26 Ağustos 2012 sabahı
otelin, sıcak nemli havayla coşmuş –çoğunluğu
beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, pembe begonvil- çiçekle sarılı terasında
kahvaltı yapan, önceki gün aldıkları talimata uyarak denize gider gibi hazırlanmış grup 8:00’de yola koyulur.
101 yıllık,
halen klasik müzik konserleri yapılan tarihi Heredia Tiyatrosu geçilir; denizin eskiden surları yaladığı, -70 yıl önce doldurularak yapılmış-
Karayip kıyısı boyunca uzanan yol kenarı yeşil alanda spor yapanları, halk
plajlarında, iki yanı ve üstü kapalı tente altlarına yerleşenler -günlük 7 USD’a kiralanıyormuş- izler.
“Benzinin galonu (3.7 lt.), 5 USD (9 TL)…
Kolombiya’nın petrolü var ama gerillalar rafinerileri patlatmışlar. Şimdilerde
Amerika’ya ham satıyor, işlenmiş alıyorlar… Başkan sol eğilimli, Venezuela ile,
Chavez ile ilişkileri düzeltmek için bu iyi.”
Yolun iki
yanındaki yoğun bitki örtüsü mangrove “su rezervini koruyor, bir de balıklar buralara
geliyorlar yumurtlamak için… Shakira’nın memleketinden geçiyoruz.”
Aktif
olmayan Totuma Volkanı, volkan demeye bin şahit ister, iki katlı
ev hacminde alçakgönüllü bir tepe. Çamura girmek için otobüsün perdelerini
kapatıp mayolarını giyen –tam kadro
“abla” grubuna ek birkaç hanım-, ahşap merdiveni tırmanırlar.
Orta boy
bir odadan büyük olmayan kraterdeki kalabalığın caydırdığı birkaç katılımcı
daha, inişin dikkat istediği merdiveni inip lagüne nazır terasa giderler. O
arada, birkaç basamak ahşap merdivenle, ters dönüp girilmesi gereken çukur, önceki grubun ayrılmasıyla
tenhalaşır. İçinde -kasketli- masajcıların
kaldığı, ne yüzülen, ne ayakta durulan, hareketin ancak kenardaki ahşap
tutamaklarla sağlandığı, karılmakta çimento kıvamında ve rengindeki banyoda bir
neşe, bir neşe! Üzerinde, batmadan öylece durulan, Dünyanın göbeğinden gelen şifalı
materyal içinde Reyhan, “çamura yatmak
dedikleri” der, “bu olsa gerek.”
Girmeyen
dostların, çamura belenmiş katılımcıları epey eğlenerek fotoğrafladığı seans,
masaj yaptıranlarla uzar. Omurilik ve tabanlarıyla epey uğraşan masajcısı
“abla”nın muhallebi kıvamına bakarak saçlarına bir kule ekler.
Bedenleri
saran kalın kaygan tabaka yüzünden havuzdan çıkmak, girmekten çok daha zor. Yapışkan
çamurun büyük kısmı, zemini kafesli çıkışta, kasketli iki adam tarafından
sıyrılır ise de, kalanla yalınayak lagüne yürümek, ek neşe getiren ciddi
performans gerektirir. Terastaki temiz pak katılımcıları pek eğlendiren geçit töreni,
gölde, çamurluları, ellerindeki plastik taslarla bekleyen yaşlı yerli kadınlar
önünde biter. Mary Hanım sıyırdığı mayosunu çalkalarken “abla” yıkanır;
elbirliğiyle temizlenilir. Bu arada, temizlediklerinde, teyzenin yüzünü terk
etmeyen lekeleri görünce hep birlikte duraklayan kadınlar, nedenini bilmek
isterler. “Abla”nın beden diliyle canlandırdığı sahneyle düşerken yüzünü çarptığını anladıkları teyze için Mary Hanım, beden
diliyle bir reçete verir; asnika isimli bitkiyi güzelce ezip, berelere sürmesi iyi gelecektir.
Herkesin
kendisine masaj yapanla yıkayanı
parmakla gösterdiği hesaplaşma faslı biter, araba yola koyulur. “Abla”nın “…meğer mandaların bir bildiği varmış”
lafına gülünürken okyanusla lagünün karıştığı, kıyısına kanolar sıralı balıkçı
köyü, ağaçlık Totuma’da durulur: Modern
bir kilise, kenarında haçla bir çocuk bahçesi, bir polis merkezi, yan yana
turuncu, yeşil parlak renkli evlerden birinin mavi kapısı önünde dikiş makinesi
başında bir kadın, 5-6 çocukla etrafı çevrili bir büyükanne…
Dönüş
yolunda “abla”yı eğlendiren görüntü: Bir adamın iteklediği, üzeri naylon örtülü
üç tekerlekli araba üzerinde süslü bir yazı, Cafeteria Reynaldo.
Cartagena’ya
varılır: Otel çevresinde naylon eldivenli hanımların, incecik çıtır krep
arasına sürdüğü -sütle şeker pişirilerek
yapılan- yerel tatlı üzerine serpilen kıyılmış fındık, fıstık sattığı
arabalar yanında kaldırımda bir de çok tanıdık ekipmanıyla pamuk şeker arabası…
Ahalisi lastik
terlik, tişört, şortla etkili yağış altında huzurla gezinirken, -turist olduklarını her hallerinden belli- yağmurluklu
“abla” grubu birkaç meydan, sokak sonra ulaştığı, çok güzel el işi ürünlerle
dolu dizi dükkânları gezer.
Acıkmış
grubun bir sonraki durağı, ortasında çıkrıklı kuyu barındıran açık avluya bakan
saçaklar üzerindeki kedi heykelcikleriyle pek süslü, bol ödüllü balık lokantası
Juan Del Mar; Karayip Denizi’nden balık
çorbası seçen “abla”nın önüne gelen, leğen boyutlu, lezzet dolu kâsede yok,
yok!
Çiçekler
sarmış mavi balkonların çakılmış gibi durduğu kolonyal bembeyaz evli sokak
aralarından, bu kez teyze de görsün
denilerek varılan Cafe del Mar’da –epeydir
özlenilen çay yerine- rojo (kırmızı), verde (yeşil), negro (siyah) seçenekleriyle
şişede soğuk çay var. Soğuk olması yeterli değilmiş gibi buz dolu bardakla
sunulan çok lezzetli kırmızı çayın etiketinde yazılı içeriği; kırmızı çay ekstresi, cherry, blackberry
suyu, natural koku/tatlandırıcı ile C vitamini. Yeşil çay ise ballı…
“Abla”
grubunun bir sonraki aktivitesi, eski
kenti faytonla gezmek: Yaklaşık 40 dakika süren gezi boyunca, karşılıklı
ikişer kişi oturdukları, arkasında bir çift fener, beyaz döşemeli kanepede
kaykılıp çatılara, balkonlara bakan “abla”, yürürken gözden kaçan, günbatımıyla
renklenmiş pek çok güzellik yakalar. Çizdikleri çember tamamlanıp başlangıç noktasına
geldiklerinde, sürücü, araba ve atlar ile fotoğraf çekimi için ayaklanırlar;
yanlarından geçerken makineyi verdikleri adam, ne kadar uğraşırsa da çekim
yapamaz. Batarya yetersiz işareti
görünen makine küçük kız kardeş tarafından incelenirken teyzenin makinesine poz
verilir; küçük kız kardeş bataryanın yeni olduğundan emindir, bir kez daha rica
edilir. Bu arada arkaya yığılıp kornalarına abanan arabaların feryadına yetişen
–turist bilinci gelişkin- trafik
polisi, onca patırtı arasında, kendisi gibi engin gönüllü sürücüyle bir sohbet
tutturur. Sonunda kardeşin makinesiyle de fotoğraflanan dörtlü, aradan geçen
uzun sürede aralarında bir tür yakınlık gelişmiş, sürücü, fotoğrafı çeken, ucundan trafik polisi ile sevecenlikle
vedalaşır.
Girişini, uzanmış
bir Botero tombulu heykelinin süslediği Santo
Domingo Meydanı’na varan dörtlünün niyeti, meydanın gece ilerledikçe artan
şenliğini izlerken biraz dinlenmek iken açık buldukları galerideki Eladio Gil Zambrana Retrospektifi
başlıklı sergiyi gezerler. 1921’de doğup 2011’de ölen sanatçının -biri Picasso, birkaçı Botero etkili-
tabloları, heykelleri yanında en önemli eseri, ülkenin sembolleri arasına
girmiş La India Catalina , yerli
kız heykeli.
Meydanda,
ellerinde mönülerle kızların çekeleyerek “abla” grubunu oturttuğu masada,
dondurma, meyve suyu, erimiş dondurma ile
çırpılmış çilek Malteada (8 USD) içerken, gecenin ilerlediği (20:30) saatlerde, her köşeden bir
müzik, dans izlenir. Yan masada birlikte oturduğu sevgilisine, seyyar
müzisyenlerden birini çağırarak gitarla parçalar hediye eden sarhoştan,
yakındaki masalar da yararlanır. Kilisenin kapalı geniş kapı girintisinde
konuşlanmış oğlanların çaldığı davul, flüt ve yerel enstrümanla yapılan Afrika
müziği eşliğinde dört kız, Kolombiya bayrağı renklerindeki geniş eteklerini
dalgalandırarak çıplak ayak dans eder.
Dönüşte,
sıkıca kapalı buldukları otelin kapısındaki halkayı kullanarak seslerini
duyurdukları görevli tarafından içeri alınır, ortadaki havuzdan yayılan incecik
nemli serinlikte odalarına çıkarlar.
Mangrove
görselleri:
TotumaVolkanı
çamur banyosu:
0 Yorumlar