Havanın kararmaya başladığı bir
Perşembe günüydü. İnsanlar iş yerlerinden ayrılmış, öğrenciler okullarından
çıkmıştı. Herkesin gitmesi gerek bir yer vardı. Kimisi evlerinin yolunu
tutarken kimisi sokaklarda dolaşıyordu. Bazıları ailesinin yanına gitmek
isterken bazıları ise tanıdıkları ile buluşacaktı. Herkesin gitmesi gereken bir
yer vardı ve oraya gitmek için acele ediyordu. Yoğun geçen bir günün ardından
unutmak istiyorlardı yaşadıklarını. Bu yüzden herkes bir yerlere yetişme çabası
içindeydi.
Bir yetişme amacı gütmeyen
inanlarda vardı elbette. Onların bazılarının yetişecek bir yerleri yoktu.
Bazılarının acele etmesini gerektiren bir sebebi olmamıştı. Bazıları ise çok
uzun zaman önce geç kalmıştı hayata. Onlar hep bir adım geriden takip ediyorlardı.
Bu yüzden asla yetişemiyorlardı hayata ve eksik yaşıyorlardı. Mesela hep geç
kalıyorlardı mutluluğa. Asla yakalayamıyorlardı sevgiyi. Aslında onlar hayata
yetişmek için var gücüyle koşuyorlardı. Fakat geç kalmalarının önüne
geçemiyorlardı bir türlü.
Onlardan bir tanesi iş
çıkışında sokakta yürüyordu. Aslında sokakta yürümeyi sevmezdi o. Çünkü ne zaman
yürümeye kalksa eski tanıdıkları görür ve anlamsız sohbetler yapardı. Onları
görmek de istemiyordu. Gereksizdi çünkü onları görmek. Bir şey katmazdı onlara.
Söylenen cümleler hep sahteydi. Yoklukları ile varlıkları arasında fark olmayan
insanlardı onlar. Bu sebeple sevmiyordu onlarla karşılaşma ihtimalini.
Biraz yürüdükten sonra eski bir
arkadaşını gördü. Selamlaştılar, hal hatır sordular birbirine. İşten güçten
bahsettiler. İkisi de birbirlerine hava atmaya çabaladı bu süreçte. Sonra
arkadaşı evlendiğinden çocuğu olduğundan bahsetti gururla. Sanki dünyadaki en
önemli şeyi yapmış gibi böbürlendi. Bir süre sonra da konuşacak tüm konuları
bittinde ayrıldılar. Bu muhabbetlerin hiçbirini sevmiyordu o.
Biraz daha yürüdükten sonra
başka bir arkadaşını gördü. Selamlaştılar, havadan sudan konuştular. Kız terfi
alamadığından, rejim yapmak istediğinden, spora başladığından bahsetti. Büyük
bir ilgiyle dinledi onu, o şekilde de güzel olduğunu söyledi. Tekrar görüşmek
üzere sözleştiler ve ayrıldılar. Tekrar görüşmeyeceklerdi bunu ikisi de çok iyi
biliyordu. Sadece adettendi söyledikleri tüm kelimeler. Görmemiş gibi yapıp
uzaklaşamaz aynı sokakta onun gözlerinin içine bakarak yürürdü.
Çok eski bir tanıdığını görünce
keşke hiç dışarıya çıkmasaydım diye düşündü. Uzun bir süre boyunca ona neden
evlenmediğini anlatmak zorunda kaldı ki o an nefret etti kurduğu tüm
cümlelerden. Yıllarca görüşmemiştiler, yıllar önce de selamlaşmıştılar sadece
ama yine de o insana hayatına burnunu sokma yetkisi veriyordu bunlar.
Sevmiyordu sokaklarda yürümeyi, eski tanıdıklarını görmeyi. Sevmiyordu onlarla
konuştuklarını, sevmiyordu onların bakışını.
Yol boyunca başka tanıdıklarını
da gördü. O mahallede doğmuş ve büyümüştü. Yani hemen herkesi tanıyordu orada.
Bazen uzaklara gitmeyi düşünürdü kimsenin onu tanımadığı çok uzaklara. Hatta
gittiği yerin dilini bile bilmemek isterdi. Tamamen yabancı olduğu bir yerin
hayalini kurardı. Ancak böyle kurtulabilirdi insanlardan veya ıssız bir ada çok
güzel bir seyahat noktasıydı onun için.
Her yanından geçtiği insanda
değişirdi o. Tamamen farklı birisi olurdu. Yüzünün değiştiğine inanırdı mesela.
Çenesinin farklılaştığına burnunun uzayıp kısaldığına hatta gözbebeklerindeki
renklerin bile aynı olmadığını düşünürdü. Aynı insanın onu farklı bir yüz ile
tanıyamaması da bu sebeptendi. Evet, yüzünü değiştirirdi o. Belki de günde yüzlerce
kez yapardı bunu.
Mesela tanıdığı her insan için
farklı bir yüzü vardı. O insanın yanından başka bir yüzle geçerse eğer onu
tanıyamayacağına inanırdı. Daha önceki zamanlarda denemişti teorisini ve
oldukça doğru olduğunu kanıtlamıştı. İsterse görünmez bile olabilirdi. Sokaklarda
tanınmadan geçebilirdi ama birileri muhakkak o yüzünü görmüş oluyordu ve
tanınıyordu hiç istemediği halde. En yakın arkadaşının yanındayken farklıydı o.
Yüzünde bir gülümseme olur, gözlerinin içi parlardı. Ailesinin yanındayken daha
farklıydı, daha huzurlu bir ifade yerleşirdi yüzüne. Sevmediği birisinin
yanından geçerken ise bambaşkaydı. Gözlerini kısar ve keskin bakardı. Yapabilse
sadece bakarak karşısındakini parçalara ayırabilirdi nefret ettiği birisini
gördüğünde.
Yüzünün değişmesini sadece
insanlar sağlamazdı. Gittiği yerin de büyük etkisi vardı onun üzerinde. Mesela
sahile gidip denizi seyrederken başka, bulutları seyrederken başka ve boş bir
sokakta yürürken başka olurdu. Bir ağacın dibine oturup gökyüzünü seyrederken
ise bambaşka bir yüz takardı. O farklı “ben” olmuştu ki içinde bazen
karıştırırdı hepsini. Böyle olduğu zamanlarda ise buluşmaya gittiği bir
arkadaşı bile tanıyamazdı onu. Alakasız insanlar gelip selam verirdi mesela.
Anlamazdı bunların hiçbirini.
İşin en kötü tarafı ise kendini
unutmasıydı. Artık gerçekte kim olduğunu hatırlamıyordu. En sevdiği yemeğin ne
olduğunu bilmiyordu mesela çünkü her yüzün kendine ait en sevdiği yemeği vardı.
En sevdiği rengi de aynı sebepten bilmiyordu. En sevdiği şarkı veya en
beğendiği filme dair hiçbir fikri yoktu. Kendini hatırlamıyordu bu yüzden.
Devlete gidip yüzlerce farklı kimlik istemeyi düşünüyordu. Tek bedene saklanmış
yüzlerce farklı kişiydi aslında o.
Kaybolmuş gibi hissediyordu
kendini. Veya içindeki parçalar kendilerini kaybolmuş gibi hissediyordu. Parçalanan
bir oyuncağın bantla tekrardan birleştirilmiş hali gibiydi aslında. Bant olmasa
parçalanıp etrafa saçılacaktı ama onu saran o bant vardı. Parçalanmayı istediği
zamanlar bolca oluyordu ama. Böyle zamanlarda geriye bir parçanın kalıp
kalmayacağını da merak ediyordu. Acaba içinde bir “ben”in kalıp kalmadığı hayata
en büyük sorusuydu onun ve hayat ona asla cevap vermiyordu.
Mahallesinden uzaklaştıkça
tanıdığı insanların sayısı azaldı. Böyle olduğu zamanlarda yabancıların yanında
taktığı yüzünü kullanırdı. Daha sert ve umursamaz olurdu kimsenin ona
yaklaşmaması için. Görünmezlik
pelerinine sahip olmayı çok isterdi mesela. Sokaklarda yürürken kimsenin onu
görmemesi, bilmemesi en büyük hayaliydi. Belki bu şekilde daha az yanardı canı.
Şehrin dışına doğru yürürken sanki her yüzü farklı bir şey düşünüyordu. Ve bu
çok seslilik onu deliliğin sınırına bir adım daha yaklaştırıyordu.
…
Bu esnada şehrin
dışındaki ormanda bir kız parmaklarıyla toprağı kazıyordu. Tırnaklarının arası
toprakla dolmuş, parmakları kanamıştı. Bir taraftan da ağlıyordu. Eğer onu
gören birisi olsaydı gözyaşlarının düştüğü yerlerde çiçeklerin büyüdüğü
söylerdi. Ancak o bundan haberdar değildi. Gözyaşlarının düştüğü topraktan
beslenen ağacın yapraklarının rengi de aynı şekilde koyulaşıyordu ama o bunun
da farkında değildi. Dizlerinin üzerine çöküp ağlayan bir şekilde kazmakla
meşguldü toprağı.
Başka hiçbir şey umurunda
değildi sanki. Kendi kendine konuşuyordu bu sırada “neden hep böyle oluyor? Neden
hep yaralanıyorum ben? Neden hep parçalıyorlar umutlarımı? Artık bitsin
istiyorum. Daha fazla umut etmemek istiyorum. Sıkıldım artık her şeyden. Daha fazla
devam etmemek istiyorum.” Saatlerce kazdı toprağı. Parmakları kana bulandı ama
bunu önemsemedi. Önemsediği tek bir şey vardı orada ve onu kendisine bile
söyleyemiyordu. Neden kırılmıştı ki o bu kadar? Neden parçalara bölmüşlerdi
onu? Neden ağlıyordu? Cevap veremediği sorulardı bunlar hatta cevaplara
yaklaşmamıştı bile.
Bir an için durdu ve
dizlerinin üzerine oturdu. Derin bir nefes aldı sonra ve bir süre boyunca geri
vermedi. Tekrardan derin bir nefes aldı ve aynı şeyi yaptı. Ne yaptığını
tekrardan düşünmek istiyordu o zamanda. Biliyordu ki geri dönüşü olmayacaktı.
Her ne kadar kendine emin olduğu söylese de içinde ona katılmayan bir parça
daha vardı ve onu dinlemek istemişti. Çok anlamı olmayan bir zamandaydı çünkü
içindeki ses ona ne söylerse söylesin toprağı kazmaya devam edecekti. Parmakları
toprağın derinliklerine battı ve tekrar.
…
“Orada ne yapıyorsun sen?”
dedi adam kıza doğru yürürken. Toprağı kazdığını görmüş ve aklına geçmişi
gelmişti. “Hey sen, ne yapıyorsun orada” dediği sırada kız ona doğru dönüp utangaç
bir ifade ile “hiçbir şey sadece bir eşyamı gömecektim” dedi. Adam bir an
geçmişine gidip o ormanda geçirdiği zamanı hatırladı. Toprağı parmaklarıyla
nasıl kazdığını, ellerinin nasıl parçalandığını düşündü. Kızın gözlerinin içine
baktığında çok tanıdık olduğu bir duyguyu gördü orada. O duygunun adı
çaresizlikti ve kız son çaresini deniyordu.
“Ne yaptığını biliyorum”
dedi adam. Bunun üzerine kız biraz geriye doğru çekildi, korktu. Ne yaptığının
anlaşılabilecek olmasından korkuyordu aslında. Özellikle başka birisi
tarafından ve başka bir korkusu da durdurulacak olmasıydı. Başka bir gün bu
cesareti kendinde bulamayabilirdi. Bu yüzden orada bitmeliydi her şey.
“Kalbini söküp toprağa
gömmen hiçbir işe yaramayacak” dedi adam “seneler önce yaptım ben ve inan
hiçbir şey olmadı.” Adamın sözleri üzerine kız bir an boyunca onun nereden
bildiğini düşündü. Nereden bilebilirdi ki içinden geçenleri. Ne söyleyeceğini
düşündüğü sırada adam konuşmaya devam etti “umutların kalmıyor geriye. Amaçların
kayboluyor. Başıboş bir rüzgârda esen bir yaprak gibi oluyorsun sonra. Bana
baksana kim olduğumu bilmiyorum. Binlerce farklı yüzüm var ve kalbimi gömmek
hayatımın en büyük hatasıydı. Şu halime bir bak seneler sonra gelip onu
çıkarmayı düşünüyorum. O acizim ki!”
Bir an durdu kız ne
söyleyeceğini düşündü sonra adamın cümlelerini hesapladı. Bildiği tüm matematik
kurallarını uyguladı mesela onların üzerinde. Oldukça uzun bir sessizliğin
ardından yanağından yere bir damla yaş daha düştü “peki söyle ne yapmalıyım? Açıkça
söyle başka yapacak bir şey var mı?”
“Yaptığın bir çare değil.
Hiçbir yaranı da kapatmayacak. Dayanmalısın ve güzel günlerin geleceğine
inanmalısın. Kalbin olmadan yaşayamazsın ki. Bana bak nefes alıyorum sadece
başka hiçbir şey yaptığım yok. Sadece havayı kirletiyorum. Eğer benim gibi
olmak istiyorsan durma hiç” adam cümlesini bitirdiğinde kız ayağa kalkıp elinin
dışıyla gözlerindeki yaşları sildiği sırada “sonra ne olacak?” diye sordu.
Adam “hadi gel elini
yıkayalım ve sonra biraz konuşuruz seninle” dediği sırada toprağa gömdüğü kalbi
yerinden çıkarak tekrardan ona geldi. Tekrardan kalbinin attığını hissetmek mükemmel
bir duyguydu onun için. Hayatı tekrardan anlam kazanmıştı. Kızın gözlerinin
içine baktı “ellerini yıkadıktan sonra bir doktora gidelim istersen. Merhem
falan verir çünkü biliyorum o yaralar kolay iyileşmeyecek” ve konuşurken
gülümsedi. Çok uzun zamandan beri gülümsememişti hiç. Birlikte ormanın dışına
doğru yürüdüler, ikisi de gülümsüyordu.
Ve aşk asla
gerçekleşmeyecek bir ihtimalin gelip elinden tutmasıydı.
Resim: Karol Bak
Not: Tüm kadınların Dünya Kadınlar Gününü kutlarım. Onların hiç ağlamadıkları bir dünya istiyorum aslında ben. Onlar ağlamadıkları zaman bu dünyanın çok daha güzel olacağını çok iyi biliyorum. Onların yüzlerindeki gülümsemelerle güzelleşecek hayat. Hak ettikleri değeri bulabilecekleri bir dünya umuduyla.
1 Yorumlar