Eskiden olsaydı… - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

20 Mart 2012 Salı

Eskiden olsaydı…

Dondurucu soğuklar geride kalmış, evde odun ve kömürün sonu gelmişti. Güneşte oturmanın keyfine doyum olmazdı. 21 Mart, böyle bir zamanda tüm Adıyamanlıları kırlara davet ederdi. Çocukluğumun en doyulmaz anlarıyla dolu zamanlarından birisi de Nevruz Bayramı’ydı. Adıyaman’da “Sultan Nevruz” derlerdi… Şehir merkezinin hemen üstünde, Karadağ’ın eteklerini boydan boya kaplayan alana adını veren Nakip’in Havuzu, Sultan Nevruz’un da kutlanacağı alan olarak bilinirdi. Her yıl, neredeyse hiç ayrım (ayrımı bile bilmezdik) yapmadan tüm Adıyamanlıları orada görmek mümkündü. Adeta bir panayırı andıran Nevruz kutlaması, daha çok piknik havasında geçerdi. Kimse ekonomik koşullarını öne sürerek Nevruz’dan kaçmazdı. Kimin evde neyi varsa o yapılır, eşyalar toplanır, yola düşülürdü. Neler yapılmazdı ki, kebaplar baş tacıydı… Çiğ köfte, mercimekli köfte, soğuk köfte gibi çeşitli köftelere karşın, içi kıymalı, dolmalı köfte gibi farklı yemekler de yapılırdı… Bazı evler “karıştırmalı pilav” yapardı. Pirinçli ve bulgurlu olarak yapılan karıştırmalı pilavın özelliği etle yapılıyor olmasıydı. Salata o zamanlar bilinmese de, “manca” denen karışım da salataya benzerdi. Bütün bunların yanında yaprak sarması, lahana sarması, kabak, patlıcan ve biber dolması da yapılırdı. Mahşeri bir kalabalık içerisinde de olsa çoğunluğu bir birini tanır, muhabbetin ardı arkası kesilmezdi. Kâğıt oynayanlar, domino taşını eline itinayla dizenler olduğu gibi, gençlerin oyunları ise çoğunlukla ya futboldu (o zamanlar top oynama derlerdi). Bizim gibi çocukların oyunuysa körebe, uzuneşek, ip atlama ve çelik çomaktı… En sevdiğim ise Karadağ’a çıkıp, Nevruz çiçeği aramaktı. Hele bir de bulursam var ya, değme keyfime… Her Nevruz’da daldan dala gezmekten, bir yerlerimi yaraladığım da olurdu. Adıyaman’da “göl” diyebileceğimiz bir su olmadığından “sulama amaçlı” kurulan ama “yüzme” için de (biz çimme derdik) kullanılan Nakib’in havuzu, terlediğimizde atladığımız yer olurdu. Nevruz’un bir diğer özelliğiyse bekâr ve nişanlılar için ayrı bir anlamının olmasıydı… Nişanlı olanlar, Nevruz’da bir birlerini görme şansını elde ederlerdi. Erkek tarafı, kız tarafını Nevruz’a davet eder, bütün ikramı onlar yapardı. Bazen koyun keçi kesildiği de olurdu ama Adıyaman tabiriyle “en ağır yemekler” gelin hanımın şerefine yapılırdı. İkincisi ise bekârlar için Nevruz’un ayrı bir anlamının olmasıydı… O gün, genç kızlar en güzel elbiselerini giyinir, takar takıştırırdı. Erkekler ise bayramlık elbiselerini giyer, Nevruz’un yolunu tutarak, annesinin ısrarla bakmasını istediği kıza bakmak için dört döner, kendisini göstermek için de bazen komik hareketler bile yapardı… Fırsat bulanlar, ailelerinin oturduğu yerden biraz uzaklaşarak, bir ağaç altında iki kelam etme şansını yakalar ve bu onların hayatında görüp görebilecekleri en büyük mutluluk olurdu. Bunla yetinilmezdi tabii. Kırlara çıkınca çiçek toplamamak olur muydu? Nasılsa bir buket çiçeği sunacağı çiçek gibi sevdiği yanındaydı… Gençler birbirlerini beğenmişlerse de, kısa zamanda görücüler gelin hanımın evini ziyarete giderdi… Nevruz’da tanışıp evlenenlerin sayısı hiç de yabana atılmayacak kadar çok olması, Nevruz’a “sultan” lakabının uygun görülmesi, çocukluk hatıralarımız arasında unutulmaz bir yere oturtulması, Adıyaman’ın Nevruz’a verdiği aşırı önemi gösteriyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla düşülürdü yola… Akşamdan hazırlanan yiyecekler, kap ve kacaklar sepetlere, selelere doldurulur, herkes birisini alarak yola düşerdi. Araç olmadığından, şehrin tamamı yaya olarak Karadağ’ın eteklerinde yerini alırlardı. En şanslı olanlar çeşmenin başını tutanlardı. Bunun için de erkenden yola düşmek gerekirdi. İkinci şanslılar ise ağaç gölgesi bulanlardı. Ve istisnasız her Nevruz’da “güneşi görmek” için çıkılan kırlardan ıslanarak dönülürdü. Yemeğin en güzel anında bastıran sağanak yağmurdan korunmak için ağaçların altına sığınılırdı ama bu yeterli gelmezdi… O hengâmede en şanslı olanlarsa aynı ağacın altına düşen nişanlılardı… Sıcaktan yansak da, yağmurdan ıslansak da Sultan Nevruz’un tadına doyum olmaz, koca bir kent bir arada eğlenmenin keyfini sürerdik… Ve unutulmaz anılarla dolu bir Nevruz’u daha tamamlamanın hazzıyla evlerimizin yolunu tutardık, yorgun, argın ama mutlu bir şekilde… *** Şimdi Nevruz’un “sultanlığı” kalmadı. Zaten Nevruz’u kutladığımız Nakib’in havuzunun yerinde yeller esmiyor, zira Karadağ’ın eteği binalarla doldu. Eskiden olsaydı bugün Nevruz için kırlara çıkar, aynı coşkuyu, aynı hazzı almaya çalışırdım… Eskiden olsaydı… Twitimden seçmeler “Aklından bir sayı tut” John Verdon’un kitabını okuyorum, müthiş bir şey. Okumayanlara tavsiye ederim, sürekli bir sonrası için heyecan var. www.twitter.com/naifkarabatak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar