Hüzünlü bir sonbahar akşamıydı.
Günlerden Perşembe aylardan Eylül'dü. Dışarıda hafif bir yağmur yağıyordu.
Hava sıcak sayılırdı bir Eylül akşamına göre. Loş bir kafedeydi adam. Etrafında
fazla insan yoktu. Olanlarda kendi dünyalarındaydı sanki. Herkes düşünceli,
herkes üzgündü. Sadece adam farklıydı. Masasının diğer tarafında oturan kadına
bakıyor ve anlam vermeye çalıyordu. Oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikri
yoktu. Loş ışık, çalan müzik, hafif bir tütsü kokusu o anın büyüsüne katkı
sağlıyordu. Sanki başka bir dünyada yaşıyordu o anda. Adam ellerini masanın
üzerinde birleştirmiş, neler söyleyebileceğini düşünüyordu. Sanki tüm
kelimeleri kaybolmuştu o anda. Sanki bildiği her şeyi unutmuştu. Aslında onun hikâyesi
çok uzun zaman önce başlamıştı.
Küçük bir çocuktu daha.
Hatırlamıyordu ama 4 yaşındaydı belki. Oyuncak bir araba ile başka dünyalara
yolculuk yapabildiği zamanlardaydı. O zamanlarda hayat çok daha güzeldi. En
büyük üzüntüsü kırılan oyuncaklarından kaynaklanırdı. Bolca çizgi film izlerdi,
filmde izlerdi aslında ama anlayamazdı izlediklerinin çoğunu. Yine bir akşam
ailesiyle birlikte film seyrediyordu. Annesi ile babasının arasına oturmuş
ekrana bakıyordu. Duygusal bir filmdi galiba çünkü annesi izlerken ağlıyordu.
Bir sahnede adam kadına içinde
“aşk” kelimesi geçen bir cümle kurmuştu. O kelimenin anlamını bilmiyordu. Daha
önce hiç duymamıştı. Bilmediği kelimeler olduğu her zaman yaptığı gibi babasına
dönerek “baba, aşk nedir?” diye sordu. Babası ona döndü, gülümsedi “oğlum bunu
en iyi annen anlatır” diyerek filmi seyretmeye döndü. Annesi soruya ne cevap
vereceğini düşündü bir süre boyunca daha sonra “aşk erkek ve kadının
birbirlerine karşı hissettikleri duygudur” dedi. Bir açıklaması vardı en
azından.
Ancak erkek ve kadın
birbirlerine kızsalar o da mı aşktı veya beraber mutsuz olsalar yine aşk mıydı
adı. Günlerce sorguladı o tanımı. Tekrardan annesine sormaya kalksa “oğlum
anlattım ya sana” cevabını alıyordu. İki ihtimal vardı ya annesinin verdiği
cevabı anlamamıştı ya da o da bilmiyordu aşkın ne olduğunu. Çünkü aşk, erkek ve
kadının birlikte dondurma yemesinden daha büyük bir şey gibi gelmişti. Evet,
dondurma duygusu diye bir duygu vardı ve gerçekten çok güzeldi. Aşk dondurma
veya çikolata mıydı ki?
Günlerce, haftalarca hatta
aylarca düşündü bu konuyu. Eve misafir geldikçe onlara da soruyordu ama
verdikleri cevap annesinin verdiğinden çok da farklı değildi. Hatta bununla
kalmayıp “çapkına bak bu yaşta aşkı soruyor” gibi yorumlar da duyuyordu.
Herhalde çapkın çok fazla kadınla birlikte dondurma yiyen kişiye deniyordu.
Aradan seneler geçtikten sonra
okula başladı. Öğretmeninin her şeyi bildiğini düşünüyordu ve aynı soruyu ona
da sordu. “Aşk erkek ve kadının birbirlerine karşı çok özel duygular
hissetmesiydi. Çok sevmeleriydi birbirlerini” cevabı onun için daha tatmin
ediciydi. En azından duyguların özel olması gerektiğini öğrenmişti. Bir de
aşkın içinde sevginin de olduğunu duymuştu. Demek ki aşk sevgiden daha büyüktü.
Yıllar geçtikçe hep tekrarladı
bu soruyu. Mesela arkadaşlarından bir tanesi misketlerinden birisine âşıktı.
Başka bir tanesi ise oyuncak bebeğine âşık olduğunu söylüyordu. Okulda
masalları okumuştu hep. Onlar aşktan bahsediyordu. Masallara göre prensin
ejderhayı öldürmesi veya uyuyan bir prensesi yanağından öpmesi aşktı. Hatta
aşkın prensesin ayakkabısı ile alakası vardı ama bu bağlantıyı çözememişti hiç.
Bu dönemde bir şarkı dinledi. Şarkının ne anlattığını bilmemesine rağmen bu
şarkı aşkı anlatıyor herhalde diye düşündü. Bambaşka hissediyordu onu
dinlerken.
Zaman geçtikçe büyümeye devam etti
o. Aşkın birçok farklı tanımını duydu. Ancak hiçbiri onun için yeterli
gelmiyordu. Çocukluk döneminden çıkmaya başladıkça dünyaya bakışı da değişmeye
başladı. Özellikle kızlar onun ilgisini daha fazla çekiyordu. Onlara karşı ilgi
duymasına rağmen onlarla konuşamıyordu pek. Başka arkadaşları onlarla dışarıya
çıkıp dolaşırken o hep uzaktan seyrediyordu onları. Garip bir korku vardı
içinde. Galiba kızlardan korkuyordu. Özellikle içlerini birisini görünce nasıl
nefes alacağını unutuyordu ve bu duygu çok farklıydı. Arkadaşından bir tanesine
bunu anlattığında onun duygularını herkese anlatacağını bilmiyordu. O günden
sonra kimseye hiçbir şey anlatmamaya karar verdi çünkü onunla dalga
geçiyorlardı hep.
O büyüdükçe içinde aşk olan
kitaplar okumaya başladı. Artık aşkın nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Ancak
işin garip kısmı kitapların aşkı hep yatakların üzerinde anlatmasındaydı.
Kitaplardaki aşkta sevgi yoktu hiç. Kitaplardan da öğrenemiyordu, filmlerde
anlatmıyordu, kimse ne olduğunu bilmiyordu onun. Nasıl öğrenecekti ki aşkı hele
konuşabilecek birisini bulamazken.
Büyümeye devam etti ve
üniversiteye başladı. Artık aşk etrafında daha fazla konuşulur olmuştu.
Kızlarla dışarıda dolaşmaya başlamıştı bu dönemde. Hatta kız arkadaşları vardı,
birbirlerine aşkım diyorlardı ama onun sözlerinin içi boştu. Zorunluluktan kullanıyordu
o kelimeleri. Anlamını bilmediği bir kelimeyi nasıl söyleyebilirdi ki insan.
Zaten kullandığı kelimelere inanmadığı için ilişkileri de uzun sürmüyordu. Daha
kötüsü ise bazı insanları sevmişti. Onlarla ilgili hayaller kurmuştu ama terk
etmişlerdi onu. Acı çekmişti, küsmüştü dünyaya. Günlerce odasından hiç dışarıya
çıkmamıştı hatta. Herkes aşktan bahsediyor, kendilerini “iyi âşık” olarak
tanımlıyorlardı ama kimse aşkın ne olduğunu bilmiyordu.
Daha sonra aşkı başka
insanlarda aramaktan vazgeçti. O kadar fazla yara almıştı ki yüreğinden başka
bir yara daha açılırsa devam edemeyeceğini düşünüyordu. En kötüsü ise aşkı başkalarında
bulduğunu zannetmesiydi. Öyle olduğunda kalbindeki kesiğin derinliği artıyordu.
İyileşmesi de uzun sürüyordu. Hatta bazı yaraları hiç iyileşmiyor hep
kanıyordu. Aşkı bulabileceğine inanmak onun en büyük hatasıydı aslında. Aradığı
zaman bulamıyordu nasıl olsa ve aramaktan bu sebepten ötürü vazgeçti.
…
Masada oturmuş kızın gözlerinin
içine bakıyordu. Zaman tüm hızıyla akmaya devam ederken konuşmuyorlardı. Belki
de konuşacak bir kelime yoktu. “Hayatımı sana borçluyum” diyemezdi mesela veya “gerçek
olacağına inanmadığım bir düştün sen” de diyemezdi. Hele “gözlerin yaşamamın
sebebi oldu” asla söyleyemeyeceği kelimelerin arasındaydı. Zaten yaşadıkları,
onun karşısında olmak gerçek gibi gelmiyordu ona. Gerçeğin acı verici bir
tarafı olması gerekiyordu veya ona ulaşmak için çöllerden geçmeliydi.
Karşısında oturmasına inanamıyordu hala. Hele tanışmaları vardı ki tüm kural
kitaplarının dışındaydı.
Terk edilmiş bir sokaktan
geçiyordu. Sonra unutulmuş bir bankın üzerine oturup dinlenmek istedi,
unutmaktı amacı. Daha sonra artık kullanılmayan bir demiryoluna gitti, rayların
ortasında durdu. Belki bir tren gelirdi, belki her şey biterdi. Daha sonra
uzaktan onun geldiğini görmüştü. Ağır adımlarla üzgün bir biçimde ona doğru yaklaşıyordu.
Ağlıyordu hatta. Gözyaşlarının düştüğü topraklar o anda donuyordu. Arkasında
buzdan bir yol bırakarak ilerliyordu. Yüzünün asık olduğunu gören tüm çiçekler
solmuştu.
Daha sonra kız adama doğru
yaklaşmaya devam etti ama onu görmedi. Farkında bile varmadı. Rayların yanına
geldiğinde boynunu rayın üzerine yasladı. Boşuna bir beklentideydi kız. Oradan
tren geçmezdi. Adam kızı gördükten sonra karşısına geçip boynunu raya yasladı
onun gibi. Bir süre boyunca bakıştılar ama hiç konuşmadılar. Adam ne zaman
konuşmak istese söyleyecek kelime bulamıyordu.
Bir tren düdüğü duyana kadar
bakıştılar. Daha sonra adam kızın elini tuttu. Tren onlara yaklaştıkça acı bir
fren sesi yankılandı her yerde. “Korkmuyorum” demek istedi kız. “Demek sonuydun
hayatımın” demek istedi adam. Bakıştılar. Zaman durmuştu sanki ve tren
yaklaşmaya devam ediyordu. Boyunlarının altındaki ray sallanmaya başlamıştı.
Kız adama sarıldı daha sonra. “Seni kaybetmek istemiyorum” dedi adam onun
gözlerinin içine bakarak. “Kim olduğumu bile bilmiyorsun” diyerek cevap verdi
kız.
Adam “ama kim olmadığını
biliyorum. Sen herkes değilsin” diyerek cevapladığında kız başını kaldırdı ve
adamı kendine doğru çekti. Yanlarından geçen trenin rüzgârını ikisi de
hissetmişlerdi birbirlerine sarıldıkları sırada. Sonra unutulmaya yüz tutmuş
bir kafede oturup birbirlerini seyretmeye başlamışlardı. Konuşamıyorlardı,
ellerini tutmuşlardı birbirinin.
Eğer adama aşkı bu şekilde
bulabileceğini söylemiş olsalardı asla inanmaz, gülüp geçerdi. Eğer kıza yaşamaya
devam etmesinin sebebinin bu olacağını söyleselerdi asla inanmazdı. Zaten aşk
gerçekliğin çok ötesindeydi.
Ve aşk hayallerin gerçekle
buluşmasıydı.
Not: İçinde o olan hiçbir hikâye
mutsuz bir sonla bitemezdi ve onu anlatan tüm cümleler onun gözleri kadar güzel
olmak zorundaydı.
0 Yorumlar