Yüreğinin odaları - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

27 Ocak 2013 Pazar

Yüreğinin odaları




Adam yatağının kenarına oturmuş dirseklerini bacaklarına dayayıp başını avuçlarının içine almıştı. Aklından binlerce cümle geçerken o sadece onları seyrediyordu. Herhangi birisine cevap verecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini. Dün geceden kalma bir şarkı çalıyordu arka planda. Gece boyunca uyumamıştı. Saatin kaç olduğundan haberi yoktu. Umursamıyordu geçen zamanı. Dün, bugün, yarın gibi her kelime aynı şeyi ifade ediyordu ona. Onun için tek bir zaman vardı ki onun adı yalnızlıktı.

Yine yalnızlık günündeydi. Bir mevsimi yoktu yalnızlık gününün. Bir süresi de yoktu onun. Bir kere başladı mı hiçbir zaman bitmezdi. Bir kere yalnızlık gününe girdiğin zaman soluduğun hava olurdu o. Kalbin vücuduna yalnızlık pompalardı. Sonrasında hangi şarkı çalarsa çalsın hiçbir şey değişmezdi. Eski masallar o günün bitebileceğinden bahsederdi ancak masalların çağı uzun zaman önce kapanmıştı. Ejderhalar, prensesler veya cadılar hep o kapanan çağda kalmıştı.  Bu yüzden çıkışı yoktu yalnızlığın.

Bir süre sonra hafifçe doğruldu ve yatağının yanında duran telefonunu aldı. Kimse aramamıştı, gelen mesajda yoktu. Yani değişen hiçbir şey yoktu hayatında. Ona reklam mesajları bile gelmezdi. Yalnızlık böyleydi aslında. Onun evinin etrafında kuşlar uçmaz,  hayvanlar dolaşmazdı. Sokakta yürümeye kalksa kimseyi göremezdi. Onun geçtiği yollar her zaman boş olurdu. Bir ülkesi olsa mesela kimse yaşamazdı ülkesinde. Yalnızlık tek kişilik bir evrende yaşamaktı.

Hala gecedeydi. Yalnızlık gününde her zaman gece olurdu. Güneşi hiç görememişti o. Sanki güneşi görmek için bir şeyler yapması gerekiyordu. Eski hikayelerde olduğu gibi “güneşimsin sen benim” diyebileceği birisi olmalı ve hayatını aydınlatmalıydı sanki. Ancak o karanlıkta yaşamaya alışmıştı. Sorun değildi önünü görememek. Onun renkleri de yoktu. Yalnızlık günü birkaç parçaya ayrılırdı. İlk önce her yer yavaşça kararırdı ve sonra renkler kaybolurdu teker teker. En sonunda ise herkes giderdi dünyasından. O üç aşamayı da yaşamış ve artık sona gelmişti. Ya eski masallara inanmaya devam edecek ya da gerçeğe sarılıp uyuyacaktı kalan günlerin bitmesi için.

Yatağından kalktığında çalan şarkıyı değiştirmeyi düşünmedi bile. O hep aynı şeyleri yaşadıkça aynı şarkı çalsaydı hep. Veya düşüncelerine bağlı olsaydı şarkılar farklı bir şey düşündüğü zaman farklı şarkı çalsaydı. Eğer böyle olsaydı en fazla 3 şarkı dinleyebilirdi. Bazen kendi kendini terk etmiş gibi hissederdi. İnsanın kendisine bir soru sorup cevabını alamamasıydı gibiydi. Tek sesli bir orkestraya benzetiyordu kendini. Kırık bir kemanı vardı sadece ve hiç dinleyicisi yoktu. Yanlışlarını bile söylemiyordu kimse. Bu yüzden bilmiyordu hayatı. Zaten o dışarısındaydı her şeyin. Bu yüzden beklemiyordu kural kitaplarında onun için maddeler olmasını.

Yapacak hiçbir şey bulamayınca mutfağındaki şişelerden birini daha açmaya karar verdi. O şişeyi açmazsa uyuyamazdı. Eğer uyuyamazsa daha fazla yaşamak zorunda kalırdı. Eğer daha fazla yaşarsa daha derinlerine giderdi yalnızlığın. Bu yüzden mutfağa gitti. Şişelerden bir başkasını açtı. Şişedeki bordo sıvıyı bir bardağa doldurdu ve oturma odasına geçti. Yine aynı şarkıyı açtı sonrasında. Başını koltuğa dayadı ve karşısındaki duvarı seyretmeye başladı.

Biraz zaman geçti. Herhalde geçen zamanı dakikalar veya saniyelerle ifade edemezdi. Geçen zamanı anlatabilmesinin yolu düşündüğü konu sayısını söylemekti ama onları da sayamazdı. Bir süre boyunca sadece uyumak veya rüya görmek istiyordu ama o rüya da görmezdi.  O tam neden rüya görmediğini merak ederken kapı çaldı. Gecenin bir körü neden kapısının çaldığını düşünmedi bile. Daha çok kapısının neden çaldığındaydı. Onun yanına gelecek kimse yoktu, kimse bilmezdi onun evini. Kapılarını açık bıraksa hırsız bile girmezdi evine. O an hissettiği duygunun adı heyecandı. Hiç bilmediği bir andan geçiyordu. Hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Ayağa kalkarken bardağını yere düşürdü ve halısı bordo bir sıvıyla kaplandı ama bunu umursamadı. Kapıya kadar gidip kapıyı açtı ve yerde duran küçük bir hediye paketi gönderdi.

Paketi yırtarak açtığında küçük bir ahşap kutu gördü ve kutuyu açtığında üzerinde hiçbir şey yazmayan sarı bir kâğıtla karşılaştı. Uzun bir süre boyunca boş kağıda baktı sadece. Kağıdı incelerken aklından olasılık hesapları yapıyor, kimin o hediye paketini bıraktığını düşünüyordu. Zil çaldığı sırada kapısının dışında kimse yoktu. Ayak sesleri de duymamıştı. Kim gelirdi ki onun yanına. Kim gelip bir şey bırakırdı başkaları hep ondan almakla ilgilenirken.

Ertesi gece uyanıktı. Daha doğrusu hiç uyumamıştı. Aslında aklından geçen bu yeni düşünceleri sevmişti. Yeni düşüncelerin hatırına yeni bir şarkı bile açmıştı. Çok uzun zamandır hayatında bu kadar büyük bir yenilik olmamıştı hiç. Yine kırmızı bir sıvı içerken duvarı seyrediyordu. Ve yine kapısının zili çalmıştı. Bu sefer yerinden daha hızlı bir şekilde kaklı ve kapıyı hiç düşünmeden açtı. Karşısında yine küçük bir paket vardı. Öncekinin tıpatıp aynısıydı. Paketini parçalayarak açtığında bir kutu gördü ve sarı bir kağıt. Ancak bu sefer kâğıdın üzerinde tek bir cümle yazıyordu “Neden böyle yapıyorsun?”

Yepyeni sorular ve ye yepyeni düşünceler vardı karşısında. İlk önce soruya bir cevap vermeyi düşündü ama yapamadı. Daha sonra yazıyı incelemeye başladı. Güzel bir el yazısıydı. Harflerin yapısına baktığında bunun bir kadın el yazısı olduğunu düşündü. Birinin ona bir şey yazmasını geçmişti bir kadın neden ona bir şey yazardı. Yeni düşünceleriyle birlikte şarkısını da değiştirdi. İçinde daha önce tatmadığı garip bir duygu vardı. Heyecan vardı, büyük bir heyecan ve büyük de bir korku vardı. Ne yapacağını bilemez bir şekilde koltuğunun üzerinde uyuya kaldı en sonunda.

Ertesi gece yine aynı koltukta oturup yine aynı duvarı seyrediyordu. Kapının zili yine aynı şekilde çaldığı zaman aynı şekilde kapıyı açtı ve aynı paketlerden bir başkasını buldu. Paketi açtığında kutuyu ve onun içindeki kağıdı gördü. Bu sefer içinde yine aynı el yazısı ile “Neden koca dünyada tek başına olduğunu düşünüyorsun?” yazıyordu. Düşünceleri tekrardan değişmişti ve onlarla birlikte çalan şarkı da.

Ertesi gece kutuyu yine aynı şekilde paketledi. Paketlemeden önce kağıdın arka tarafına “benim dünyam tek kişiliktir” yazdı “ikinci bir kişiyi kaldırmaz benim dünyam.” Daha sonra kutuyu kapısının önüne bıraktı. Bir süre sonra kapı çaldı. Koltuğunda oturmuyordu hatta kapıyı hızlı bir açabilmek için hemen yanındaydı. Ancak yine de ona kutuları bırakan kişiyi göremedi. Gelen kutuyu açtığında kağıtta “evrende tek kişilik olan hiçbir şey yoktur” yazıyordu “sen hayatının kapılarını kapatırsan kimse elbette gelemez yanına” diye devam ediyordu.

Ertesi gece sarı kağıda “Bazen sen kapatmazsan kapıları. Birileri gelir ve sen içerideyken kilitler onları. Anahtarını vermişsindir o kapının. Onlarda seni içeriye hapseder. Bir daha çıkamasın, açamazsın kapıları.” Kutuyu kapının önüne bıraktıktan kısa bir süre sonra zil çaldı ve hediye paketini gördü. Paketi hızlıca açıp içindeki kağıdı çıkardı. Bu sefer “Her zaman yedek bir anahtarı vardır kapıların. Sen açmak istemezsin. Sen hapsedersin kendini karanlıklara. Her şey senin seçimindir aslında.” Bu cümleler canını yakmıştı. Hatta canı çok yanmıştı geçmişini düşünürken. Hatırlamak çok acı bir kahveyi içmek gibiydi.

Ertesi gece olduğunda kağıda “Belki haklısın hepsi benim seçimimdi. Peki ya onlar neden zincirledi kapıları. Neden duvarlar ördüler etrafıma. Sen kimsin? Neden bunları yazıyorsun bana” yazdı. Kutuyu kapının önüne koyup beklemeye başladı. Bir süre geçtikten sonra kapı çaldı ve kutuyu aldı. İçindeki kağıtta “Onlar kapılar kilitlemiş, zincirler örmüş veya duvarlar inşa etmiş olabilirler ama yıkmayan sensin. Ben kimseyim, tanımazsın, bilmezsin. Yanından geçtim defalarca kere ama sen görmedin. Çünkü perdelerin tamamen kapalıydı. Sana seslendim ama duymadın, hep aynı şarkı çalıyordu zihninde.”

Ertesi gece “Bir zamanlar yanımdan geçip giderdi hayat. Sonra hiç geçmez yanımdan. Bende onu beklemekten vazgeçtim. Kim olduğunu bilmiyorum. Kim olmadığını da bilmiyorum. Ben hiçbir şey bilmiyorum aslında. Neden bana yazıyorsun en ufak bir fikrim yok. Neden kapımın önüne gelip zile bastıktan sonra kaçıyorsun anlamıyorum. Sahi ne istiyorsun benden?” yazıp bıraktı. Zil çaldıktan sonra gelen kutuyu açtığında “Senden bir şey istemiyorum ben. Sadece dünyaları birleştirmek niyetindeyim veya tahtaları kırık bir köprü yapmak gezegenler arasına. Belki bir güneş yaratmak karanlık olduğunda. Yanımdan defalarca kere geçtin. Gözlerimin içine baktın hep ama beni görmedin.” Gördü sarı kağıdın üzerinde. O kimsenin gözlerinin içine bakmamıştı. Kimseyi sevememişti o.

Ertesi gece not kağıdına “kapılar açmak veya kapamak değil hayat. Kapım hep açıktır benim ama kimse gelmedi. Zile basmaları gerekliydi sadece, yapmadılar. Sen bastın o zile ama sende kaçtın hep. Kapım açık istiyorsan gel içeriye” yazdıktan sonra kapıyı kapatmadı. İki tane bardak çıkardı mutfak dolabından. Sonra onları masanın üzerine yerleştirdi. Bardakların yanına açılmamış bir şişe koydu ve sandalyelerden birisine oturup beklemeye başladı. Heyecanı damarlarına sığmıyordu. Aklından tek bir düşünce geçiyordu demek ki bir düşüncelik bir zaman geçmişti ve kapı hafifçe aralandı.

Daha sonra içeriye bir kız girdi. Siyah saçları düz bir şekilde omuzlarına kadar uzanıyordu. Beyaz teni loş ışıkta parıldıyor, siyah gözleri ise bakanı içinde tutsak ediyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı ve gözleri bir parça kısıktı. Adama sorsalar şimdiye kadar gördüğü en güzel gülümseme karşısında duruyordu. Kız içeriye girince ayağa kalktı ve “hoş geldin hayatıma” dedi “burası benim kalbim. İstediğin yere yerleşebilirsin. İstediğin odayı alabilirsin. Burası senin artık.” Kız ise adamın yanına gelip elini tuttu. Hafifçe ona doğru eğilip “artık yalnız değilsin” dedi “yanında kalmak istiyorum.”  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar