Banner

Beni TV Karşısına Oturtan Kadın

Zaten televizyon izlemeyi sevmeyen bir adamım. Arada bir televizyonu açtığımda da yemek programına denk gelince deli oluyorum. Nefret ediyorum birader! 24 yaşındayım, 5-6 yaşından 20 yaşına kadar her gün televizyon izledim neredeyse. 15 yıl boyunca herkes aynı yemekleri farklı isimler vererek yapıp duruyor. Dekoru değiştir, sunucuyu değiştir, gerekirse yemeğin adını değiştir, ver yayına gitsin. Bir de konuk falan al, ya bi çakma doktor olsun, "oram ağrıyo buram ağrıyo" diyenlere öneriler dağıtsın; ya da popçunun tekini çağır yayına, şarkı söylesin kıvırtsın. Böyleydi bu yıllardır, hâlâ bu şekilde devam eden onlarca program var.

(Yemekteyiz denen aptallığa hiç bulaşmıyorum bile...)

Ama bir kaç haftadır ekran karşısında takılıp kalmamı sağlayan, yüzümü gülümseten bir şey var. Mucize Lezzetler diye bir program bu, hiç sevmediğim bir kanal olan NTV'de yayınlanıyor. Bi hatun çıkıyor ekrana, tavırlar falan böyle "Ayıkıyon mu?" hesabı bakışlar bilmemneler... Yerinde duramıyor, kıpır kıpır sürekli, ama bunu aptalca bir şebeklikle de sergilemiyor; delikanlı bir duruşu da var icabında. (Bu cümleyi yazarken bile omuzlarım gerildi, kafam öne doğru çıkıp sağa yatarken sol gözüm kırpılıp ağzım yamuldu.)


Bakıyorum yaptığı yemeklere falan, Kararında Levrek, Biber Kayığında Uyuyan KıymaBaskı Altında Çorba, Zencefille Keyiflenmiş Dominant Mantar, Salda Sarhoş Çilek Tarifi gibi isimler var. Çok deli, çok acayip. Bunu Yiyen İmam Bayıldı, Üstü Açık Karnıyarık, Fasulyelerin Üstünlüğüne İsyan Eden Pirinç Pilavı gibi isimlerle karşılaşmak hiç şaşırtmaz yani. Absürd bir iş yapıyor çünkü Refika Birgül. Orjinal işler peşinde, yıllardır aynı şeyleri yapa yapa aşınmış olan televizyon kanallarının karşısına geçip "O iş öyle olmaz canım, bırak bi. Ya bırak bi, bak yemek programını şöyle yapmak gerek artık" gibisinden dalıyor muhabbete sanki. O mutfağında kafasına göre takılırken birileri gelip kameraya çekmiş gibi. Çok keyifli, çok neşeli. Yukarıdan yukarıdan döküyor mesela baharatları, sosları falan. Tadını çıkartıyor ve en önemlisi zevk alıyor.

Program zaten haftada bir gün. O da en fazla 25 dakika sürüyor. Uzata uzata, sündüre sündüre yapmıyor yani programı. Tak tak tak gösteriyorlar neyin nasıl yapıldığını, yapılması gerektiğini, o kadar. Gereksiz detaylara yer yok. En sonunda da çağırıyor arkadaşlarını falan, hep beraber oturup nımnımnım nımnımnım yiyorlar, keyiffff... Bazen de kimseyi çağırmıyor, kendisi yiyor nımnımnım nımnımnım...

Bir de öyle bir terası var ki, "Nasılsa bir gün ölüp gideceğiz, bari şöyle bir manzara olsun gözümdeki son kare" diyorsunuz baktığınızda. Bu seçiminden de anlıyoruz ki Refika tam bir keyif insanı. Hatta tahminimce kendisi "karşılıklı rakı içip Müzeyyen Senar dinlenebilecek" nadir kadınlardan.

Atölyesinin güzelliğinden bahsetmişken, tarihine değinmemek de olmaz.

"Simotas Apartmanı. 1923’te Arditi ailesi tarafından yaptırılmış. Adını Rum mimarından alıyor. Musevi Arditi ailesi yıllarca yaşamış bu apartmanda. Diğer daireleri de kiraya veriyorlarmış. Önce Varlık vergisi sonra 6-7 Eylül olayları derken 60’lara doğru aile Türkiye’den göç etmiş. Sonra apartman elden ele dolaşmış. Tüpçüsünden, tokacısına, terlikçisinden abajurcusuna kadar türlü türlü imalatçı yerleşmiş. 70’lerde bir işadamı almış ama akabinde hemen batınca hiç ellemeden satmış. Sonra bir sinemacı almış, otele döndürmek istemiş, sıkı bir tadilattan geçirmiş ama otel olarak açamadan o da batmış. Bina bankaya kalmış. 2004’de Refika’nın ailesi almış. Öyle boş boş dururken sonunda Refika el atmış. İki kamyon çöp, sıkı bir temizlik, boya badana, tamir, tadilat derken (kendi bile pirelenmiş) apartman yeniden can bulmuş.

(...)

Güzel olan şu: Refika sadece kendine yer yapmamış. Apartmanı elden geçirip orasını burasını düzeltirken başkalarına da bir “nefes” yaratmış. Oda oda kiralamış ama öyle rastgele bir kiralama değil: Bir felsefesi var.

Felsefesi şu: İşi gücü müşterisi yerinde girişimciler değil de, yeni başlamış, parası ve yaşı (40 yaş üstündekilere yer yok!) henüz olmayan, yaratıcı, genç insanlar gelsin. Burada bir imece olsun. Herkes birbirinden bir şeyler alsın.
Hakikaten de öyle olmuş. Bir odaya iki grafik tasarımcısı genç kız yerleşmiş, bir odaya bir dans atölyesini kurmuş, bir başka odaya bir mimar yerleşmiş, bir odada bir avukat, üst katta bir heykeltraş.. Odaların hepsinin kapıları açık. Herkes herkesle selamlaşıyor, konuşuyor, fikir alışverişinde bulunuyor. Parası olan kirasını veriyor, olmayan emeğini." [Mutlu Tönbekici, Vatan Gazetesi]

 ***


Dediğim gibi. Televizyonu sevmediğim gibi, yemek programlarından da nefret ederim. Ama haftada bir gün oturup bu kadını izliyorum. Onu izlerken keyif alıyorum. Neden peki? Çünkü o işini yaparken keyif alıyor. Bakın bi etrafınıza, çevrenize, insanoğluna. Sevdiği işi yaparak, yaptığı işi severek yaşayan kaç kişi var? Kaçınız mesailerinizden kurtulup mutlu olmaya vakit bulabiliyorsunuz? Kaçınız içten gelen bir gülümsemeyi takıp ağzınıza, bir meşgaleye dalıp gidebiliyorsunuz? Kaçımız yapabiliyoruz bunu? E böyle bir durumda da Refika Birgül'ü izlemek mutluluk veriyor, mutluluğunu paylaşıyor ekrandan. Aptal şeylerle uğraşarak mahvettiğimiz hayatlarımızı daha da beter bir hale getirmekte üstümüze yokken; arada bir bu tür kaçamaklar yapıp yüzümüzü güldürmemiz gerek. Buna mecburuz. 


***

Ayrıcaaaaaaa...

Bir süredir blog sayfamın sağ tarafında bir bağlantı paylaşmaktayım. Bağlantıdaki konuya bugün Refika Birgül de değindi. Lütfen es geçmeyin, bu çok önemli...
















Sevgiler, saygılar. 

baykusedebiyati.blogspot.com 

Yorum Gönder

0 Yorumlar