ve yepyeni düşünceleri. Artık hayatında küçük de olsa bir amacı vardı ve hayatı biraz daha yaşanılabilir olmuştu.

Şehirden biraz uzaklaşmak istemişti ve şehrin dışındaki bir yere gitmişti. Çayırlar vardı orada ve ağaçlar. Güzel çiçekler yetişirdi orada ve birçok renkli kuş vardı. Oraya gitmeyi severdi çünkü her şeyin dışına çıkardı kuşların şarkılarını dinlerken. Kısa bir süre de olsa unuturdu her şeyi. Çimlere uzanır ve bulutları seyrederdi. Bulutları hayvanlara benzetmek çok keyif alırdı. Severdi şehrin dış taraflarını.

O gün de dolaşıyordu ağaçların arasında. Kuşların şarkılarını dinliyor ve onlara eşlik ediyordu. Güzel, güneşli bir gündü. Bir süre boyunca yürüdükten sonra ileride bir duvarın üzerinde oturan bir adam gördü. Biraz daha yaklaştığında ona çarpan adam olduğunu fark etti. Adam başka bir yöne doğru bakıyordu düşünceli bir şekilde. Kamburu çıkmıştı ve olukça güçsüz görünüyordu. Adama doğru yaklaştığında omuzuna dokundu ve “merhaba” dedi.

Ona bakan adam bir anlık şaşkınlık yaşadı ve hemen sonra gülümsemeye başladı. Başını aşağı yukarı salladı daha sonra. Eliyle hoş geldin dermişçesine bir hareket yaptı. Kız adamın kâğıtlarını saklıyordu hep. Belki bir gün onu görürse ona vermek için. Hatta adamı gördüğü sokaklarda daha sık yürümüştü onu bulabilmek sorular sorabilmek için.

Çantasından çıkardığı sayfaları adama uzattı ve “bunları düşürmüşsün”  dedi gülümser bir şekilde. Adam mektupları aldıktan sonra başını aşağıya doğru eğip sağ elini sol göğsünün üzerine koydu. Gülümsemesi biraz daha büyüdü, eliyle duvarı işaret edip kıza oturmasını söyledi. Daha sonra kız ona nende konuşmadığını sorduğunda adam açıp kapatarak konuşma işareti yaptı ve avuç içlerini gösterdi omuzlarını boynuna doğru kaldırdığı sırada.

“Onu neden bulamıyorsun?” diye sorduğunda adam elleriyle bilmiyorum işareti yaptı. Yüzündeki gülümseme bir parça çarpılmıştı. “Onu bulduğunda ona ne söylemek istiyorsun” sorusunu duyunca adam eliyle ilerideki bir yeri gösterdi ve sağ eliyle kalbinin üzerine birkaç kez vurdu. Kız gülümsedi bu tepkinin üzerine. Adam konuşmuyordu ama yine de birçok şey anlatabiliyordu.

Daha sonra kız adama yazılarında kendinden çok fazla şey bulduğunu söyledi. Hatta onu takip edip etmediğini sordu neşeli bir ses tonu ile. Adam aynı şene ile kızı işaret etti eliyle bir yaptı ve gözünü gösterdi. Seni ilk kez gördüm demeye çalışmıştı.

Biraz daha konuştuktan sonra adam kendini gösterip ileriyi işaret etti. Sağ elini yan çevirip aşağıya yukarıya hareket ettirdi gidiyorum dermişçesine. Kız “görüşürüz” dediğinde adam gülümseyerek karşılık verdi ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Garip bir anın içindeydi kız. Yaşadıkları sanki bir masal gibiydi. Onun hikâyesini daha fazla merak ediyordu. Ne yapacağını düşünürken adamın oturduğu yerde küçük bir defter buldu ve açtı. Sayfaları hızlıca çevirdi daha sonra, yazılara göz attı. Bir yazı onun dikkatini çekti ve okumaya başladı “Bu gün neler olduğu anlatsam inanmazsın. Bir kızla çarpıştım. Sana benziyordu ki ne yapacağımı bilemedim. İlk kez birisini sana benzettim, bir an boyunca onun sen olduğunu düşündüm. Çok garip bir duygu bu. Anlamaya çabalıyorum ama anlamamın imkânı yok. Korkuyorum ondan ve aynı şekilde onu tekrardan görmek istiyorum. Birisi nasıl sana benzeyebilir ki anlayamıyorum. Keşke adını sorabilseydim ona. Belki senin adını söylerdi. Hayal derdi mesela ve ben onun sen olduğunu anlardım. Onunla tekrardan görüşemeyeceğimizi biliyorum. Hatta onun gerçek olmadığını bile düşünüyorum ama şu anda tek istediğim onu tekrardan görebilmek Onu tekrar görürsem neler olabileceğini bilmiyorum ama inan tek istediğim bu.”

Kızın yüzünde bir tebessüm oluştu. Uzun zamandır hiç hissederek gülmemişti. Gerçekten mutlu olmanın çok güzel bir duygu olduğunu düşündü ufka doğru bakarken.

Ve aşk iki farklı yolun bir noktada kesişmesi ve bir daha asla ayrılmamasıydı.

Not: bazı hikayeler birisi okusun diye yazılır. Sadece onun okuması içindir tüm cümleler ama o okumaz. Belki başka bir işi vardır, belki önemsememiştir, belki görmemiştir veya sadece gerçek değildir ama o okumamıştır kendisi için yazılanları. Aslında onca satırın arasında bir tane cümle vardır ve o cümleyi okuduğu zaman dünya değişebilir. Savaşlar bitebilir mesela, insanlar mutlu olabilir, masalların gerçekliğinden konuşulabilir o zaman. Dünya herkes için çok daha güzel olabilir. Ancak o okumaz yazılanları ve her şey aynı kalır. Belki sadece gerçek değildir o, hiçbir zaman gerçek olmamıştır. Bu yüzden de değişmez dünya, hep aynı kalır.

Resim: Oleg Tchoubakov

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar