İnsan bedeni ve ruhuyla bütünlük arz eden bir varlıktır. Bedeni ve ruhi varlık olması dolayısıyla istekler ve eğilimler varlığıdır. Bu istek ve eğilimleri nasıl gerçekleştireceği konusu insanın ahlaki boyutunu önemli kılar.
Bir diğer önemli nokta ise; insan toplumsal bir varlıktır. İnsan kelimesinin türediği üns kelime kökü insan ve ünsiyet kelimelerini çağrıştırarak, beraber yaşama anlamıyla bize insanın toplumsal ve sosyal yönünü hatırlatır. İnsan toplumsal bir varlık olunca; onun toplumda öncelikle kendisine karşı olmakla birlikte, aile fertlerine, komşularına ve ülkesinin insanlarına karşı bir takım sorumluluk ve uyması gereken ilkeleri vardır.
İşte bu ilkelerin şahsi olanlarına bireysel ahlak, ailevi olan ilkelere aile ahlakı, toplumsal olanlarına ise toplum ahlakı denir. Bu ilkelerde din, ahlak ve hukuk birbirine destek verir. Diğer birçok ilahi ve batıl dinlerde olduğu gibi İslam dinimizin de koyduğu ahlak ilkeleri toplumsal huzur ve mutluluğun elde edilmesini en ön planda tutmuştur. Yani öncelikli olarak yeryüzünün eşrefi mahlûku olarak yaratılan insanın sağlık ve afiyet üzere, dünya huzuru ve mutluluğu içinde yaşamasını ön planda tutmuştur.
Bizim esas alacağımız işte bu İslam ahlakı ilkeleri ise; doğruluk, yardımlaşama, dayanışma, herkesle iyi geçinme, büyükleri sayma, küçükleri sevme, iyiliği tavsiye etme, kötülükten sakındırma, ana babaya ilgilenip onlara iyi bakma ve güzel davranma, kardeş ve akrabalar başta olmak üzere tolumla ilişkilere önem verip haklarını gözetme, eş ve çocuklara güzel davranışlar sergileme gibi çoğaltabileceğimiz ilkelerdir.
Yeryüzünün halifesi olma gibi erdem ile mükemmel bir varlık olarak yaratılan insanı; felsefi insan bilimcisi, araştırmacı ve düşünürler ‘biyopşişik’ bir varlık olarak belirtirler. Yani insan ne tek başına biyolojik bir varlıktır. Ne de tek başına psişik bir varlıktır.
Bu sebepten dolayı hem biyolojik yani bedeni ihtiyaçları vardır. Hem de psişik yani ruhi ihtiyaçları vardır. Bu yüzden hayvani bir varlık gibi düşünülüp hayvanlar gibi hayatı tek yönlü yaşamayacağı gibi (kaldı ki onlar bile Allahın kendilerine belirlediği görevleri insanlar için yerine getirirler), kendilerini bir mabede kapatarak tamamen ruhi ihtiyaçları karşılamak ve sadece ölümden sonraki ahret hayatı için de yaşayamazlar. Çünkü insan hem beden ve hem de ruh bütünlüğünü bir arada tutup bu bütünlüğü en azami derece de yaşayarak ve yaşatarak eşrefi mahlûk yani yaratılanların en şereflisi olacaktır. Meleklerden bile üstün hale gelecektir.
Peygamber efendimiz bu konu da: ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalış’ buyurmaktadır.
Oysa biz insanoğlu sanki bu sözü tersinden anlayıp; hiç ölmeyecekmiş gibi ahret için, yarın ölecekmiş gibi dünya için çalışıyoruz. İşin aslı dünya hayatında şerefli ve üstün bir olmanın her türlü gereğini tevazu ve alçak gönüllülük içinde, gurur ve kibir gibi duygulardan uzak olarak, ezilmeden ve sömürülmeden yerine getirirken, yarını bırakıp şu saniye ölüm bana gelebilir düşüncesiyle ahret hayatını kazanmak düşüncesiyle ölüme her an hazır olmaya çalışmalıyız.
Beden ve ruh dengesini sağlayamayıp, dünya ve ahret dengesini kuramadığı zaman ise; ya dünya da güçsüzleşecek, yıllardır İslam dünyasının ve diğer fakir ve yoksul halkların maruz kaldığı gibi ezilmeye ve sömürülmeye mahkûm olacaktır. Ya da sadece bedeni ve dünyevi isteklerini gerçekleştirme peşine düştüğünde ise ahretini kaybederek, hayvani düzeyde kalacaktır.
Böylece ruhi gereksinim olan İslam ahlakının öngörülerinden uzak olunacağı içinse; başta şahsi olmak üzere ailevi ve toplumsal huzur sağlanamayacaktır. Hayvanlar bile kendilerine yüce yaratan tarafından insanların hizmeti ve faydası için ön görülen çeşitli görevleri yerine getirirken, insanlar yaratılış gayesine ve sorumluluk bilincine uygun hareket etmez. Bu gaye ve sorumluluğun gereği olarak beden ve ruh bütünlüğünü sağlayamayan insanın, fazilet ve erdemleri değil de, rezalet ve kötülükleri tercih edebilir. İş bu rezalet ve kötülükleri tercih etmesi ahlaksızlığın ve dolayısıyla bireyde ‘ben her istediğimi yaparım’ deme durumuna, bu da toplumdaki diğer insanların özgürlük alanına müdahale ederek onların özgürlüklerini kısıtlayarak toplumda mutsuzluk ve huzursuzluğa sebep olacaktır. İnsanın bu durumda bir rezalet ve kötülüklerle dolu hayatı tercih etmesi ise eşrefi mahlûk olan insanı hayvanlardan bile daha aşağılık bir varlık haline getirecektir.
Konumuzun başında ifade ettiğimiz gibi insan toplumsal bir varlıktır. Birlikte yaşamak anlamına gelen ins veya üns kelime kökü insanı ifade eder. Onun için insan şunu diyemez. ‘Ben tek başıma dağda yaşayıp ahreti kazanacağım’ diyemez, dememelidir. İslam ahlakı bireyde başlasa da, aile ve toplumda zuhur ederek bir anlam ifade eder. Günah işleme durumu söz konusu olmadan günah işlememek önemlidir elbet. Ancak asıl önemli olan toplum içinde birçok günahı işleme durumu söz konusuyken günahtan uzak durabilmektir.
Bu konu da şu örneği verebiliriz. İki kardeşten biri ağabeyine dağa çıkıp hayvanlarıyla meşgul olup hiç günah işlemeden Allah’ın dostu ve evliya derecesine yükseleceğini, istediği seviyeye ulaşıp ulaşmadığını ise süzmeye koyacağı sütün damlamamasıyla anlayacağını söyler. Ağabeyi ise bunun toplum içinde yaşayarak yapılması gerektiğini, çünkü ahlaki erdemlerin önemi yalnız başına yaşarken değil, toplum içinde yaşarken uyulduğunda bir anlam ifade edeceğini söyler.
Ancak kardeşi kararlıdır. Çekilir dağ başında kendi haline bir hayata, hayvanlarını üretip sütünden ve etinden vs faydalanır. İbadetine devam eder. Her sabah ağabeyine söylediği gibi süzmeye süt koyar ve damlayıp damlamadığını da kontrol eder ki, Allah dostu olup olmadığının işaretini görsün. Uzun yıllar denecek epeyce bir zaman geçtikten sonra bir sabah sütün süzmeden damlamadığını görür. Ben erdim diyerek koşar hemen ağabeyine sevincini haber versin.
Ağabeyi ise ayakkabı satıcı ve tamircisidir. Her gün onlarca insan gelir ve kalbini bozmadan ahlaki erdemleri en iyi şekilde yaşayarak zaten ermiştir. Kardeşi getirir ağabeyine süzmenin damlamadığını gösterir. Kapının yanındaki askı çengeline asarlar. Kahve içmeye koyulurlar. Bu arada eteği kısa bir bayan müşteri gelir. Kardeş kalbini bozmuş olacak ki, süt damlamaya başlar. Ağabeyi kardeşine gördün mü kardeşim, bu öyle dağda tek başına değil, toplumda yaşayıp eline, diline, beline, midene, dahası kötülükleri emreden nefsine hâkim olarak yaşayarak olması gerektiğini tekrar hatırlatır.
Onun için tekrar etmek gerekirse; insan toplumsal bir varlıktır. Toplum halinde yaşamalı ve İslam ahlakının ön gördüğü şekilde ahlaki fazilet ve erdemleri en güzel şekilde yerine getirmeli, rezalet ve kötülükleri kendinden uzak tutmalıdır. İnsan aklı iyi (faydalı / yararlı) ve kötü (faydasız / zararlı) olan iş ve eylemleri ayırt edecek seviyede yaratılmış ve din adını verdiğimiz ilahi inanç sistemi olan kanunlarla desteklenmiştir.
O halde tekilde bireysel ahlakımızı bu kanunlara göre düzene koyup, erdemli birer insan olmak ana gayemiz olmalıdır. Kendi özgürlük ve rahatımıza önem vereceğimiz gibi toplum halinde yaşadığımız aile fertlerimiz, akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, dostlarımız, vatandaşlarımız diye genişleyip giden ve toplumu oluşturan insanların ve hayvanat dediğimiz ve her türlü hizmetinden fayda sağladığımız canlılarında haklarına ve özgürlüklerine saygı göstermeliyiz.
Böylece bireysel ahlakı tesis ederek başlayacağımız hayatta aile, toplum ve çevre ahlakını ve düzenini tesis etmiş olacağız. Bu da bize diğer dinlerinde temel hedefi olan, bizim dinimiz İslam’ın da hedeflediği insanları dünyada ve ahrette kendi istek ve arzularıyla iyiliğe ve saadete (huzur ve mutluluğa) götürecektir.
Bunu sağlayacak olan yaşantı da tam olarak İslam ahlakının en üst düzeyde yaşanmasıyla oluşacak bir toplumsal yaşantıdır. Toplumsal yaşantıdır. Çünkü ben tek başıma yaşıyorum ya bana yeter demek asla doğru bir yaklaşım değildir. ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ veya ‘bana dokunamayan yılan bin yaşasın’ gibi sözler yanlıştır.
Öyle ki; bir koyun ağaca ardılırken ayağını ağaca kıstırıp asılarak orda açlıktan ölse, birkaç gün sonra leşi orada kokmaya başlayıp etrafı kokutarak rahatsızlık vermeye başlayacaktır. Yine bir gemi içindeki yolculardan biri geminin su almasını sağlayacak şekilde delmeye çalışırken engel olup bunun yanlış olduğunu söyleyecek birileri çıkmazsa gemi batacak ve gemidekilerin hepsi boğularak zarar görecektir.
Bu durumu göz önünde bulunduran dinimiz ‘iyiliği emir ve kötülükten men’ edilmesini emretmiştir. Hz Aişe validemizin kendisine ‘Allah bir toplumdaki kötü insanlar yüzünden iyileri de cezalandırır mı?’ Sorduğunda peygamberimiz ‘evet iyilerin suçu o toplumdaki kötülüklere engel olmamalarıdır’ buyurmuştur.
Bunlardan kolayca anlaşılacağı gibi bireysel olarak iyi olmak, ahlaklı olmak, erdemli ve faziletli olmak yeterli olmayacak, emri bil-maruf ve nehyi ani’l münker yani iyiliği emredip kötülükten sakındırma yaparak toplumun da İslam ahlakı üzere yaşaması için herkesin elinden geleni yapması gerekmektedir.
Yüce rabbim cümlemize İslam ahlakı üzere yaşamak ve kötülüklerden ve rezaletler dediğimiz günahlardan ve ömrümüzün boşa geçmesine sebep olan şeylerden uzak eylesin.
Allah’ın selamı ve rahmeti üzerimize olsun.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
0 Yorumlar