Hayal köprüsü - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

5 Şubat 2013 Salı

Hayal köprüsü


Evinde oturduğu yalnız bir akşamdı. Dışarıda hava soğuktu. Yaz mevsimi biteli  olmamasına rağmen soğumuştu her şey. Puslu bir Eylül günüydü ama yağmur yağmıyordu. Herkes yağmurun yağmasını bekliyor ve bu yüzden hep acele ediyordu. O telaşlı adımlar yüzünden bir kişi hayatının aşkını bulma fırsatını kaçırdı. Başka birisi ise onun bakış açısını tamamen değiştirebilecek bir yazıyı görmedi. Bir başkası çocuğunun doğum gününde alması gereken oyuncağı almayı unuttu. Daha bir çok fırsat kaçtı o gün. Islanmanın korkusu ile bir çok insanın hayatı değişmedi. Aslında tüm suçlu o acele içerisinde olan adımlardı. O gün dünyanın elinde farklılaşma şansı varken heba olup gitmiş o şans. Daha sonra o insanlar hayatlarının hep aynı olduğundan şikayet edecek, kimse onları işaretleri görmediğinden bahsetmeyecekti.

O ise evinden hiç dışarıya çıkmamıştı. Bunun yağabilecek yağmurla veya puslu gökyüzü ile bir ilgisi yoktu. Havadaki hüzün kokusuyla da ilgili değildi. Kendini evine kapatmaya veya saatlerce ağlamaya da çalışmıyordu. Günlerdir eline bir makas alıp geçmişiyle olan bağlarını kopartmaya çalışıyordu. Geçmişin ipleri onun her tarafını sarmıştı. Artık o kadar düğüm olmuştu ki ipler onlara bakınca herhangi bir olayı hatırlayamıyordu. Geçmiş bütün olarak bir yüktü onun omuzlarında. Ya onun ağırlığı altında ezilmeye devam edecek ya da ondan kurtulacaktı. Geçmişinin tamamından kurtulmaya çalışmak zordu aslında. Çünkü ipler öyle dolanmıştı ki etrafına hangisini keserse kessin bir şey değişmiyordu. Bazen makası kesmiyor onlardan asla kurtulamıyordu.

Aslında geçmişinden kurtulmasının bir yolu vardı. Bir zaman makinesi bulup geçmişe gitmeli ve yaşadığı her şeyi kabul etmesi gerekiyordu. Ancak bunun için gerekli olan şey hayatı olumlayabilmesi, "evet böyle oldu, çok acı çektim ama bunların hepsi beni daha da güçlendirdi. Artık çok daha güzelim" diyebilmesiydi. Bunu söyleyebilmesi için hayatın dokusuna bakabilmesi ve yaşadığı değişimleri görebilmesi gerekiyordu. "Evet o yanlış kişiydi, bir yanlıştan kurtuldum bu sayede" diyebilmeliydi. Aslında o bunları yapabilmenin sınırları içindeydi. Birkaç adım daha atsa her şeyi başarabilirdi. Fakat bazı ipler bedeninin içinden geçiyordu ve onları nasıl kesebileceğini bilmiyordu. Belki de parçalara ayırması gerekiyordu bedenini onlardan kurtulmak için. Aslında bunu da denemişti ama kendi kendini ameliyat etmeyi öğrenememişti bir türlü.

Bu yüzden zamanın ipleri arasında sıkışmış bir kukla gibiydi. O bütün ipleri kesene kadar yenileri çıkıyor ve zamanda asılı kalmaya devam ediyordu. Aslında yaşadığı her şeyi kabul edebilmeliydi. Eğer bunu yapabilseydi başka birisinin ona baktığı zaman gördüğü o güzel kızı görebilirdi. Ve o kızı görebilseydi eğer neden özel olduğunu da anlayabilirdi. Bunun yerine kör bir makas ile ipleri kesmeye çabalıyordu. Aslında kestiği her ip ile gerçek aynasına bakmaya biraz daha yaklaşıyor, yeni gelen her ip ile de biraz daha uzaklaşıyordu. Küçük bir bebeğin emeklemesi gibiydi onun yürümesi. Yavaş olsa da ilerliyordu.

Aslında onun öğrenmesi gereken şey yaşadıklarının onu farklılaştırdığıydı. Yaşadığı en büyük zorluklardan birisiydi aynılaşan bir dünyada farklı olmak. Evinden kaçan bir yıldız onun gözlerine saklanmıştı. Kim onun gözlerine bakarsa o yıldızı görürdü ve yıldızı görmek bir insanın başına gelebilecek en güzel şeydi. Gülümsemesi renklerini unutmaya başlamış bir gökkuşağından yapılmıştı. Renklerin neye benzediğini merak eden birisinin onun gülümsemesine bakması yeterliydi. Siyah saçlarının arasında bir evrenler saklanmıştı. Onun saçlarına dokunan birisi başka evrenlere doğru yolculuklara çıkar, hayatı boyunca hissetmediği duygular hissederdi. Aslında o başka bir dünyaya açılan bir kapıydı. Sadece kimse o kapıdan geçip her şeyi arkasında bırakacak kadar cesur değildi.

Aradan saatler geçtikten sonra dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı. O ise evinde daha fazla kalmak istemiyordu. Bazen tabanı bataklığa dönüşürdü evinin böyle zamanlarda dışarıya çıkmak iyi gelirdi. Eğer dışarıya çıkmazsa bataklığın derinliklerine gömülür ve nefes alamazdı. Öyle bir zamandan geçiyordu ve bu yüzden yağan yağmura aldırmadan dışarıya çıktı. Bir süre boyunca amaçsızca yürüdü. Daha sonra sahile gitmek istedi. Dalgalar belki bir parça yıkardı yalnızlıklarını.

Sahile vardığında ufka doğru baktı. Yüzüne çarpan damlaları umursamıyordu bile. "Ben bu hayatı yaşamak istemiyorum" dedi dayanmanın sınıra geldiğinde "hayallere gitmek istiyorum." Kimsenin onu duyamayacak olmasına rağmen sesli bir biçimde konuşmuştu. Konuşurken göz kapaklarını kapatmıştı sanki açtığında bir şeylerin değişmesi beklermiş gibi.

Aslında o şekilde olmuş gözlerini açtığında karşısında bulutlara doğru çıkan gümüş bir merdiven görmüştü. Gördüğü görüntü karşısında o kadar şaşırmıştı ki gözlerini defalarca kez açıp kapattı. Ancak merdiven hiçbir yere gitmiyordu. Daha sonra gümüş merdivene iyice yaklaştı ve onun üzerine doğru bir adım attı. Daha sonra bir tane daha ve bir tane daha. O merdivenin nereye gideceğini bilmiyordu. Aslında umursamıyordu çok fazla sadece hayatından uzaklaştırsa onun için yeterliydi.

Merdivende biraz daha yürüdükten sonra uzun bir köprü oluşmuştu önünde. Köprünün iki tarafında korkuluklar vardı sanki aşağı düşülebilirmiş gibi. Bulutların içindeydi sanki. Sanki dünya aşağıda kalmıştı. Başka bir yerdeydi sanki ve gümüş renkli köprüde ilerlemeye başladı. Bir süre boyunca yürüdü ama hiçbir şey değişmedi. Bir süre daha yürüdü ve yine hiçbir şey değişmedi. Elbet bu köprü bir yere çıkıyordur diye düşündü. Belki dünya ile başka bir yer arasında uzanan bir köprüydü. Belki yolun sonuna kadar ilerlerse başka bir hayatı olabilirdi. O bunları düşünürken ileride bir gölge gördü ve adımlarını hızlandırdı.

Biraz daha ilerlediğinde köprünün korkuluklarının parçalandığını gördü. Parçalanmış yerin hemen yanında bir adam duruyor ve aşağıya doğru bakıyordu. Tedirgindi adam sanki ileriye doğru bir adım atıp atmama konusunda kararsızdı. Kız ona biraz yaklaşıp "merhaba" dedi. Adam ise dönüp bakmadı bile hatta kızı duymamıştı sanki. Kız tekrar konuştu "merhaba, merhaba, beni duyuyor musun." Adam tekrar dönüp bakmadı kıza sadece kısa bir "evet" dedi. Aşağıda ne vardı ki sürekli ona bakıyordu. Kız bulutlardan başka hiçbir şey göremiyordu. Daha sonra bunu adama sormaya karar verdi ve adam "aşağıda hiçlik var ve ben atlamayı düşünüyorum."

Kız şaşırdı adamın cevabı karşısında "nasıl yani? hiçlik derken neyden bahsediyorsun sen? ve neden atlamak istiyorsun?" "Hiçbir şeyi bilmiyorsun galiba. Burası hayaller ve buradan atlarsan eğer ölürsün. Yani nefes alırsın ama başka biri olursun. Sen sen yapan her şey yok olur. Hayal burası ve hayalimde ne işin var bilmiyorum" adam soğuk cümleler kuruyor, buzdan bile kale yapmaya çalışıyordu.

"Bende aynı şeyi sana soracaktım. Benim hayalimde ne işin var senin? Neden atlamak istiyorsun?" kız hala olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Karşısındaki adam onu umursayıp bir kez olsun baksaydı belki kendini daha iyi hissedebilirdi.

"Bilmiyorum" donmuş çiçekler vardı adamın kelimelerinde. O çiçekler kızın cümlelerindeki güneşle eriyor ve cansız bir şekilde yatıyordu. Adam konuşmaya devam etti "önümde bir merdiven belirdi. Bende tırmandım onu. Aynı hayatı daha fazla yaşamak istemiyordum. Belki başka biri olsam, sıradan olsam acı çekmezdim daha fazla. Bunun içinde atlamalıyım, silinmeliyim hayattan."

Kız adama doğru birkaç adım daha atıp onun omuzundan tuttu. Ona dokununca başını çevirdi adam ve "sen" diyerek haykırdı "sen." Kız adamın açılan gözlerine yüzünde beliren şaşkınlığa anlam verememişti. "Sen O'sun. Hep seni aradım ben. Her sokağa baktım senin için. Her duvara ismini yazdım ama hiç bulamadım ve şimdi karşımdasın" adam konuşurken kızın gözlerinin önünden bazı görüntüler geçti. Yalnızlığını bozacak kişiyi gördü ve karşısında duran adama bakıp "o sensin" dedi.

Daha sonra sarıldılar birbirine. Adam "burası hayaller" dedi "istediğimiz her şeye sahip olabiliriz burada" dedi. Daha sonra elinin bir hareketiyle güzelce süslenmiş bir masa ve iki sandalye belirdi. Adam parmağını şaklattığında masanın üzerindeki mumlar yanmaya başladı. İki kadeh ve bordu bir şişe belirdi masanın üzerinde. "Seni tanımak istiyorum" dedi adam "ismini tüm damarlarıma kazımak, kalbime sürekli olarak seni sayıklatmak istiyorum."

Kız ne söyleyeceğini bilemiyordu bu yüzden adam konuşmaya devam etti "hep sensiz geçen günlerimin hesabını sormak istedim hayata. Onun boğazına yapışıp seni neden bulamadığımı sormak istedim. Hayatım boyunca hayallerine sarılarak uyudum ben ve şimdi karşımdasın. Hep benimle kal, hep burada yaşayalım."

"Hep seninle kalmak istiyorum ama burası hayaller. Bizim birbirimizi dünyada bulmamız gerekiyor. Gel geri dönelim, birbirimizi her zaman buluruz biz. Yalnızlığı silelim tüm sözlüklerden. Öyle bir şey hiç var olmamıştı diyelim. Gel geri dönelim." kız konuşurken adamın elini tutmuştu ancak onu hissedemiyordu. "Burası gerçek değil" diye düşündü. Adam onun gözlerinin içine baktı ve "seni her zaman bulurum" dedi "nerede olursan ol senin için gelirim ben"

Daha sonra ikisi de hiçbir şey söylemeden masadan kalktılar ve geldikleri yöne doğru yürümeye başladılar. Kız merdivenlerden indiğinde evine doğru yürümeye başladı. Evine geldiğinde elbiselerini değiştirip koltuğuna oturdu. Ne kadar beklediğini, kaç gün geçtiğini bilmiyordu. Fakat hangi aya ait olduğunu bilmediği bir Perşembe günü kapısı çaldı. Hızlı bir şekilde yerinden kalkarak kapıyı açtığında kapısının önünde bir tek kırmızı gül gördü. Onları almak için eğildiğinde koridorun karşı tarafında bir gölge ona doğru bakıyordu.

Ve aşk asla gerçekleşmeyeceğini bildiğin bir hayale sıkıca sarılmaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar