Banner

Kimsesiz


Soğuk bir kış günüydü. Bulutlar gökyüzünü bir süreliğine terk etmiş insanların mavi gökyüzünü görmesine fırsat tanımıştı. Güneş ışınları düştüğü yerleri ısıtamıyordu ama. Bu sebeple insanlar kalın giyinmişti. Herkes kabanlarının arkasına saklanıp, güneşin sahte ışığıyla ısınmaya çabalıyordu. Kış mevsimin tam orta yerindeydiler. Sokaklarda geçen günlerde yağan karın izlerine rastlanmak mümkündü. Çocuklar hala onunla oyunlar dolayı. Özledikleri bir zamandan geçiyorlardı.

İnsanlar sönük bir güneşin altında yaşamlarına devam ederken şehrin sınırlarından içeriye doğru bir adam yürüyordu. İnsanlar başka işlerle uğraşmayla o kadar meşguldü ki onu görmemişlerdi bile. Görülmemeyi daha fazla seviyordu ama o. Bu sebeple binaların gölgeleri altından yürürdü hep. Arka sokaklarda dolaşırdı. Başkalarının onu fark etmesini istemiyordu.  Hatta yapabilse görünmez olmayı tercih ederdi. Sokaklarda sessizce geçip hiçbir iz bırakmadan gitmek isterdi.

O şehirdeki ilk günüydü hatta ilk adımlarıydı. Bu ilk adımların bir heyecanı vardı. Her şehrin bir bilinmezliği de vardı. O belirsizliği seviyordu aslında. Her sokaktan geçerken nelerle karşılaşacağını merak ediyordu. Bu yüzden şehirdeki tüm sokakları gezerdi o. Yapabilse tüm binalara girmek isterdi. Her yerde oturmak isterdi mesela. Geçtiği yerlerin geçmişini merak ederdi hep, öğrenmek isterdi yaşanmışlıkları.

Şehrin ana caddesinde ilerlemeye devam ederken şehrin mimarisini inceliyordu. Binaların yapısı insanlar hakkında ipuçları verirdi. Aynı zamanda yanından geçtiği insanları da inceliyordu. İnsanlar da şehirdeki yaşantıya dair ipuçları verirdi. Ne kadar fazla insan çeşidi varsa o kadar farklı olurdu o şehir. Herkes ne kadar birbirine benzerse o kadar da aynı olurdu şehir.

Bu sebeple ağır adımlarla ilerliyordu. Aslında yorulmuştu yürümekten. Haftalardır dinlenmeksizin yürüyordu. Biraz dinlenmesi gerektiğini fark edince alçak duvarlardan birisinin üzerine oturdu. Çantasını kucağına alıp açtı ve içinden bir parça ekmek çıkardı. Ekmek bayatlamıştı ama önemsemedi. Sonuçta yemek yemesi gerekiyordu ve ne yediğinin önemi yoktu.

Duvarın üstünde oturup bir parça kuru ekmek yerken başkaları onu fark etmeye başladı. İnsanlar onu fark ettiği zaman küçümser, üzüntülü bakışlarda ortaya çıkardı. Başkalarına göre sokaklarda yaşayan bir evsizdi o. Elbiseleri parçalanmıştı, sakalı uzamıştı, saçları taranmamıştı. Hatta uzun zamandır yıkanmamıştı büyük ihtimalle. İnsanlar onun evsiz olduğu düşünmekte haklıydı. Sokaklarda yaşardı ama bilmedikleri bir şey vardı. O da sokakları isteyerek seçtiğiydi.

Yıllar önce terk etmişti doğduğu şehri. Başka bir tanesine gitmişti ve oradan da başka bir tanesine. Şehirler arasında dolaşmıştı hep. Hiçbir şehirde uzun süre kalmamıştı. Hiçbir yere ait olamamıştı.

Ülkesindeki tüm şehirleri gezmişti ilk önce. Evini terk ettiğinde yanına hiçbir şey almamıştı. Bir tane gitarı vardı ve birkaç elbisesi. Gittiği yerlerde müzik çalıp para kazanırdı. Sonrasında başka bir yere giderdi. Yıllardır durmaksızın yürüyordu o. Sokaklarda yatıyordu. Hiçbir önemi yoktu ama bunların. Ait değildi hiçbir yere ve ait olduğu yeri bulana kadar dolaşmaya karar vermişti.

Ülkesinden çıktığı zaman başka ülkelere düşmüştü yolu. Onlarında şehirlerini gezmişti hep bir tek sokak bile atlamadan. Evim diyebileceği bir yer olmalıydı onun. Herkes bir yere aitti sonuçta ve onunda huzur içinde uyuyabilecek bir yeri olmalıydı. Hayatında istediği tek şey orayı bulmaktı. Bu sebeple yürüyordu zaten. Bir şehirde uzun süre kalsa duvarlar üzerine doğru gelmeye başlardı. Daha sonra tüm duvarlar yıkılacakmış gibi hissederdi. Onlar yıkılıp enkazlarının altında kalacakmış gibi gelirdi ona.

Geçtiği şehirlerde yüz binlerce insanla tanışmıştı. Ancak onların hiçbiri daha uzun süre kalmasına ikna edememişti. Gitmişti tüm insanlardan, terk etmişti tüm ilişkileri. Kocaman bir dünyada bir garip gezgindi o. Bozuk pusulası vardı. Ona baktığında kuzey hangi tarafta kalıyorsa o yönden devam ederdi yürümeye. Yeni bir ülkede yeni bir şehirdeydi ve orada fazla kalacağını düşünmüyordu. İçindeki bir ses ona “devam et” derdi hep. Eğer bir gün o ses susarsa oraya yerleşmeyi kararlaştırmıştı. O şehre adımını attığı anda içindeki ses “devam et” demeyi sürdürmüştü.

Duvarın üzerinde bir süre boyunca dinlendikten sonra yürümeye devam etti. Sokaklardan geçti, yanından geçtiği insanlar ona acıyarak baktı. O da aynı şekilde karşılık verdi. Acıyordu insanlara. Asla özgür olamayacaktı onlar, asla istediklerini yapamayacaktı. Hep başkaları tarafından belirlenmiş kurallara göre hareket edeceklerdi ve hiçbiri yüreğinin onu nereye götürmek istediğini öğrenemeyecekti.

İşlek bir cadde bulduğu zaman gitarını çıkartıp şarkı söylemeye başladı. Birçok dil öğrenmişti yolculukları sırasında ve birçok şarkı. O şarkılar söyledi birçoğunu insanlar bilmiyordu. Bazıları kalıp dinledi. Bazıları o lisanı biliyordu ve gülümseyerek karşılık verdi. Cömert insanlar vardı etrafında güzel para kazandı. Gösterisini bitirdiğinde insanlar alkışladı onu. Güzel bir duyguydu bu. Daha sonra kazandığı paralarla yiyecek bir şey aldı, çantasına attı ve yürümeye devam etti.

Sahil boyunca yürüyordu. Bir taraftan da denizi seyrediyordu. Ekmeğinden parçalar kopartıp martılara attı. Birkaç kediyi besledi. İnsanların yanından geçerken onları seyretti. Herkes ne kadar da düşünceliydi. Onların akıllarından geçen konuların neler olduğunu merak etti. Acaba içlerinde farklı düşünen birisi var mıydı diye sordu kendine. Gülümsedi ve yürümeye devam etti.

Biraz daha yürüdükten sonra bankın üzerinde oturan bir kız gördü. Direklerini bacaklarına dayamış avuç içleri ile gözlerini kapatmıştı. Siyah saçları ile yüzünü gizliyor, saklanmaya çalışıyordu. Bir süre boyunca izledi onu, o hep ağladı. Daha sonra yanına gitmeye karar verdi ve tam karşısında durdu. Cebinden beyaz bir mendil çıkartıp kıza doğru uzattı. Kız adam yanına geldiği sırada başını kaldırıp ona bakmıştı. O an adam kızın gözlerini gördü. Ağlamaktan kızarmış gözleri ile ona doğru bakıyordu. Gözyaşları yanaklarını tamamen ıslatmıştı. Kendini mutsuz olarak adlandırdığı için utandı kendinden.

“Lütfen alın bunu” adam mendili kıza doğru uzatırken kız “teşekkür ederim” dedi ve gözlerini sildi. Şimdi en azından yüzü ıslak değildi ama gözyaşlarının izleri görülebiliyordu. “Çok teşekkür ederim” diye tekrarladı kız. Artık ağlamıyordu “mendilinizi kirlettim ama.” Bir utanmışlık vardı kızın üzerinde mendili adama doğru uzatırken. “Hiç önemi yok. İsterseniz sizde kalabilir” adam elini sallayarak istemediğini belli etti.

Gülümsemek için yoğun bir çaba sarf etti kız. Adamla birbirlerine bakıyorlardı. Daha sonra utanarak başını yere doğru eğerek “çok teşekkür ederim” diye tekrarladı. Adam ise “rica ederim” dedi “yapabileceğin başka bir şey var mı acaba?” Kız tekrardan gülümsemeye zorladı kendini. Birisinin onunla ilgilenmesi garip bir duyguydu. Onun şehrinde kimse yapmazdı bunu ve “nereden geliyorsunuz?” diye sordu. Adam bu soruya verecek cevabının ne olduğunu merak ederek “uzun bir hikâyem vardır benim. Nereden geldiğimi bilmiyorum” dedi.

Kız ise yanındaki boş yeri işaret ederek oturmasını söyledi “hikâyenizi dinlemeyi çok isterim.” Adamın gözlerinin içine baktığı zaman bir farklılık görmüştü. Daha önce gördüğü kimseye benzemiyordu belki de bu yüzden ona yanına oturmasını söylemişti. Daha sonra adam öyküsünü anlatmaya başladı. Gezdiği şehirleri, ülkeleri anlattı. Daha ona şehirler hakkında sorular sordu, insanları anlatmasını istedi. Büyük bir merakla dinledi adamın hikâyesini.

Daha sonra “bir konuda fikrinizi sormak istiyorum sizin. Bunca yer gördünüz, bunca insan tanıdınız belki bana yardımcı olabilirsiniz” dediğinde adam “elbette” diyerek cevap verdi. Kız anlatmaya başladı “çok uzak bir diyarda etrafı duvarlarla çevrili bir ülke olsa mesela. O ülkede sadece bir kız yaşasa ismi de Hayal olsa. Duvarlar o kadar yüksek olsa ki kız dışarıya çıkamasa ama bunu çok istese. Ne zaman tırmanmayı denese duvardan aşağıya düşse, kırılsa kemikleri. O kız nasıl o ülkeden çıkabilir.” Kız anlatımını bitirdikten sonra gözleri yaşlarla doldu ve mendil ile silmeye başladı yaşlarını.

“Bence Hayalin sorunu kendisine güvenmemesinde yatıyor. Yoksa insanın tırmanamayacağı hiçbir duvar yoktur. Her engeli aşabilir insan. Belki sadece birisinin gelip ona adım atmasında yardımcı olması gerekiyordur. Şimdi gözlerini kapat ve söylediklerimi yap” adam cümlesini bitirince kız gözlerini kapattı ve onun konuşmasını bekledi. “Hayal’in o duvarın yanında olduğunu düşün. Tırmanmaya çalışsın ama yapamasın. Daha sonra duvarın arka tarafında bir ses duysun ve birisi duvara tırmansın. O tırmanan kişi duvarın en üstünde oturup ona doğru baksın ve aşağıya doğru ip atsın. İpe tutunup biraz tırmansın Hayal daha sonra ip kopsun ve o son anda duvara tutunsun. Bence Hayal oradan yukarıya kadar çıkabilir. Hadi aç gözlerini” adam anlatmasını bitirdikten sonra kız gözlerini açtı. Daha önce gözükmeyen bir kararlılık vardı göz bebeklerinde.

“Çok teşekkür ederim” dedi kız, artık ağlamıyordu. Adam “rica ederim ama şimdi benim gitmem gerekecek” dediğinde kız “bu şehirde de kalmayacaksın değil mi? Başka bir yere gideceksin, yine yürüyeceksin tüm yolları. Biraz daha kalsana. Biraz daha konuşalım seninle. Şehir dışında daha fazla yıldız görüyorsun değil mi? Bana onlardan bahset mesela” dedi yalvaran bir tonda. Kız konuşmasını bitirdiğinde adamın içindeki ses konuşmayı bıraktı. Artık ona gitmesi gerektiğini söyleyen ses yoktu. Kıza doğru baktı bir süre onun siyah gözlerini inceledi. Acaba kaç cümle saklıydı onun derinliklerinde? Acaba kaç başka neler gelmişti o Hayal’in başına? Daha sonra gülümsedi adam ve gökyüzündeki yıldızlardan bahsetmeye başladı.

Ve aşk onun gözlerine bakıp yeni bir sözlük yaratmaktı ne kadar sevdiğini anlatabilmek için.


Yorum Gönder

0 Yorumlar