Festival biter, "abla" gece yolculuğu ile evine döner; her kış bir iki komşu ev tadilat yaptırdığından yarı şantiye, ot bürümüş bahçeyi yaran patika başında inerken birden fark eder: Çiçeklenmesini, hasretle 11 aydır beklediği iğdenin yerinde bir boşluk!
Bir yıl önceki festival yokluğu sırasında, ağaç kalınlığındaki dallarından biri kesilmişken bu kez, belli ki "abla" festival için yola çıkar çıkmaz, faili malum komşularının manzaramız kapanıyor dilekçesiyle, küçük kız kardeşinin hortum yetişmiyordu, ben kovayla su taşıyarak... diye anlattığı caanım iğde, geride 40 cm çaplı hüzünlü bir iz bırakarak tarihe karışmış.
2012 yılı 23 Nisan'ının Pazartesiye denk gelmesi, "abla"nın kız kardeşleriyle, yumuşak, sıcak bir kaç veranda günü geçirmelerini sağlar. İğdenin boşluğu ise verandadaki alçak sütuna konan iri sakız sardunyası saksısı ile giderilmeye çalışılır.
Dördüncü evdeki emekli büyük elçi de iğdenin kaderini paylaşmıştır; yardımcısı hanım veranda kenarından bir tabak helvayı "abla"ya uzatırken "40 gün oldu," diye anlatır, "İstanbul'a ben de gittim cenazeye... Son zamanda aklı da gidip geliyordu, vallaha iyi ki ölüm var."
Reenkarnasyonun ateşli savunucusu "abla" çoktandır, ölüm ve ötesi üzerine yazmak istemektedir ama kişisel deneyim eksikliği yüzünden, muhteşem kitaplarını -Üçüncü Göz, İkinci Beden, Hermit, Antiklerin Mağarası- hayranlıkla okuduğu Lobsang Rampa'dan alıntı yapmayı daha doğru bulur.
on1 Yayını, -"teyze Fanny, sana bir ölçü daha bira servis edeyim" gibisinden, Google'da çevirilip üstünkörü elden geçirilmişe benzeyen çevirisine takılınmazsa- Lobsang Rampa, Gerçeğin Bilgisi kitabının Bir Bölümün Sonu kısmında ölümü anlatır, (s.121): "Annesinin karnındaki bir bebek, bu sıcak ve rahat içinde ölür ve gönülsüzce dışarıdaki soğuk, zor dünyaya doğar. Doğum sancıları ölüm sancılarıdır; ...Çoğu kez ölüm tamamen acısız bir süreçtir. Gerçekte, ölüm yaklaşırken doğa değişik metabolik değişim şekillerinde, beden sistemlerine bir tür anestezi sunar:...
Ölüm, bu dünyadan sonraki dünyaya geçişin fiili durumu, bu fiziksel bedenden ayrılışın gerçek durumu, ölüm anında çoğu bedene gelen anestezik hususlar yüzünden acısız bir süreçtir...
...Nefes alma durur. Hazır bulunan bir klervoyan, bedenin üzerinde şekillenen soluk bir sise benzeyen bir bulut görebilir. Bedenden, genellikle de göbekten akar; yine de değişik insanların Gümüş Kordonun farklı çıkış noktaları vardır.
Bulut giderek bütünleşir ve daha yoğun olur... Giderek bedenin üzerinde bir gölge şeklini alır; ölüm süreci ilerlerken, şekil daha da o bedene benzer hale gelir. En sonunda birçok organ tükenirken, bulutumsu form sonunda üzerinde yüzdüğü bedenin tam şeklini alarak yoğunlaşır ve büyür.
Gümüş Kordon, gerçekte astral beden olan bulutumsu form ile fiziksel bedeni birbirine bağlar. Bu kordon, sonunda kopup ayrılana kadar giderek incelir. Beden tamamen öldüğü zaman , gümüş kordon kopar ve ona bağlı ruh varlığı, varoluşun bir başka seviyesine uçar. Bir kere sisli figür gittiğinde, etsel zarfa ne olduğunun artık önemi kalmaz. Yakılabilir ya da gömülebilir.
Belki burada bir an konu dışına çıkıp, bir uyarı olarak yorumlanabilecek bir şeyi söyleyelim. Çünkü yeni "ölmüş" birinin yaşamaya devam ettiğini çoğu insana anlatmak gerçekten zordur! Bir kişi öldüğü zaman, o kişi mümkünse iki ya da üç gün dokunulmadan bırakılmalıdır. Bu bedeni götürüp bir cenaze evinde bir tabut içinde tutmak ve tanıdıklarının oraya gidip, çoğu zaman anlamını bilmedikleri her tür yorumlar mırıldanmaları kesinlikle sakıncalıdır.
Gümüş Kordon kopana Altın Kase kırılana kadar, havada yüzen astral, geçmişi hakkında yorum yapanların düşüncelerini algılayabilir. Üstelik bu beden üç gün önce yakılırsa, astral figürde çoğunlukla bir ağrıya sebep olunabilir ve yeterince ilginç olan, bu acı, sıcak ateşin acısı değil, yoğun bir soğuğun acısıdır...
Bedeninden ayrılmış ruh, gelişmiş bir ruhsa, yani ölümden sonraki hayatın farkındaysa, o zaman, geçmiş yaşamın bütün olaylarının görüldüğü, bütün hataların anlaşıldığı ve değerlendirildiği Anılar Salonu olarak bilinen yere gitmesine yardım edilir. Bu, elbette, bazı dinlere göre Yargı Günü ya da Yargı Salonu'dur. Ancak bizim dinimize göre insan, kendi kendini yargılar ve kendini yargılayan insandan daha amansız yargıç yoktur.
Maalesef, bir sonraki-yaşama inanmayan bir kişinin ölümü adeta hiç bitmez. Bu durumda, bir süre karanlıktaymış ve siyah bir sisin içindeymiş gibi etrafta süzülür. Yine de bir varlık şeklinde olduğunun farkına varana kadar, giderek daha mutsuz olarak etrafta sürüklenir; sonra belki eski bir öğreti ona yardıma gelecektir. Bu varlık Güneş Okuluna götürebilir; o bir Hıristiyan ya da Müslüman olabilir. Temel bir eğitimi ve şeyler hakkında bir ön bilgi aldığı sürece, onun hangi inanca mensup olduğunu önemli olmaksızın, yardım edilebilir.
Bir kişinin Hıristiyan inancının bir mezhebiyle büyütüldüğünü farz edin; o cennet ve melekler hakkında düşünce formlarına sahip olabilir. Ancak elbette, Doğu'nun belli bir bölümünde yetiştirildiyse, canlıyken tatmin edemediği bütün bedensel zevklerin ona hazır olduğu farklı türde bir cennet düşündürecektir.
...Varlık en sonunda, çevresindeki çeşitli yanlış düşünceleri ve hataları fark etmeye başlayıncaya kadar belirsiz bir süre bu durum devam eder. Örneğin, meleklerin kanatlarının eridiğini görebilir ya da bir doğuluysa, güzel bakirelerin, düşündüğü kadar da güzel olmadıklarını fark edebilir!.. Böylece bir takım şüpheler ortaya çıkar; düşünce formları şüpheleri, görülen gerçeğin şüphesi.
Arkadaş, iyi bir adam değildir, cehennemi düşünür, her tür acıları yaşar. Çünkü değişik önemli noktalarda onu kışkırtan yaşlı bir şeytan imajına sahiptir. Kükürt, sülfür, ateş ve daha çok bir kimya laboratuvarında kullanılacak bütün o karışım maddelerinin düşüncelerine sahiptir...
Şüpheleri giderek büyür, ruhsal zekâsı giderek ruhsal dünyanın "sosyal işçileri" diyebildiğimiz şeye ulaşabilir olur. Sonunda, yardıma uygun hale geldiği zaman, insan imajinasyonunun inşa ettiği bütün yapmacık destekleri temizler. Gerçek realiteyi görmesine izin verilir, bu taraftan çok daha iyi bir yer olan ölümün diğer tarafını görmesine izin verilir.
...Böylece, geçmiş yaşamlarında ne yaptığını görmek için Anılar Salonuna girer, öğrenmesi gereken şeyi nasıl becerememiştir? Ve sonra, yanlışlarını ve başarılarını gördüğü zaman, özel rehberlerle görüşür. Rehberler, Kızılderililer ya da uzun sakallı Antik Çinliler değildirler, sadece kendi tipinde, kendi inanışında, o mekana gelen varlıkların problemlerini bilen çok özel danışmanlardır. ...Bir kişiye, daha sonra özel bir iş elde edebilmesi için, ne gibi niteliklere sahip olması gerektiğini anlatan bir Kariyer Danışmanı gibi, bu adamın ne öğrenmek zorunda olduğunu görebilirler.
Bu toplantıdan sonra, kişinin, bir dişi ya da bir erkek olarak, küçük bir bebek bedeninde bu Yeryüzüne dönebilmesi için, koşullar ve durumlar seçilir..."
Eski yazılarda bunca tekrara karşın, -felsefeci- ortanca kız kardeşinin ölümden öte köy yok! yaklaşımına aklı ermeyen "abla", yeri geldikçe kaygısını ortaya koyar. Üç kardeş, Ahmet Ümit romanından uyarlama Bir Ses Böler Geceyi filminden çıktıklarında konuşurlarken, ortancaya, "öldüğünde çok şaşıracaksın, birlikte gidelim, o halini kaçırmak istemem" dediğinde, düşünceleri genelde ortanca ile "abla" arası bir yerde konumlanmış küçük kız kardeş, "ben de gelmek isterim," der, "ya biriniz ya diğeriniz çok şaşıracak, bu eğlenceyi kaçırmayı istemem."
0 Yorumlar