Senin ismini her duyuşumda, bir yağmur damlasının yukardan
aşağıya düşerek tenime değip içimi bir hoş etmesiyle uyanır gibi uyanıyorum
derin gaflet uykularımdan. Seni yağmurla ve yağmuru seninle sevdim. Cebrail
aleyhisselam vasıtasıyla yüce Allah’tan aldığın vahiy yağmuruyla, yağmurun
toprağa hayat vermesi gibi dünya insanlığına yeniden hayat verdin, insanlığa
yeniden kurtuluş yolunu gösterdin. Yağmur olup gönlüme düşüşün, her yağmur
damlasının vahyin inişi gibi ruhuma indiğini hissederim ruhumun susuzluğa mahkûm
kurak ve bitap düşmüş toprağı andıran diyarlarına.
Yediveren güller gibi hayata güller veren gül kokulu
efendim! Seni özleyip, senin uğruna yanarken, sensizliğin üşüttüğü yitik bir
hayatı gözlemlemenin, yaşantımdaki eksik ve hatalarımın verdiği sana layık bir
ümmet olamama korkusu yitik bir aşkın sevda masalı gibi geliyor bana. Her
geceyi sabaha bağlayan şafak sökümünün günün ağarmasını haber verdiği gibi en
azından seni sevdiğimi ve seni önder bildiğimi bilmenin huzuru içimde şafakları
söktürüyor. Karanlıklardan sabaha çıkacağıma dair umut belirtileri hâsıl oluyor
içimde. Gönlümde yaşattığım geleceğe dair ümitlerimde; biraz özlem ve biraz da
hüzün karışsa da senden bir ışık var.
Bizlerde olmayan ve yaşantılarımızda eksikliğini hissettiğimiz ve sana layık bir şekilde seni severek, seni tam anlamıyla sevmeye mazhar olamamak bizim için ne büyük bir eksiklik olduğunu biliyoruz en azından. Buna rağmen hiç olmazsa dilimizle sevdiğimizi söylüyoruz ya seni hiç tanımayan ve getirdiğin hakikatlerin farkında olmayanlara bakınca; aslında o da bir kurtuluş ümidi sayılır bizim için.
Züleyha’nın Yusuf aleyhisselamda bulduğu güzellik sende.
Senin güzelliğin onun düştüğü kuyu gibi derin bir kuyu, alır götürür bakanları
derinlere… Bakışlarıyla oraya düşenin bataklığa dönüşü olmaz. Ne mutlu seni
kalbine düşürene, kalbinin derinliklerinde senin sevgini bulana. Ne mutlu senin
güzelliğinin ve insanı huzura götüren o engin sevgi ve hoşgörü deryana
dalabilene. Ne mutlu kalbine sen düşene ve daha da önemlisi senin kalbine
düşebilene ne mutlu...
Molla cami der ki; ‘Üç zümreye üç şey çirkin düşer;
padişahlara sertlik, âlimlere mal sevdası ve zenginlere cimrilik’ Ey yüce
Allah’ın kutlu elçisi! Ey âlemlere rahmet olarak gönderilen gül yüzlü sevgili
sultanım! Sen ki; insanların en şereflisi peygamberim! Biliriz ki; sende bu üç
çirkin özelliğin hiç biri yoktur. Biliriz ki; sözü en yumuşak söyleyen sendin.
İsteseydin çok mal biriktirebilecek iken, sen elindekini hep başkalarına vererek
bazı zamanlar kendisi aç kalandın.
Bizler ki; seni örnek almaya çalıyoruz. Bizler ki; senin
rehberliğine muhtacız. Bizler ki; senin yolundayız. Varsın birileri hakkımızda
hep kötü konuşsun. Senin rehberliğine ters düşmeyen konularda biz onlara uymadan,
eleştirmelerine aldırmadan doğru bildiğimiz ve haklı olduğumuz şeyleri
savunmaya devam ediyoruz.
Haklı olduğum konularda doğruyu yapma ve söyle konusunda
mücadeleden asla korkmamaya çalışıyorum. Böyle yaptığımı gören haksızlık
yanlıları ve boş ver neme lazım diyenler; bu dünyayı sen mi kurtaracaksın
diyorlar. Dünyayı kurtaramam belki, ama hacca giden karınca misali, hiç olmasa
bu yolda ölürüm. Biliyorum ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli
diyorlar. Dünyada faydalı işler yapmak için çaba sarf eden, faydalı eserler
bırakmak isteyen birçok iyi insanın değerli biriydi diye arkasından
söylüyorlar.
Biliriz ki; elinde diken yarası olmayan, burnuna gül kokusu
süremez. Biliriz ki; bizden önceki iyi kulların, senin ve ümmetinin çektiği
cefayı çekmeden ölenler ahir hayatında öyle kolayca cennete giremez.
‘Aşk sandığın kadar değil; sevdiğinin uğruna yandığın
kadardır’ diyen Mevlana’nın dediği gibi yüce rabbim senin uğruna yanarak mum
gibi erimeyi ve erirken de cenneti aladaki liva-ül hamd sancağı altında
dirilerek gölgelenmeyi rabbim bizlere nasip etsin. Kevser havuzunun başında
beraber bulunarak mübarek suyundan içebilmeyi nasip etsin.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
0 Yorumlar