Rüya alemi - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

20 Şubat 2013 Çarşamba

Rüya alemi


O gün güneşin neden göründüğünü kimse sorgulamadı veya önceki gece yıldızların nereye gittiğini. Kimse gökyüzün renginin değiştiğinin farkında varmadı. Eğer birisi sebepleri sorgulasaydı onları kolaylıkla öğrenebilirdi. Binaların neden yamuk olduğu veya her yerin neden bu kadar yakın olduğu da kolaylıkla anlaşılabilirdi. Birisi sokakta yürürken onlarca yıl önce ölen bir arkadaşını görmesi de aynı sebeptendi. Köşe başlarında saklanan yaratıkların çokluğu da bu yüzdendi. Kimse bilmese de onlar rüya diyarındaydı.

Herkes gördüğü rüyaların kendi zihninde olup bittiğini sanırdı. Gördüğü her şey beyninin onlara oyunlarıydı. Böyle düşünen insanlar bir rüya diyarının varlığından habersizdi. Bunun en temel sebebi rüya dünyasının kurallarının tamamen farklı olmasıydı. Var oluş boyutunda eğri bir yapısı vardı o diyarın. Mesafe kavramı yoktu orada. Yan yana iki evin arasında dünyalar saklanabilirdi. Bazense o kadar yakın olurdu ki rüyalar birbirlerinin içinden geçerdi. İnsanlar birbirlerini uzaktan görür ama asla fark etmezdi. Bunun en temel sebebi ise o insanların gerçekte farklı şehirlerde veya farklı ülkelerde yaşamasıydı.

Aynı anda tüm mevsimler yaşanırdı orada. Her ay ve her gün yine zamanda yaşanırdı. Bir adın atınca Nisan’ın yirmi üçünden Eylül’ün on dördüne kolaylıkla geçilebilirdi. Havada güneş varken kar yağabilirdi bu sebepten ötürü. Rüyalar diyarının mantığını anlayabilmek bu yüzden imkânsızdı. Ona alışan insanlar vardı. Onlar rüya âleminin içinde daha rahat hareket edebiliyorlardı. Ve bir de onun içinde istediği gibi dolaşabilen birisi vardı.

Çok katlı bir binanın içindeydi adam. Merdivenlerden yukarıya çıkıyordu. Lambaların bir bölümü yanmıyordu. İnsanın titremesine neden olacak kadar soğuktu. Kapıların arkasından kötü kahkahalar duyuluyordu. Kahkahalara çığlıklar eşlik ediyordu. Bazı kapılar kapanıyor ve tekrar açılıyordu. Gölgelerin içinde bekleyen yaratıklar vardı ve annesini arayan kaybolmuş bir çocuk.

Çocuk hızlı adımlarla merdivenlerden yukarıya doğru çıkıyordu. Bu esnada yanaklarından süzülen yaşlar yere düşüyor ve gözyaşlarının düştüğü zemin parçalanmaya benziyordu. Bir süre boyunca çocuğun rüyasını inceledi. Rüyanın hammaddelerini ölçtü. Annesine ulaşmaya çalıştığına göre annesi uzaklara gitmişti ve ona nasıl ulaşacağını bilmiyordu. Sürekli engellerin çıkması ise onu annesi ile görüştürmeyen birisinin varlığını haber veriyordu. Çocuğa yardım etmesi gerekiyordu.

Önce çocuğun yanına gidip “merak etme annen iki kat üstte seni bekliyor” dedi. Daha sonra kılıcını çıkarıp gölgelerde saklanan birkaç yaratığa sapladı. Çocuktan birkaç adım önde gidip onun yolunu temizledi. Kılıcıyla yaratıkların boğazını kesti, soluk alarak havayı kirletmelerine izin vermedi. Çocuğa yardım ettikçe yüzünde bir mutluluk oluşmaya başlamıştı. Çocuk annesinin olduğu kata vardığında uyandı ve o başka bir rüyaya geçti.

Gri renkli bir şehirdeydi. Şehir düz sokaklardan oluşuyordu. Hiçbir binanın ne kapısı ne de penceresi vardı. Siyah renkli bir yağmur yağıyordu. Ve şehrin tam orta yerinde bir adam çığlıklar içinde koşuyordu. Onu inceledikçe karşısına çıkan her sokakta yön değiştirdiğini fark etti. Etrafında sürekli bir işaret arıyordu. Sanki o işareti görmediği sürece eksik kalacaktı ve ilginçtir ki hayatı o işareti bulmasına bağlıydı.

Adam kaybolmuştu hiç bilmediği bir şehirde. Nereye gideceğini veya nasıl gideceğini bilmiyordu. Yanından geçtiği her bina, yürüdüğü her sokak bir diğerinin aynısıydı. Şimdi rüyayı inceleme vaktiydi. En büyük korkusu kaybolmaktı onun. Bu yüzden sürekli olarak kaybolduğunu görüyordu rüyalarında. Ona yol göstermesi gerekiyordu. Bunun için ileriye onun yoluna bir yön levhası astı. Rüyasındaki dışarıdan müdahaleyi fark edememesi için biraz daha ileriye bir tane daha astı ve daha ileriye başka bir tane. Onun emek vermesi gerekiyordu. Çabalamak istiyordu. Adamın yolu açık bir kapı ile kesiştiğinde onun uyanma vaktiydi. En azından uzun zaman sonra mutlu uyanacak diye düşündü ve başka bir rüyaya doğru yola çıktı.

Eksik bir evin içerisindeydi. Evin içerisinde dolaştıkça her şeyin yarım olduğu fark etti. Yarım bir koltuk, yarım bir masa veya yarım resimler. O evin bir parçası eksikti. Eşyaları incelediğinde onların kesilmiş olduğunu gördü. Demek ki birisi onların diğer yarısını çalmıştı. İlginç bir rüya diye düşündü ve biraz daha incelemeye karar verdi.

Koridorda yürüdüğünde orta yaşlı bir adamın tahta bir kapıyı yumrukladığını fark etti. Adam tüm gücüyle kapıya vuruyordu. Elinin derisi parçalanmıştı artık. Parmaklarından akan kan kapının üzerinde bordo izler bırakmıştı. “Lütfen aç şu kapıyı, gerçeği öğrenmek istiyorum. Başka birisi mi var?” kapıyı yumruklayan adam gözyaşları içinde bağırıyordu. Karısının onu aldattığından şüpheleniyordu ve bu yüzden evinin yarısı yoktu. Kapının kapalı olması gerçeği öğrenemediğini gösteriyordu. Adamın yanına yaklaşıp ayaklarının altına kapının anahtarını bıraktı. Bir süre sonra adam kapıyı açıp içeriye girdi. Uyandığında üzgün olacaktı ve gerçeği bilmek onun hakkıydı.

Rüyaların arasında gezmeye başladı. Bir süre boyunca gördüğü hiçbir rüya onun ilgisini çekmedi. Hepsi çok sıkıcıydı. Kâbuslar gören bir çocuğun rüyasında birkaç yaratık daha öldürdü. Daha sonra ağlayan yalnız bir kıza mendil verdi. Birisinin onunla ilgilenmesini istiyordu hep. Başka rüyalardan geçti ve sonra başkalarından. Canı sıkılan bir çocuğu oyun parkına götürdü, birkaç yaratık daha öldürdü. Kavga eden bir çifti barıştırdı. O rüyaları değiştirebiliyordu ve onu gören kimse onu unutamıyordu. Eğer gerçek hayatta da karşılaşsalar hepsi hatırlardı onu ama gerçek dünyada yaşamıyordu o.

Rüyalar arasında dolaştıktan sonra mutlu bir rüyaya gidip bir süre boyunca oturdu. Gökyüzüne renklerini kendisi seçtiği bir gökkuşağı yaptı. Ayağa kalkıp biraz daha dolaştı. Onun göreviydi rüyaları dolaşmak, onlara şekil vermek. Başlangıçta rüya görmek için uyku ilaçları alıyordu. Daha sonra aldığı ilaçların miktarını arttırdı. Bu esnada rüyalar arasında yolculuk yapmayı öğrendi. Rüyalara şekil vermeye başladığında bir daha uyanamadı. Herhangi bir yerde her hangi bir evde uyuyordu o ve nerede olduğunu kimse bilmiyordu.

Bir sonraki rüyada siyah saçlı bir kız vardı. Parmaklıklarla çevrili bir zindandaydı kız. Kendinin dünyadaki en yalnız insan olduğunu düşünüyordu o. Duvara kelepçelerle bağlanmıştı. Karşısında bir tane ayna vardı ve sürekli kendisine bakıyordu. Suçluluk aynasıydı o. Ona bakanlar sürekli olarak kendisini suçlardı. İçtiği bir kap su vardı ama o su gözyaşından yapılmıştı. Onu içtikçe ağlıyordu hep. Bu yüzden uyandığında gözlerinin kenarları ıslaktı. Kelepçeleri pişmanlıktan yapılmıştı ve onun etini çürütüyordu. Zincirleri ise saç tellerinden örülmüştü. O kızın gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Elinin bir hareketiyle ayna paramparça oldu. Parmağını şaklattığında zincirler parçalandı. Tam kelepçeleri yok etmek üzereydi ki kız uyandı.

Başka rüyaya gitmek istemedi. Kız çok güzeldi ve onu bir kez daha görmeliydi. Kızın tekrardan geri gelmesini bekledi ve bir süre sonra onu tekrardan gördü. Zincirleri tekrar bağlanmıştı ve kelepçeleri duruyordu. Elinin bir hareketi ile ikisini de yok etti. Daha sonra kapıyı açtı ve içeriye girdi tam bu esnada kız uyandı. Adam beklemeye devam etti kız geri geldi tekrardan kelepçeleri parçaladı. Kız tekrar geldi ve tekrar gitti. Kaç döngü boyunca orada kaldığını bilemedi. En son kız tekrar geldiğinde artık zincirler yoktu ve kapıyı açıp kıza doğru yürüdü. Kıza doğru yürürken bir anda başını çevirip ona doğru baktı. Normalde onu görmemesi gerekiyordu. Görünmez bir elbise giymişti üzerine ama kız yine de onu görmüştü.

“Teşekkür ederim” dedi kız “benim için yaptığın her şey için.” “Bir şey yapmadım ki senin için” dediğinde kız “nefes almamı sağlıyorsun. Daha ne yapacaksın ki” dedi. Kız ona doğru bir adım attığı sırada uyandı. Bir sonraki rüyada ona kim olduğunu sordu. Kim olduğunu hatırlamıyordu. Nerede yaşadığını sordu ama nerede yaşadığını hatırlamıyordu. Çok uzun zaman dünyaya dönmemişti ve unutmuştu her şeyi. Kıza yaşadıklarının hepsini anlattı, “uyanamıyorum” dedi.

Bu arada kız tekrar ve tekrar uyandı. Adam ise daha fazla bekledi onu. Kızın gözlerindeki hüzne âşık olmuştu. O konuşurken hayatı boyunca duyduğu en güzel müziği dinlediğini zannediyordu. Daha sonra kıza hatırasında kalan görüntüleri anlattı. Bir evden bahsetti, büyük bir çınar ağacından ve kırmızı renkli bir gökdelenden. Apartmanın numarasını hatırladı daha sonra ama dairesini bilmedi.

Kız ona “seni bulacağım ve o zaman uyanacaksın” demişti. Çok garipti. Sadece birkaç tane zincir kırmış ve onu kelepçelerden kurtarmıştı. Hiç alışık değildi bu kadar ilgiye. Onun sessizliğinde tek bir kelime olsa yeterdi veya gözlerinde saklanmış galaksilerde küçük bir meteor olsa başka bir şey istemezdi. Saçlarına yapışan tek bir toz tanesi olmak için her şeyini verirdi. Aslında dünyaya dönüp kızı bulması gerekiyordu onun ama yapamıyordu. Dünyayı unutalı çok zaman olmuştu. Çok daha güzeldi yaşamdan. Sonra o kız çıkıp geri dönmeye ikna etmişti onu. Yapamayacaklarının varlığı onu çok rahatsız ediyordu. Hayatı boyunca mutlu olmayı istediği tek bir an vardı ve o andan bir adım uzaktaydı şimdi. Kız ona öyle bir büyü yapmıştı ki tekrardan yaşamayı istiyordu.

Defalarca kez gördü kızı. Defalarca kez konuştular. Komik bir şekilde sadece rüyalarında bulabiliyorlardı. Bir gün kız ona “uyan” dedi “uyan artık. Nerede yaşadığını buldum. Şu anda hemen yanında yatıyorum. Elini tutuyorum, sana sarıldım ama sen beni hissetmiyorsun. Lütfen artık uyan.” Kız konuşurken ağlıyordu. Onun gözyaşları adamın düşünce nefes alış verişi hızlandı. “Lütfen bana gel” diye tekrarladı kız adam ona sarıldı. Beraberce aynı şarkıda ağladılar.
Daha sonra rüya diyarındaki tüm ışıklar söndü. Işıklar tekrardan açıldığında adam bir yatakta yatıyordu ve kız ona sarılmıştı.

Ve aşk onun için her şeyden vazgeçmekti.

Resim: Vincent van Gogh

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar