29 Ağustos 2012 sabahı
havanın ağarışını izleyerek gün doğarken uyanan “abla” –lezzeti, kokusu bir yana bırakıldığında pekâlâ içilebilen açık
kahverengi duru- suyun, tuvalet için depoya basılmasını bekleyenlere
katılır. Bir gün önceki yağmurda ıslanan, duvar üzeri, hamak ipleri, çatıyı
taşıyan kütüklere salkım saçak serilen giysiler, yoğun nemli havada aynı
ıslaklıkta…
Bir gün
önce alacakaranlıkta görmedikleri Angel
Şelalesi manzaralı kampta, yine taaa Canaima’dan taşınmış yiyeceklerle yapılan
kahvaltı sonrası grup, ucu şelaleye varacak orman yürüyüşüne hazırlanır.
Arkadaşlarının
Caro! diye seslendikleri Carolin, patika
boyunca renkli kurdelelerle işaretlenmiş ağaç, çiçek, vs. hakkında bilgi
verirken sözünü kesen, metalik sesle cırıldayan böceğin, bir gün yaşadığını söyler. Ara sıra, akan ya da göllenmiş su ile kaygan
ağaç köklerinin, yürüyüşü tırmanışı kolaylaştıran basamaklar yarattığı patika
dışında loş orman, göğü gizleyen sık uzun ağaçlarla, sarmaşıklarla sıkıca
örülü. Öyle ki, yerde adım başı rastladıkları yumurta büyüklüğündeki küpe
çiçeğinin düştüğü ağacı ayırt edebilmek mümkün değil.
Bazen,
bataklık zeminde dikkat isteyen, yaklaşık iki saatlik yürüyüş sonunda, -anlattığına göre, Chavez kendisini Küba’ya
siyaset okumaya yollamış ama o dönüp gelmiş- yerel rehber Eliad’ın, dik
tırmanışın başlangıcında, eliyle çizdiği 90 derecelik açıdan hiç hoşlanmayan
“abla”, teyze dâhil dört kişiyle kampa dönmeye karar verir. Dönüşlerinde, Angel
Şelalesi’nin 979 metreden düşüşünü izledikleri ufak mola sonrası vardıkları,
güneşin pırıl pırıl ısıttığı kampta çamaşırlarını yeniden serer, sonra nehirde
yüzmeye giderler. Bu, nehrin -akıntıya
kapılanın kurtulması çok zor- güçlü debisi yüzünden, yüzme olmaz; hızla
akan pas rengi duru su kıyısında “abla”, suya gömülü sağlam bir taşa tutunup
güçlü akıntıda salınmakla yetinir.
Şelaleye
en yakın noktadan bakıp, topluca fotoğraflanan katılımcıların çok yorgun dönüşüne bakan “abla”, dönmekle iyi ettiğini düşünür. Öğle yemeği
yenir; serili giysiler, otlara serilmiş can yelekleri toplanır. Bir gece önce
orada kalındığına dair en ufak iz bırakmaksızın –çöplerin de taşındığı- kanolara yerleşilir, bu kez akıntı yönünde olduğundan üç saat sürecek yola
çıkılır.
Önceki gün
kampa giderken yakalandıkları seri yağmurda, burunlarının dibi dâhil, hiçbir
şey görememiş katılımcılar, korunmasız olanı kavurabilecek güneş altında, sağda
solda, kuşların uçuştuğu sık bitki örtüsü ortasında çağıltıyla akan Carrao Nehri’nin bir başka kolu –Churun- üzerinde
yol alırken, arada, sığ dibe çarptıkça yekpare kütüğün çatırdadığı, yüreklerini
hoplatan rapid’lerden geçerler. Böylece yola çıkmadan gezi programını
okuduğunda tanımadığı rapid kavramıyla
karşılaşıp merak eden “abla” gayet tatminkâr bir yanıt alır: Yağmur mevsiminde dehşetle
akan suyun, zemine, debinin düştüğü kıyılara gelişigüzel yığdığı irili ufaklı
taşlar, bazı yerlerde üzerinde otların yetiştiği adacıklar yaratmış. Kökünden
sökülüp sürüklenmiş bir ağacın da nehrin ortasına boylu boyunca uzanabildiği bu
gibi noktalarda, kanonun burnunda elinde kürekle oturan genç, suya inip
çıkarak, tekneyi itip kakarak tehlikeyi savuşturmaya çalışırken, arka uçtaki,
motoru sudan çeker, bekler, beklerken hızlanır, hızlanır ve kritik noktayı hızla
aşar. Ve elbette rapid geçişleri, kenarlardaki bir karış yüksekliğindeki turist bariyerine karşın, 8-10 sıraya
ikişerli oturmuş katılımcıların, kalan kuru yerlerinin tam olarak ıslanmasına
neden olur.
Nehrin iki
yanındaki sık orman örtüsü üzerinde aniden yükselen, tepeleri dişli, dimdik
yamaçlarından köpürerek şelalelerin indiği Gran
Sabana, Auyan Tepui (2620 m ), Roraima (2723 m ), Chimanta (2700 m ),
Kukenan (2650 m )
isimli çok görkemli sıradağ/kayalara
çöreklenmiş yağmur bulutları tehdidinde yapılan yolculuğa, ara verilir. Grup,
kısa yürüyüşle vardığı, üstten yayılıp köpüklenerek akarken izlediği Sapo Şelalesi’nin, birkaç basamakla
inilen altından, iki kez de mayo ile geçer. Geçişte çarpan yoğun akışın izin
verdiği, suyun, ardını tül perde gibi gösterdiği sakin düşüşte bile, akışın rüzgârı
fırtına şiddetinde…
Mayolar üzerine
geçirilen şort, tişörtle -bunca bol suyla
çürümesi hızlanan bitkinin yarattığı humusu bünyesine almayıp, pembecik rengini
ne yapıp edip koruyan, tek tük bodur ağaçlar, ufak tefek ot öbekleri dışında
tertemiz, çöl kumunda- muhteşem savana manzarası içinde, batmakta olan
güneşe yürüyerek kıyıya varan, son kez kanoya binen grup, ertesi gün ayrılırken
uçaktan, gezinin özeti gibi, tümünü birden göreceği şelaleler önünden
hayranlıkla geçer; suyun, onca patırtıdan sonra sakince dinlendiği Canaima Ulusal Parkı lagününde karaya
çıkar.
Suya
doymuş bedenler kurutulur, ıslak giysiler odaların veranda korkuluklarına
asılır. Akşam yemeğinde çorba, -ekmek
yerine her zaman- pirinç, et dışında, özlenen salata ve bol sebze sevinçle
karşılanır.
“Abla” yatarken
penceredeki cam panelli jaluziyi aralar; yağmur sonrası, bilinmedik
hayvancıkların sesiyle şenlenen, ıslak taze tropik bahçe kokusu ile çevre yolu değil, şelalenin uğultusu!
dediği geceyi dinleyerek derin uykuya dalar.
Raton’dan
Angel Şelalesi
Gran
Sabana
Canaima
Ulusal Parkı görselleri
0 Yorumlar