Büyük kentlerin karmaşık hayatından bunalan çalışanların en büyük hayali, emekliliğinde küçük bir kasabaya yerleşmektir. Bu da genellikle “sahil kasabası” şeklinde düşlere yerleşir. Bu satırların yazarı da bunun az hayalini kurmadı.
Hayal kurmak güzel. Hele bir de hayaliniz gerçekleşirse var ya, işte o zaman dünyanın en mutlu insanı siz olursunuz. Kısa bir süreliğine canım, hemen sevinmeyin…
Kasabanın sahilini bir yana bırakıp, “küçük kent” diyelim…
Hayalleri Adıyaman’a kadar uzanabilenler, yaz aylarında tatlı bir serinliği olan küçük, şirin ilçelerimizde gününü gün edebilirler…
Çelikhan’da, buz gibi suyu, temiz havası, balı ve güzel insanlarıyla sakin, sessiz, karmaşadan uzak, koşturma gerektirmeyen, kendi yağınızda kavrulacağınız bir yaşamı seçebilirsiniz…
Ya da Sincik’e doğru yol alır, sakin bir kasaba görüntüsünü andıran asudeliği içerisinde Sincik balının, kaymağının tadına varabilirsiniz. İlçe o kadar sakindir ki, “şöyle bir çıkıp gezeyim” diyeni bile bulmak zordur. Hoş, gezmeye çıksan nereye gideceksin ki?
Belki de Gerger’e gitmeyi isteyebilirsiniz…
Çarşı pek yoktur ama ağaçtan aldığınız bir taneyi, eve getirdiğinizde bin tane edinirsiniz ama diğer kentlerden farklı olarak çok daha güzel, çok daha tatlı ve çok daha nar…
Çelikhan’da, Sincik’te veya Gerger’de yaylalara çıkarsınız, taze sütü kana kana içer, mis gibi yoğurdun tadına bakarsınız. Belki bir çadır kurarsınız, kim bilir? Bir iki keçi, birkaç koyunla nasıl da güzel bir yaşama adım atarsınız, hayali bile güzel…
***
Ve derken havalar serinler. Sonbahar yapraklarını nazlı gelin gibi süzülerek dökmeye başlar. O zamana kadar gömlek size az geliyordur ya, bu defa cekete sıkı sıkıya sarılmaya başlarsınız…
Kaloriferli bir yeriniz olamayacağından, doğalgaz şansınız da pek bulunmaz. Kurarsınız sobayı, henüz sonbaharken.
Sobanın başına kıvrılan kediye özenip, geçersiniz yanına…
Belki mısır patlatırsınız ya da kestaneyi sobanın üzerine diziverirsiniz…
Ve bir gün pencerenin perdesini kaldırdığınızda güzelim tabiatı bembeyaz gelinlikle görebilirsiniz. Çocuklar gibi sevinirsiniz. Hele bir de kar yağmayan kentlerden buraya geldiyseniz…
Her kar tanesinin bir birine değmeden havada nasıl olurda yere kadar yolculuk yaptığına şaşırırsınız. Zaten o kar taneleri bir birine bir değse, havadan kar değil, çığ yağardı ve yaşama şansını pek bulamazdınız…
Birden içinizdeki çocuk canlanır ve kartopu oynamak için kapıyı açıp, adım atmaya uğraşırsınız ama ne çare…
Kar taneleri o kadar çok ziyarete gelmiştir ki, metrelerce karda yürümenin imkânı bile yoktur…
Tek tük bulunan fırına ulaşmak, birkaç tane bakkaldan ihtiyaç gidermek, sanıldığı gibi kolay olmayacaktır…
Bir de hastalandığınızı düşünün, şifa bulmaya fırsatınız olur mu bilemem…
Eğer çocuğunuz varsa ve okul yoluna yollayanlardansanız, kışın okula göndermeyi de unutabilirsiniz…
Zaten siz unutsanız da kaymakam unutmaz. Derhal tatil ilan eder ve siz eşinizle, çocuğunuzla sobanın başına mahkûm kalırsınız. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, geceye kadar evin içerisinde oflayıp puflarsınız. Ne güzel ilçe merkezine gidip, kahvede arkadaşlarla iki lafın belini kırabilirdiniz. Belki de komşu köylere gidebilir, farklı kültürleri tanır, farklı insanlarla sohbet ederek hayatı tanımaya bile başlayabilirdiniz…
Ya da “şehre gideyim” diyerek Adıyaman’a doğru yol alabilirdiniz…
Ama yollar geçit vermez, kalırsınız orada…
Donma tehlikesi geçirir, belki de bu yazının sonunu bile okuyamazsınız…
Ve kar yağar yaşadığınız kente. Kar yağar umutlarınıza, kar kaplar hayallerinizi ve özleminizin tam ortasına koca bir çığ düşer.
Umutlarınıza bir yol açmak için çabalayan ekipler, gece gündüz demeden harıl harıl çalışırlar ama yeterli gelmez…
Elektrik kesilir, günlerce karanlıkta yaşamaya çalışırsınız. İçmesuyunun kaynağı donmuş, musluktan “tıs” sesi bile gelmez. Günlerce, hatta aylarca susuzluğa hazır olduğunuzu o an anlarsınız.
Cep telefonunuz sinyal almamaya başlar, internetiniz zaten karın altında kalmıştır. Tüm dünyayla bağınızın kopmasına şahitlik edersiniz…
Ve o an düşünürsünüz; “Bu kış günü buralarda ne işim var” diye. (Oysa daha ilçedesiniz, sizi kasaba veya köye de gönderebilirdim.)
Ama size ilçedeki yaşam bile zor gelmeye başlar, tasınızı tarağınızı toplar, karın geçit verdiği ilk zamanda terk-i diyar eylersiniz…
Dedim ya siz şanslısınız; Nihayetinde özleminizi gerçekleştirmek için buralara kadar yol almışsınız…
İşte o zaman anlarsınız ki, orada yaşayanların böyle bir şansı yok. Her gün bu kahrı çekmek zorundalar. Hiçbir sosyal imkânı olmayan, hiçbir gezinti yeri bulunmayan ve hiçbir artısını bulamadıkları yerde yaşamak zorundadırlar…
Yaşamak, zorlukları da göğüslemek demektir…
Ama nedense onlar bu zorluğu yaşamı boyunca göğüsler, bizler de “sahil kasabası” özlemiyle dolar, taşarken zorluğu göğüslediğimizi sanırız…
Biz özleriz, özlemimizi gidermek için de kısa bir gezinti yaparız ve bunu da oranın en güzel zamanında yapmayı seçeriz…
Küçük kentlerde yaşayan ve karın yol verdiği oranda yaşama şansına sahip olan insanlarımızın ise böyle bir tercih hakkı yok!
Ve bir kez daha kar yağar umutlara…
Twitimden Seçmeler
Belçika’da 102 yaşındaki adamı “yanlışlıkla” kreşe çağırmışlar. CHP ise Bitlis’te AK Partiliyi “yanlışlıkla” İl Başkanı atamış…
www.twitter.com/naifkarabatak
1 Yorumlar