Seni Çekmeköy’de bir çıkmaz sokakta birine yalnızca ‘Pardon ‘ dedin diye öldürdüler. Yıl 1994’tü. Göğsüne başımı yasladığımda duyduğum o sesin geldiği yöne saplanan iki bıçak darbesi ‘Niye?’ demene bile fırsat vermedi.
Her şeyi yaptılar da sana...
Tırnaklarını söktüler cansız bedenine tecavüz ettiler de yine de güzelliğini alamadılar elinden.
Kırmızı eteğini ne çok sevmiştin. Üzerindeydi. Siyah çoraplarının parçalarını sağdan soldan topladım. Saçlarını bana hediye ettiğin o ince dişli tarağımla taradım. Üzerine gazete kağıtlarını örtmelerini istemedim. Ne çabuk kapatıyorlardı delilleri bilemezsin, Azra.
Ailesine haber verin diyen tek bir polis bile çıkmadı. Gazeteciler üstü kapalı anlatacakları bu haber için başında bekleyip göğsünün üzerini kayda alıyorlardı. Maktûl iki kez bıçaklanmış. Sen maktûl oluyordun Azra, ama kimsenin umurunda olmuyordu.
Yerde bıraktığın kanlarını vakit kaybetmeden yıkayışlarını izledim. Kaç tane cenazeye şahitlik ettim de Azra,bir gün seni de alacaklarını hesap edemedim.
O geceden sonra tüm küfürlerim, yaşadığım her saniyenin hatırına olacaktı.
Çantandan çıkanları verdiler bana. Üç kuruş para, bir bilezik, iki dudak parlatıcısı…
Sahip oldukların bu kadardı.
Kısacık bir ömre sığan üç parça şey…
O günün sabahı Küçük İskender’in yeni çıkan ‘Periler Ölürken Özür Diler’adlı kitabını almıştık. Mutluluğun ellerinle kitap tezgahına vurup ritim tutmandan anlaşılıyordu. Sen bi saçlarınla oynardın mutluyken, bi de bu hareketi yapardın.
Dümtek düm teke tek…
‘Bizim buralarda inciler böyle seviniyorlar’ derdim.
‘Gülümserdin’
***
Gülümseyişini yüzünde dondurdular,Azra. Oysa şimdi fotoğraflarına bakıp kırmızı rujlu dudaklarına parmaklarımla dokunup bir sıcaklık gelir belki diye umut edip koltuğa bırakıp kalktığındaki o ısıyı arıyorum. Buna özlemek deniyor. Birileri hep farklı anlamlar yüklüyor ‘özlem’ duygusuna…
Bense bir tek böyle ifade edebiliyorum.
En çok gazeteleri okuduktan sonra tekrar gerisin geriye katlamayı beceremediğin geliyor gözlerimin önüne. Biliyorsun çoğu insan onu yapamaz ve sen gittiğinden beri hiçbir mecmuayı katlamıyorum. Hep içi dışına çıkmış gazetelerle dolu etraf.
Bir gün geleceksin diyorum. ‘Bu ne dağınıklık diyeceksin. Evi ters yüz etmişsin… ‘
Etrafı toparlamanı izleyeceğim. Sonra koltuğa uzanıp orada uyuya kalacaksın.
***
Sen orada kaldın, Azra. O sokağın diğer sokaklara bağlanamayan kısmında...
Seni oradan alıp götürdüler. Kaldırımda serçe parmağın vardı. Yolun üzerinde dişlerin...
Hepsi bir yana savrulmuştu.
'Gitme' der gibi bakıyordun bana. Gider miydim hiç...
Cesedine bile saygı duymadılar.
'Durun incitirsiniz'dedim. Dinlemediler.
Gittin. Hükümet de dinlemiyor bizi,her zaman olduğu gibi...
Onlar sıcak yataklarında yatıyorlar. Hani başın ve sırtın üşümesin diye battaniye sererdim ya yatağına...
Sen orada uyurken o kaldırımın üzerinde, geceydi...
Bunca yıl içinde çıkan hiçbir kitabı satın alamadı. Vizyona giren hiçbir filmde Azra'nın gözlerinin gölgesi yoktu. Noel kutlayamadı. Salep yudumlayamadı. O koltukta kedisini de kucağına alıp uyuyamadı. Kapı anahtarını içeride unutup dışarıda kalamadı. Sırf bu yüzden masuscuktan kızamadım ona.
Makyaj malzemeleri bitince bir yenisini alamadı. Gülemedi,ağlayamadı,yürüyüşlere katılamadı. Bir an'lık mutlulukları bile yaşayamadı, Azra.
17 yıldır katilleri bulunamadı. Tipik bir haber değil mi? Sadece internet sitelerinde yer alan ve gazete küpürlerine geçmesine lüzum görülmeyen... '
Bugün Azra uyuyor. Ev dağınık. Hayat dağınık. Gazeteler dağınık.