Mayıs’ın 27’si Pazar sabahı, Gülçimen Köyü’ndeki son günlerinde, Naciye Hanım’ın eşinin talebi üzerine hanımların erkenden mayalayıp kabarttıkları bir ufak leğen dolusu hamur bahçeye çıkarılır. Emaye sac küçük tüpe bağlanır ama hortum girişindeki –ne işe yaradığı meçhul- minik pencere keşfedilip kapatılana dek ısıtılamaz.
Oklavayla açılıp, havada, semazen dervişlerin etekleri gibi dalgalanarak çevrildikten sonra saca serilen, pişer pişmez tereyağı sürülerek, çayla beraber, bir büyüyüp bir ufalan gruplara sunulan lavaş operasyonu gün boyu sürer.
Ertesi sabah, Mayıs’ın 28’i, Naciye Hanım grubu, -ellerinde su dolu kaplar- komşularla, son dakika “abla”nın eşarbını dişleyip delikler açan Demir tarafından uğurlanır. Hınıs’ta çok oyalanmadan Erzurum minibüsüne binen Naciye Hanım ile “abla”, 2101 rakımlı Akören Geçidi’nde az bekleyerek aldıkları yolcuyla Tekman’ı bypass eder, Kürtçe bozlaklar dinleyerek Pasinler’de yağmurun eklendiği yolculukla 1890 rakımda 383.000 nüfuslu –Tekman’da ebe bulunmadığından, annesinin kızakla, subay dayısının yanına, karnında gelip 1958 yılının beşinci ayı 23. günü hayata gözlerini açtığı, havasını soluduğu, bir yanı hep oralı kalacak- Erzurum’a varırlar.
Mahallebaşı Garajı’nda inip Hınıs Birlik bürosuna bagajlarını bırakan, akşam kendilerini havaalanına götürecek taksiyle sözleştikten sonra yürüyerek Erzurum merkeze inen “abla” ile Naciye Hanım, “yabancı” olarak hemen tescil edilirler, hatta çilli bir oğlan Rus olup olmadıklarını merak eder. Ahali çok yakınlık gösterir; öyle ki, bakındıklarını gördüklerinde “nereyi, kimi aradınız?” diyerek yardıma çalışanlar olur.
Bakımlı Kongre semtinde, Atatürk’ün Erzurum Kongresi’ni yaptığı bina önünde Naciye Hanım’ı fotoğraflayan “abla”, damadının birkaç ay önce çekim için geldiği sıra götürüldüğü, anlata anlata bitiremediği Cağ Kebabı yemeye Hacıbaba’ya giderler. Tabelalarda Tortum Cağ Kebabı diyerek kökeni korunmaya çalışılmış; közlenmiş biber, süzme yoğurt, söğüş soğan, domates ve ayranla servis edilen, ufak şişlerle getirilip lavaşa sıyrılan lezzetli yaprak et, atadan kebapçı kibar beyin “tamam mı, devam ediyor muyuz?” sorusuna “hayır” diyene dek sürer. Hafif şerbetli hamur tatlısı Kadayıf Dolması ile süslenen yemek sonrası ikili, sokağa, yağmura çıkar Çifte Minareler’e yürüyüşe geçerler.
Değişik modellerde boy boy çeyiz sandıklarının üretilip sergilendiği, satıldığı sokağı tırmanan, restorasyonda Çifte Minareler arkasındaki, odalarının duvarları dâhil her yan eski eşyalarla dolu, özgünlüğü korunmuş tarihî Çifteler Konağı’nda mola veren ikili, erken uyanma, yolculuk ve onca yürüyüş sonrası öyle yorgundur ki davetkâr sedirlere uzanmamak için kahvelerini içer içmez sokağa dökülürler.
Taş Mağazalar Caddesi’nde gümüş, hakikisinin milyarlar değerinde olduğunu öğrendikleri oltu taşı tespihlere bakarlar; gün tükenirken de havaalanına gitmek üzere garaja yürürler. Yolları üzerinde bir iki binanın cephesine, mozaikle yapılmış erkek portreleri ilgilerini çeker, bu da “abla”nın makinesindeki son pozla belgelenir.
Birkaç saat beklemeleri gereken, üçte ikisi bebek-çocuk dolu uçakları, bereket bu kez aktarmasız, İstanbul’a yollanır. Naciye Hanım’ın oğlunun karşılayıp evine bıraktığı, bagajına bir de mantar dolu koli eklenmiş “abla” gecenin ileri saatlerinde Karapati ile damat tarafından sessizce karşılanır.
0 Yorumlar