En büyük yalan kâfirlerin ‘Allah yoktur’ demesi ve
müşriklerin olsa da bizim başka ilahlarımız da var demesidir. İnanmadığını
söyleyenlerin ya da ölünce her şeyin biteceğini savunanların ve hayatı istediği
gibi yaşamak gerektiğini iddia edenlerin konuşmalarına şahit oldunuz mu hiç
bilmiyorum. Avrupa da ve bizim ülkemizde de, büyük şehirlerde oturanlar çok sıkça
duyuyor olsa gerek. Çünkü oralarda her türlü inanç sistemine inandığını
söyleyenleri ya da insanlık hizmetine yararlı bir iş yapsın veya yapmasın,
kendilerince değerli buldukları insanları bile putlaştıranları görmek
mümkündür.
Yunan mitolojisinde Eros, Herkül (heraklius) ve
benzerlerini, Hıristiyanların İsa peygamberi Mesih, Yahudilerin Üzeyir Allah’ın
oğlu olarak görüp inanmaları, ölüp gitmiş insanların belki de yanlış uygulama
ve sözlerini Allahın dininin üstünde tutmaları, vs gibi Allah’a şirk koşan
inanç sistemlerini görmek mümkündür. Yine ateşe, aya, güneşe, şeytana, ineğe,
vb ezelden ebede var olan kâinatın sahibi tarafından yoktan var edilerek
yaratılmış şeyleri ilah kabul edenleri de görmek mümkündür. Hatta ağaçtan,
taştan ve helvadan put yapıp, yaptığı puta tapanları ve onları Allah’a ortak
koşanları görmek mümkündür.
Dünya nimetlerini Allah’ın dinine üstün tutanları da görmek
mümkündür. Düşünün ki; peygamberimiz dönemini ve onların her şeylerini Mekke’de
bırakarak arkalarına bile bakmadan hicret etmelerini. Allah bir demekten
vazgeçmedikleri için hakir görülmüşler, dövülmüşler, birçoğu öldürülmüşler, kızgın
çölde büyük taşların altına yatırılmışlar. Ama yine de müşriklerin hatırı için
bile ‘Allah birdir’ demekten vazgeçmemişler. Onların putlarını kabul
etmemişler. Zulümlerine dayanamaz olunca da, her şeylerini bırakarak hicret
etmişler.
Bugün öyle bir şey yapmak icap etse acaba yapabilir miyiz?
Her şeyimizi bırakıp dinimiz için, dinimizi yaşayabilmek için başka bir şehre,
başka bir ülkeye gidebilir miyiz? Evlerimizi, mallarımızı, analarımızı,
babalarımızı, inanmayan çocuklarımızı ve hatta kocalarımızı ve eşlerimizi
bırakıp dinimizi yaşamamıza engel olanların zulmünden kurtulmak için başka bir
yere hicret edebilir miyiz? Ya da
kalpten Allah’a inansak bile yalancıktan ‘tamam sizin ilahlarınızı kabul
ediyorum. Yeter ki beni öldürmeyin. Yeter ki bizi öldürmeyin ve rahat bırakın’
mı deriz?
Ya da mallarımızı ve dünyalık kazançlarımızı kaybetmekle yüz
yüze olunca imanımızı bir kenara koyuverir miyiz? Dünyaya karşılık ahireti mi
satın alırız? Yoksa ahireti satıp dünyayı mı satın alırız? Diyelim ki; dinimizi
yaşamamızda bir engel yok. Ama “Haksızlık
karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisi şerifine rağmen, “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle
değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin.
Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu
imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, Îmân 78 .Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) hadisine rağmen bazı
haksızlık ve zulümleri gördüğümüz halde ‘Nasıl olsa dinlemezler. Boş ver biz
komşularımızla kötü olmayalım. Böyle gelmiş böyle gider’ mi deriz.
Günümüzde kendi özgürlüğünü yaşarken, nefsanî arzu ve
heveslerini tatmin ederken; başkalarının özgürlüğünü hiçe sayan ve kul
hakkından korkmadan, komşularına eziyet ve zulüm ederek ‘Ben istediğimi yaparım’
diyen insanlar mı dinini yaşamak için ölmeyi göze alacak. İçmeyenleri
zehirlemek ve pis kokusuna maruz bırakmak pahasına kapalı alanda sigara içme
sevdasından bile vazgeçemeyen insanlar mı ‘allah birdir’ demek yerine putların
isimlerini söylememek için her şeylerini bırakarak başka bir şehre göç ederek
memleket değiştirecek. Onlar mı; Allah’ın kitabını okumamaya, namaz kılmamaya,
oruç tutmamaya, zekât vermemeye, kurban kesmemeye, domuz eti yemeye, içki
içmeye, zina yapmaya, açılıp saçılmaya zorlandıkları için her şeylerini bırakıp
başka bir yere göç ederek sahabe gibi hicret edecek?
Daha çok dünyalık mal ve daha çok servet için; tüyü bitmedik
yetimlerin hakkı olan kamu malına tecavüz ederek devlet ve millet malını
çalmaktan çekinmeyenler, hazine arazisine göz dikenler, tapuculara yedirip
içirip istedikleri yeri istedikleri kadar tapulatanlar mı sahabe gibi dinlerini
yaşayabilmek için hicret edecek? Hayvanın gübresini, evinin lağım suyu başta
olmak her türlü pisliğini tertemiz döşenmiş parke yollara akıtırken, para
harcanır masraf etmeyeyim diyerek önüne duvar vs yaparak yollara pislik
akmaması için tedbir almaktan kaçınanlar mı dini yaşayabilmek için başka bir yere
her şeyini bırakarak göç edecek?
Konuya ışık tutan Yusuf Değirmenci’nin ‘Nasıl Çıkılır’
şiirine kulak vererek devam edelim:
“Yalana, talana dizgin vurmayan
Haksızlık edene hesap sormayan
Cehaletin çemberini kırmayan
Kitlelerle düze nasıl çıkılır?
Haksızlık edene hesap sormayan
Cehaletin çemberini kırmayan
Kitlelerle düze nasıl çıkılır?
Bu millete revamıdır bahtsızlık
Vermiyor mu size hiç rahatsızlık
Kişisel çıkarlar için haksızlık
Edenlerle düze nasıl çıkılır?
Hizmet için yapılmıyorsa yarış
Nasıl sağlanacak toplumda barış
Yetkilide yoksa ileri görüş
Seçenlerle düze nasıl çıkılır?” Yusuf Değirmenci
Vermiyor mu size hiç rahatsızlık
Kişisel çıkarlar için haksızlık
Edenlerle düze nasıl çıkılır?
Hizmet için yapılmıyorsa yarış
Nasıl sağlanacak toplumda barış
Yetkilide yoksa ileri görüş
Seçenlerle düze nasıl çıkılır?” Yusuf Değirmenci
Dönelim asıl konumuz olan yolun sonunda Allah’ı
hatırlayanlar konusuna. Sözümüzün başında değinmeye çalıştığımız Allah’a ortak
koşanların, o’na inanmadığını söyleyip Allah’ın olmadığı söyleyen kâfirlerin, bir
de başka varlıkların ilah olduğunu iddia edenlerin katarına Firavun ve nemrut
gibi kendisinin ilah olduğunu söyleyenleri de katmamız gerekmektedir.
Asıl önemlisi tüm bunları yapanların hepsi sapına kadar
birer yalandır. Hem de yalanların en büyüğünü onlar söylemektedir. Niçin
yalancıdır denecek olursa; Allah’ın varlığını bildikleri halde ya inanmıyorlar,
ya ortak koşuyorlar, ya kendilerinin ilah olduğunu iddia ediyorlar, ya da kendi
nefsanî ve şeytani isteklerini Allah’ın dininin üstünde tutuyorlar. Bunlardan
her hangi birisinin, her hangi bir tehlike ve içinden çıkılması zor bir durumla
karşı karşıya olduğunu aklınıza getirin. Sıkışınca hangi varlıktan ve hangi
ilahtan yardım isteyeceğini düşünün. Denemesi bedava; hepsi hemen kendi
dillerinde de olsa Allah’ı hatırlayacaktır. Ve ona sığınacak, ondan yardım
isteyecektir.
Mesela ayağı taşa takılıp düşecek olsa, hemen bir anda
isteyerek veya istemeyerek ağzından çıkacak ilk kelime ‘Allah!’olacaktır.
Denizin ortasında gemi su alıp batıyor olsa Allah’a sığınıp ondan yardım
isterler. Kurtulunca yine bildiklerini yapar ve bildikleri ilahlarının peşinden
koşarlar.
Onun için derim ki; Allah cüz’i iradelerimizi elimize vermiş
diye, o irademizi yanlış işlerde, yasak ettiği, hoş görmediği işlerde
kullanmayalım. Yaptığımız her kötü işin ve özellikle başkalarının haklarına
tecavüz ederek, her kul hakkı doğuran eylemin bir cezasının olacağını
unutmayalım. Her güzel ve faydalı işin de bir mükâfatı olacağını bilerek;
mükâfatların daha güzellerine ulaşmayı hesap ederek ve dünyayı satın alamayacağımızı
bilerek; Allah’ın rızasına erişmek için yaşayalım. Her an ölebileceğimizi
düşünerek ve dinimizin koyduğu kurallar çerçevesinde hakkımıza razı olarak
yaşayalım.
Biz istesek de istemesek de, rabbim bizi kendisinin razı
olduğu hayatı yaşamaya çağırıyor. İnanmayanı bir an önce kendisine inanmaya ve Müslüman
olup boyun eğmeye, inananları da dininin kanunlarına uygun hareket etmeye çağırıyor ve
kurtuluşun bunda olduğunu da yüce kitabında haber veriyor. Ama insanların
kimisi inanmak istemiyor, kimisi hakikati kabullense de başka ilah veya ilahlar
arıyor. Kimisi de inandığını inandığı gibi yaşama gereği duymuyor. İnancını
yaşamak için bilmesi gerekenleri öğrenme gereği duymuyor.
İster kendini yaratan hak tealayı arayıp varlığını idrak
etme gereği duymasın, ister inatla inanmasın, ister inansın ama inandığını
yaşamasın. Bunların hiç birisi Allah’ın olmadığı anlamına gelmez. Anlatacağım
hikâyede olduğu gibi; onun yolundan gitmeyenlerin haklı olduğu anlamına gelmez.
Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak
için berbere gider. Tıraş olurken değişik konular üzerinde konuşulduktan sonra,
konu Allah ile ilgili konulara gelir. Tıraş olan adam berbere Allah’tan, onun
dininden ve kullarını dinine çağırmasından bahseder. Berber: ''
'' der. Adam: '' Peki neden
böyle diyorsun? '''' '' deyince '' '' der.
Ne kadar yok denirse densin. Allah vardır. Bile bile yok
desek de, ortak koşsak da, hatta kendimizin ilah olduğumuzu iddia etsek de,
inanıp doğru dürüst yaşamasak da, Rabbimizin istediği gibi tam teslim olsak da
allah vardır. Bizi cüz’i irademizi elimize vererek kendisine çağırmaktadır. Çok
yakında külli iradesiyle bize sormadan hiç ummadığımız bir anda yanına alacak
ve her kötü şeyin hesabını soracak ve cehennemini dolduracaktır. Ama her güzel
şeyin ödülünü verecek ve cenneti de Müslüman ve mümin kullarına ödül olarak bir
daha çıkmamak üzere verecektir.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
0 Yorumlar