İhtimaller tükendiğinde - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

19 Şubat 2013 Salı

İhtimaller tükendiğinde


Duvarları yumruklamaktan yorulmuştu adam. Kısılıp kaldığı o zindandan çıkmanın bir yolunu bulmalıydı. Yoksa tüketirdi kendini. Bir süre sonra kendi etini yemeye başlardı. Daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı. Bir çıkış yolu bulmalıydı hayatta. Yoksa tüm kemiklerini kıracak ve mutluluğu önemsiz bir son bekleyecekti.

Tüm umutlarını teker teker mezarlıklara gömdükten sonra yüreğinde açılan boşluğu hiçbir şeyle dolduramıyordu. O kadar büyük bir boşluktu ki evren bir gün yok olmak istese onun yüreğine gidebilirdi. Var olan en büyük kara delik onun içindeydi. Sahip olduğu her şeyi, hissettiği tüm duyguları yok ediyordu. Duyguların olmadığı bir hayat anlamsızdı. Anlamı olmayan bir hayat yaşamaya değmezdi.

Duvara yumruk attığı sağ elinin derisi soyulmuş kanamaya başlamıştı. Beyaz duvarında da kan lekeleri tasarıma tat katmıştı. Evin her tarafına yapmak lazım diye düşündü elini bir bezle sararken. Fazla kan kaybetmesinin bir anlamı yoktu sonuçta yine evi kendisi temizleyecekti. Bu yüzden bir süre koltuğunda oturdu, acı bir kahve içti. Belki acı kahve onu gördüğü kâbustan uyandırabilirdi. Belki eskiden rüya görüyordu ve gördüğü o rüyadan uyanmıştı. Belki onun hayatı yaşamı komik olmayan bir şakaydı ve hayat ona kahkahalarla gülmekteydi.

Koltuğun üzerinde oturmuş düşünmeye çabalarken düşüncelerindeki boşluğun büyüklüğü karşısında hayrete düştü. Zihninde iki kelime yan yana gelmiyordu cümle kurmak bir yana. Bu yüzden boş gözlerle duvarı seyrediyordu. Bir akvaryum almayı düşündü en azından renkli balıkları seyrederdi. Ancak akvaryum alsa balıkların fazla yaşamayacağını çok iyi biliyordu. Kendine bakmayı beceremezken başka bir canlı ile nasıl uğraşabilirdi ki?

Günler sonra evden çıkmaya karar verdiğinde amacı biraz uzaklaşmaktı sadece. Farklı olayların beklentisine girmekten çok uzaktaydı. Hayat hep aynıydı, her gün bir diğerinin tekrarıydı. Aynı günü yeniden yaşamaktan ibaretti her şey. Daha doğrusu birkaç farklı gün vardı ve onlar sonsuz bir döngü içerisinde hareket ederlerdi. Başkaları için belki daha fazla sayıda gün vardı. Ancak onun için o sayı birden daha büyük değildi. Bu yüzden nerede olursa olsun, nereye giderse gitsin değişmezdi yaşadıkları. Belki yaşadıkları bir parça değişebilirdi ama hissettikleri hep aynı kalıyordu.

Evden çıkmadan önce aynaya baktı ve kendinden nefret etti. Acaba kaç ay önce tıraş olmuş, en son ne zaman saçlarını taramıştı? Bu yüzden aynaları da sevmezdi, kendine hiç tahammülü kalmamıştı. Kendini boğmak için bir kaşık suya ihtiyacı kısa bir süre önce yok olmuştu. Belki ölçeklendirebilmek için bir kaşığa ihtiyacı olabilirdi ama bundan da emin değildi.

Evden çıktıktan sonra nereye gitmesi gerektiğini düşündü. Şehrin sokaklarında dolaşmak istemiyordu. Şehrin dışına da çıkmak istemiyordu. O an bulunduğu yerde sonsuza kadar durmak istiyordu. Birisi gelip onu balmumu ile kaplayıp bir heykele dönüştürse oldukça memnun olurdu. Şehrin sokaklarında dolaşırken şehirden de nefret ettiğini fark etti. Yüzünde sahte bir gülümsemeyle yanından geçen insanlardan da nefret ediyordu. Bu sebeple uzaklaşması gerektiğini anladı.

Şehrin biraz dışında eskiden gittiği bir park vardı. Daha doğrusu bir tepeydi orası. Bir taraftan şehre yüksekten bakarken diğer tarafta yemyeşil çimler görülürdü. Güney yönünde ise deniz gözükürdü. Orayı çok severdi, ne zaman mutsuz hissetse oraya gider ve kendini değil doğayı dinlerdi. Doğa ona çok fazla şey anlatırdı. Kuşlar şarkılar söyler, bulutlara bakıp hayvanat bahçesini ziyaret ederdi. Hem orada fazla insan olmazdı ki o anda en çok ihtiyacı olan şeydi.

Parka doğru giderken gökyüzü ile aynı renkte bir uçan balon aldı. Onu serbest bırakıp yükselmesini seyredecekti. Rüzgârla beraber yaptığı yolculuğa gıpta edecekti daha sonra. Parka vardığında biraz dolaştı. Köklerinin üzerine oturduğu ağaçların yanından geçti. Yalnızlığını kazıdığı çınarlara gülümsedi. Kazıyacak bir sevgisi olmadığı için o da hep hüznünü aktarmıştı ağaç gövdelerine. Daha sonra balonunun ipini sıkıca tuttu. Vedalaşması gerekiyordu onunla. Belki yüzlerce başka balon olsa onlarla beraber uçabilirdi. Belki bir gün bunu deneyebilirdi.

Onun bir umuda ihtiyacı vardı. Soluk alması için nedenleri olmalıydı. Yoksa tutardı nefesini, bir daha hiç almaz ve bayılırdı. Umudu bulamazdı insan sonuçta pazarda satılmıyordu o. Hoş sattığını iddia edenler vardı fakat şehirde yalan satmak artık bir meziyet sayılmıyordu. Bir fikir geldi aklına. İhtimalleri hesaplayınca çıkan sonucun imkânsızdan milyarda bir daha imkânlı olduğunu görünce yapmaya karar verdi. Bir mektup yazacaktı ve onu balonuna bağlayacaktı. Sonra balonu serbest bırakıp o mektubun gitmesi gereken yere gitmesini bekleyecekti Milyarda bir oranında bir ihtimal bile başka bir günü beklemek için yeterli olacaktı onun için. Mektubu yazıp balonuna bağladı ve sonra onu serbest bıraktı. Balonun ondan uzaklaşması seyretti daha sonra. Milyarda birlik bir ihtimal yeterli olmalıydı.

Balon yolculuğuna devam etti. Sokaklardan geçti, sürekli yön değiştirdi. Nereye gitmesi gerektiği belli değildi. O mektubun kimse yazıldığı bilinmiyordu. Milyarda birden daha büyük bir ihtimal vardı ve belki doğru yere gider ve doğru insana ulaşırdı. Doğru insanın kim olduğu da bilinmiyordu. Balonu küçük bir çocuk buldu. Mektubu açtı ama okuma bilmediği için evlerinin önünden geçen bir kıza okutmak istedi.

Küçük çocuk balonu uzattığında kızın yüzünde bir gülümseme belirdi. Havada uçan bir balonla gelen bir mektup ilgisini çekmişti ve okumaya başladı “Yaptıklarıma bir bak. Sana mektup yazıyorum. Kim olduğunu, nerede olduğunu bilmeden yazıyorum hatta. Belki sana ulaşır diye umut ediyorum. Hayatım boyunca hep seni aradım ben. Bu yüzden hep kayboldum. Sensiz bir ömür yaşamak istemiyorum. Ancak cümlemin içindeki belkinin ihtimali o kadar zayıf ki başka bir kelime kullanmam gerekiyor ama o kelimeyi bilmiyorum. Bu mektubun sana ulaştığını düşünmek istiyorum ve bu mektubu okurken kendini tanımanı. Tabi diyebilirsin ki beni hiç anlatmadın ki nasıl tanıyacağım kendimi. Bu yüzden biraz senden bahsetmek istiyorum. Gözbebeklerinin içinde saklı kocaman bir evren var mesela senin. Bir gün onlara bakabilirsem eğer başka galaksiler görebilirim mesela. Başka gezegenler vardır ve her birini keşfetmeyi isterim. Siyah saçlarından bir keman yapılabilir mesela. O keman şimdiye kadar yapılmış en güzel keman olur. Kokun tüm gülleri kıskandırmaya yeter mesela. Belki insan olmaması gereken bir melektin sen. Ancak kazara insan oldun ve sonra hep üzüldün. Bazı güller hüzün kokar bilir misin? Onlar gibisin sende. Hiç kimse seni anlayamadı biliyorum. Yapayalnızsın ve üzgünsün. O kadar çok kırıldı ki hayallerin, hayal kurmayı unuttun biliyorum. Kimseye güvenemiyorsun. İpekten bir koza ördün kendine ama kelebek olamayacağını düşünüyorsun. Sonra bende kalıp sana mektup yazıyorum. Söylediğim gibi bu mektubun sana ulaşma ihtimali yok denecek kadar az. Yine yazıyorum ama çünkü bir umuda ihtiyacım var. O umut olmadan ben yaşayamam. Dikkat et kendine ve seni hep bekleyeceğimi unutma. Asla vazgeçmeyeceğim senden.”

Kız mektubu okuduktan sonra bir süre boyunca nefes alamadı. Tekrar ve tekrar okudu. Gökyüzünden uçarak gelen bir mektubun onu anlatması ne kadar düşük bir ihtimaldi. Sanki birisi gelip onu yıllarca tanıdıktan sonra beş farklı cümle ile anlatmak istemişti. Tamamen yabancı bir insanın bilmesi çok farklı hissettirmişti. Mektubun üst tarafında bir yazıyordu. İkinci bir mektup olmalıydı belki. Bir kâğıt aldı ve onun üzerine iki yazdı. Daha sonra kendi çocukluğuna bir mektup yazmaya karar verdi. Onu ne kadar özlediğinden bahsetti ve sonra balona bağlayıp rüzgâra bıraktı.

Balon önce yaşlı bir adama ulaştı. Kızın mektubunu okurken geçmişini hatırladı. Daha sonra vefat eden eşine bir mektup yazıp gökyüzüne gönderdi. O mektubu yeni sevgili olan bir çift buldu. Başka bir çifte tavsiyeler yazdılar. Onların mektubu ilkokula giden bir çocuğa ulaştı. Ayda yaşamak istediğini anlattı çocuk. Mektup yalnız bir adama ulaştığında o da yalnızlığı anlattı cümlelerinde. Şiirler yazıldı daha sonra, resimler yapıldı ve en sonunda tekrardan kıza ulaştı.

Kız balonu aldığında tamamen başka bir yerdeydi. Aceleci bir şekilde mektubu açtı ve okumaya başladı. Birisi umutsuzluğundan bahsetmişti. Bu esnada gözü sayfanın üstündeki sayıya takıldı “153” yazıyordu. O balon tam yüz elli üç insanın arasında bir bağ olmuştu. Çok farklı bir duyguydu. Dünya ne kadar da küçük diye düşündü o an. İmkansız ne kadar imkânlı. Daha sonra başka bir mektup yazmaya başladı “Düşünsene 153 kişiye ulaştı bu balon. Onların arasında bir aracı oldu ve şimdi tekrardan bana geldi. İlk mektubunu okurken bana yazılmış olduğunu düşünmedim. Beni anlattığını hissettim ama bana olduğunu hiç düşünmedim. Çünkü imkânların dışındaydı o mektubu bana yazman ve balonun bana gelmesi. Olasılık diye bir ders görmüştüm üniversitede bu yüzden biliyordum imkânsızlıkları. İlk gönderdiğin mektubu defalarca kez okudum inan bana. Beni nasıl anlatabildiğini düşündüm hep. Tabi gözlerimde evrenler saklı değil ama ben yine de kendimi buldum. Sonra o balon dönüp dolaşıp tekrardan bana geldi. Bende sana bir mektup yazmak istedim. Eğer bana yazdıysan ve mektup bana geldiyse belki senin için yazdığım mektup sana ulaşır. İşin komiği ne biliyor musun, yokluğunu hep hissettim ben.”

Balon tekrardan uçmaya başladı. Rüzgârla şekillendi yolculuğu, tepelerin üzerinden geçti ve tekrardan başladığı yere döndü. Adam balonu gördüğünde çok şaşırmıştı. Aradan günler geçmesine rağmen hala uçabiliyordu. Balonu yakaladıktan sonra üzerindeki mektuba baktı. Onun yazdığı satırlar değildi. Daha sonra sayfanın üst köşesindeki sayıyı gördü “154” yazıyordu. Yüz elli dört kişiye ulaşmıştı balonu.

Hayretler içinde kalmış bir şekilde mektubu okumaya başladı. Ona ulaşmıştı. Tüm ihtimalsizlikleri bir kenara bırakıp ona ulaşmıştı. Hayatla kumar oynayıp milyarda bir ihtimali seçmişti. O an ne kadar doğru bir şey yaptığını düşünüyordu. Belki de bir amacı vardı yaşamının. O gerçekse eğer bir şekilde ulaşabilirdi. O gerçekse eğer soluk almasının bir sebebi olabilirdi. Mektubu tekrar ve tekrar okurken omzuna birisinin dokunduğu hissetti.

Dönüp baktığında karşısında siyah saçlı bir kız duruyordu. “Merhaba” dedi kız “balonun sana ulaşacağını biliyordum.” Erkek tam daha fazla şaşıramayacağını düşündüğü sırada daha fazla şaşırmış buldu kendisi. Söyleyecek bir kelime yoktu. Kız ilk mektubunu ona uzatırken gözlerinin içine baktı. Saklanmış evrenleri gördü daha sonra. “İlk bana geldi balon sonra bende bir şeyler yazıp gönderdim. Bayağı bir dolaşmış ve sonra tekrardan bana geldi. Beni yazdığı düşündüm satırlarında eğer bende sen yazarsam sana gelirdi” gülümsüyordu kız. O gülümserken adam kalbinde çiçeklerin açtığını hissetti. Bir süre boyunca bakıştılar sonra bolca güldüler. Geçmişlerinden hiç bahsetmediler. Ortak bir geleceğe doğru bir yol açılmıştı önlerinde ve o yolda yürümek istediler. Daha sonra olasılıksızlığın nasıl bir ihtimal yaratacağını anlatan bir yazdılar, balona bağlayıp rüzgâra bıraktılar. Balon uzaklaşırken gülümsüyorlardı.

Ve aşk asla gerçekleşemeyeceğini düşünülen bir ihtimalin peşinden koşmaktı.

Resim: Virginie Caillet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar